ZİHNİ AYDIN



 
 




‘’7Eylül 1944 İstanbul doğumluyum.Fakir bir ailenin çocuğuydum. Dört kardeştik. Fabrikalara, iş yerlerine, düğünlere yemekler yaparak sağlıyorduk geçimimizi. Topkapı’da mezarlığın yanındaydı ahşap evimiz. Küçük yaşlarda garsonluk da yapmış olduğum aile bahçesi evimizin karşısında, su sattığım, yalın ayak top oynadığım futbol sahası da o bahçenin yanındaydı. Yalın ayak top oynardım. Çünkü normalinden evvel yıpranacaklarını düşündüğü için, ayakkabılarımla top oynamama izin vermezdi rahmetli babam. Semtimizin gayri federe kulübü olan Güzelhisar’da da oynamayı çok istememe rağmen gerçekleşmemesi sanırım bu yüzdendi.
 
Topkapı Maltepe İlkokulu’nda okudum. İlkokulu bitirdikten sonra Şehremini Ortaokulu’na başladım. Hayat şartları, orta ikinci sınıftan ayrılmama neden oldu. Ben de çalışmak zorundaydım çünkü.
 
1962 yılının bir yaz gününde top oynuyorduk gene mahallemizin toprak sahasında. Birkaç arkadaş, İstanbulspor oyuncu deniyormuş, biz gidiyoruz, hadi sen de gel, dediler. Gittik. Rahmetli Ali Mortaş çalıştırıyordu takımı. Beni beğendi ve aldı genç kadroya. 1963 yılına kadar oynadım orada.
 
Bir gün Takkeciler sahasında, yazlık takım olan Güneşspor’da maç yapıyoruz. Libero ve stoper olarak oynatıyorlardı beni. Birlikte top oynadığım Feriköylü Erol Evcimen’in gazeteci abisinin de arasında bulunduğu Davutpaşalı büyüklerimiz izliyorlarmış maçı. Yaklaştı yanıma Erol’un abisi. Gel seni Davutpaşa’ya alalım, dedi. Ve böylece başlamış oldu Davutpaşa maceram. 1963 yazı.
 
Davutpaşa’ya geldiğim dönemler, takımların azlığından sanırım, bir buçuk ayda bir maç oynardık. Maçlarımızı Şeref stadında yapardık. Beni sağ açık oynatıyorlardı. Mahalli kümedeydik o sırada.
 
Sezonun sonunda Müfit Değer abi beni çağırttı. Hiç unutmam Fındıkzade’de yüksek bir binanın en üst katında bulunan bir yazlık bahçede buluşmuştuk. Yanında da polis Adil abimiz vardı. Gel seni profesyonel yapalım, dedi. Çok kısa süre sonra askere gitmek zorunda olduğumu ifade etmeme rağmen anlaşmayı yaptık. Bin liraya profesyonel olmuştum. Temmuzda lisansım çıkmış, Kasım ayında da er olarak askere gitmiştim.
 
Futbolcu yazıyordu görev olarak asker evraklarımda. Ben de dahil birkaç kişiyi Çorlu’ya şöför kursuna gönderdiler. Çorlu’ya geldiğimizden kısa bir süre sonra tümenler arası maçlar başladı. Futbolcu olduğum için, takımdasın, dediler. İlk maç olarak Avcılar takımı geldi Çorlu’ya. Altaylı orta haf Ertan ile geride oynuyorduk, karşı takımdan bir başçavuşa sert girdiğim için, adam, Sen Avcılar’a gelirsin diye çıkıştı bana, aşırı sinirlenmişti. Adam başçavuştu, ben ise asker. Boynumuz kıldan inceydi. Neyse yendik Avcılar’ı o gün.
 
Beni Avcılar’a gönderdiler. Gelir gelmez yaptığımız maçta gene galip geldik. Babaeski ile oynadık, onları da yendik. Şampiyonluk maçı için gittiğimiz Çatalca deplasmanında da galip gelince yüzbaşı sarıldı bana. Sen artık burada, bizimle beraber yapacaksın askerliğini. Git şimdi izin yap birkaç gün, dedi. Ama anlayamadığım bir nedenle, çok kısa bir süre sonra bir emir geldi. Edirne’ye gidiyorsun!
 
Tümenler arası maçlar vardı yine. Avcılar’la şampiyonluk maçında karşılaştığımız Çatalcaspor geldi Edirne’ye. Çocuklar beni tanıdı tabii. Berabere kaldık o maçta.
 
1966’nın sonunda askerlik biterken, üsteğmenim geldi yanıma ve gel seni Edirnespor’a alalım, dedi. Naci Erdem çalıştırıyordu takımı. Çağırdı beni kulübe. Gittim. Askerde olduğum süre içinde bir tek maaşımı bile yatırmamıştı Davutpaşa. Bu nedenle sözleşmeyi fesh etme hakkım vardı. Tamam dedim Naci abiye. Sözleşmemi fesh edip, bonservisimi almak için harekete geçtiğimde Naci abi çağırdı beni. Nasıldır, nedendir bilmem ama, Zihni, dedi. Davutpaşa paralarını göndermiş. Git sen yine kulübüne. Ayıp olmasın.
 
Döndüm Davutpaşa’ya ve tekrar oynamaya başladım. 1966/67 mevsiminin birçok maçında yer aldım onbirde. Kasımpaşa, Bolu ve Kütahya maçlarında filan. O sezon sonunda üçüncü kümeye düştük ve başladım banko oynamaya.
 
Takımda herkesle aram iyiydi. Ancak Oktay Mat’ın yeri bir başkaydı bende. Askerdeyken mektuplaşırdık da kendisiyle.
 
Üçüncü kümede gurubumuzdaki Kırıkkale’ye santrahaf oynadığım halde deplasmanda da, İstanbul’da da gol atmıştım. O yıl Kırıkkale’de Karagümrük’lü Burhan ve sol bek Erol oynuyordu. Burhan Kırıkkale’nin kaptanıydı aynı zamanda. Beni önermiş olacaklar ki, Erol geldi, Kırıkkale seni istiyor, dedi. 1968-69 sezonu on iki bin beş yüz liraya Kırıkkale’ye transfer oldum.
 
Kırıkkalespor yeni bir kulüptü. Birçok amatör takımın birleşmesiyle 1967 yazında oluşturulmuştu. İl sınırları içinde bulunan bütün amatör kulüpler birleştirilmişti bu şehir takımını oluşturmak için. Ayrıca yığınla da başka Anadolu ve İstanbul takımlarından gelen topçuları vardı. Bu nedenle, kazanma hırsıyla dolu çok fazla futbolcuya sahipti.
 
Bir gün duran bir motosikletin arkasında oturuyorum, arkadaşlarla çene çalma molasında. Bir kamyon geçerken tamponla karışık sürtünüp geçti bana. Kabalarım inanılmaz şişmişti bu talihsiz kaza sonucunda. Bu nedenle bir müddet oynamadım. Dediğim gibi çok fazla futbolcu da vardı. Kimse ile yeterince ilgilenmezlerdi. Benimle de ilgilenmediler fazla.Bir müddet oynatmadılar beni. Unutulmuş gibiydim. Kulüpte ayakkabı bile yoktu. Hatta yedekte bekletildiğim bu aralar İstanbul’a gelmiştim ayakkabı almak için.
 
Derken bir Elazığ maçında akıllarına geldim ve oynattılar. O maçta bir de gol atmıştım. Aslında iki yıllığına gitmiştim Kırıkkale’ye. Fakat bir yıl sonra sözleşmemi fesh ettim.
 
Kırıkkale’de bulunduğum dönem, Türk futbol tarihinin en utanç verici maçlarından biri oynanmıştı Kırıkkalespor ile Tarsus İdmanyurdu arasında. Üç kişinin öldüğü, onlarca kişinin yaralandığı o talihsiz maç.
 
İlk maç Tarsus’ta oynanacaktı. Gittik deplasmana. Maçı Adana’ya almışlar. Orada bize yapılan psikolojik eziyetler canımıza tak etmişti. Kırıkkale’liler de ant içmişlerdi bunun acısını çıkartacaklarına. Kırıkkale’de oynanacak maç Pazar günüydü aslında. Ancak ortamın çok gergin olması ve saha dışında olayların çıkması nedeniyle maçı Çarşamba gününe ertelemişlerdi. Ben yedek kulübesindeydim. Maçı Kırıkkale alırsa şampiyon oluyordu. Tarsus İdmanyurdu’na da beraberlik yetiyordu şampiyon olabilmeleri için. İnanılmaz kritik bir maçtı.
 
Önce bir gol yedik. Kısa bir süre sonra durumu eşitledik. Maçın son dakikalarında Burhan’ı ceza sahası içinde düşürdüler ve bir penaltı kazandık. Penaltıyı Erol kullandı. Ancak topu avuta attı ve maç 1-1 sona erdi. Bitiş düdüğünün çalınmasıyla birlikte ortalık mahşer gününe döndü. Silahlar patlamaya başlayınca yöneticilerimiz bizi derhal oradan uzaklaştırdılar. Ölen insanların, direk hedef alınmış insanlar olmadığını, ağaç üzerlerine çıkarak maçı seyrederken, havaya sıkılan kör kurşunların hedefi olduklarını duyduk. Berabere kalınınca Tarsus İdmanyurdu şampiyon olmuştu.
 
1969-70 sezonunda, yine birilerinin tavsiyesi üzerine Tekirdağ’a geldim. Ama anlaşamadık kulüple.
 
Bir gün Güngören’de mahalle maçlarından birini oynuyorduk. O yıl Karagümrük’ün çalıştırıcısı olan ayakkabıcı Turan abi izlemiş beni ve Karagümrük’e gelip gelemeyeceğimi sordu. 1970’te başladım Karagümrük’te oynamaya.
 
1972’de Almanya Bielefeld’ten istediler beni. Sezon arasında gittim ve bir ay kadar idmanlarına katıldım. Tamam, dediler. Al bonservisini gel. Ancak Karagümrük vermedi bonservisimi. Döndüm tekrar geriye. 1975 senesine kadar oynadım Karagümrük’te.
 
1975’te Galatasaray’ın eski kalecisi Bülent Gürbüz, beni çalıştırdığı Tekelspor’a istedi. Tekelspor yeni yeni adını duyuran başarılı bir takımdı. Karagümrük’ün yardımcı antrenörü Nihat Şar, Saçmalama, attan inip eşeğe binemezsin bu saatten sonra, deyince, belediyede şöför olarak çalışmak üzere işe başladım.
 
Önce beni Mecidiyeköy’e verdiler. Cennet Mahallesi’nde oturuyorum. Mecidiyeköy e gitmek çok zor. Ben burada çalışamam, dedim. Ayrılmak zorundayım. Baktılar gerçekten gidiş gelişlerim çok zor oluyor Edirnekapı’ya aldılar beni. Edirnekapı’da çalışırken parça arabasına verdiler. Eski belediye çalışanlarından Özdemir abi beni antrenmanlara bırakır alırdı.
 
1979’da başkanın sekreteri Hacer hanımla birleştirdim hayatımı. Bir kızım ve bir oğlum oldu.
 
1988 yılında Hıfzzısıhha, işletme şefi olarak istedi beni. 1997’de emekli olana kadar orada çalıştım. O yıl belediyeler arası Altınboynuz turnuvası yapılıyordu. Müdürüm tarafından takım kurmam istendi. Ama benim de oynamam şartı konulmuştu. Ben oyun oynarken sertleşen bir adamım, müdürlerimle oynarken ters bir şey söylerim. Hiçbir şey olmasa bile, müdürüm top atar mısınız, rica etsem müdürüm Ahmet’e, Mehmet’e pas verir misiniz…. Bana göre şeyler değildi bunlar. Baktım formam, ayakkabılarım geldi; mecburen oynamak zorunda kaldım. Üçüncü olduk turnuvada. Çok zorlanmıştım oynarken. Kendimi fazla sıkmıştım müdürlerime karşı bir hata yapmamak için. Sonra bıraktım kurduğumuz takımda oynamayı. Yaşım da kırk beş. Futbolu bıraktım tamamen
 
Emekli olduktan sonra, camiye, arkadaşlarla sohbet için kahveye, bazen de amatör maçları seyretmeye gidiyorum. Zamanımın çoğu böyle geçiyor.
 
Çok ilginç de bir anım vardır. Cennet Mahallesi’ndeki evimize taşınmadan önce Basınköy’de oturuyorduk. Yaşar Kemal, Çetin Altan komşularımdı. Tilda rahmetli olunca adaların birine taşınmıştı Yaşar abi. Muhtarlık seçimlerinde beni yedek listeye koymuşlar. Bir baktım beni kaymakam çağırdı. Çıktım makamına. Bu ne, dedi. Sen belediyede çalışıyorsun, muhtarlık seçimlerine nasıl girersin. Önce belediyeden istifa etmem gerekirdi. Hiç haberim yoktu yedek listede olduğumdan. Demek severlermiş beni mahallede ki, iki büyük aday arasından beni seçmişlerdi. Tabii iptal ettirdim, adımı sildirttim.’’