ZEKİ TÜZALGAN



 
 




Dört Temmuz 1948 İstanbul Kadıköy’de dünyaya geldim. Zeynep Kamil’de doğduğum için Kamil eklemişler ismimin başına. Acıbadem’de oturuyorduk.  Dört kişilik mutlu bir aileydik. Babam Mesut, annem Hilmiye, ben ve kardeşim Sezai.Sezai benden 4 yaş küçüktür.
Rahmetli babam, Fransız yataklı vagonların döşeme işlerini yapardı. Vagonların içini tepeden tırnağa giydirirdi. Yirmi beş yıl sonra da aynı işten emekli oldu.İyi bir aile reisiydi. Annem de tam bir ev hanımıydı. Biz de onlara layık olabilmek için tüm yeteneklerimizi sergilemek mecburiyetinde olduğumuzu hissederdik.
Uysal bir çocuktum. En büyük aşırılığım futboldu. Çok çok küçük yaşlarda, mahalle büyüklerimiz sokak aralarında top oynarken beni mutlaka aralarına alırlardı. İki taş arasındaki kaleye koyarlardı. Gol de yemezdim herhalde ki ilk tercihleri hep ben olurdum. Bu da beni çok gururlandırır, mutlu ederdi.
Acıbadem Kuruçeşme İkbaliye ilkokulunda okudum, dördüncü sınıfa kadar. Öğretmenimiz Kör Kazım, ilkokul dörtte beni sınıfta bıraktı. Neden, diye sordum. Sen arkadaşınla dalga geçtin, dedi. Oysa ben kekeme bir çocuktum. Kimseyle dalga geçecek durumum yoktu ama anlatamadım derdimi. O yaştaki bir çocuk için, çok olgun bir sitemde bulunmuştum öğretmenime. Etkilenmemiş olsa gerek, dördüncü sınıfı tekrar okumak zorunda bırakıldım.
Acıbadem’de kirada oturduğumuz evin sahibi bir işi nedeniyle annemden yalancı şahitlik yapmasını istemiş. O da kabul etmemiş tabii. Anne ve babam bunun üzerine karar verdiler ve 1952’de Bayrampaşa’da arsasını almış oldukları ve 2 yıl içinde yaptırmış oldukları evimize taşındık 1959’da.
İlk Bayrampaşa’ya geldiğimde bir duvarın dibine oturduğumu, başımı ellerimin arasına alıp, Eyvah burada ne yaparım ben, diye kaygılandığımı hatırlıyorum. Her taraf üzüm bağıydı. Zaman geçireceğimiz başka hiç bir yer yoktu. Gene hep tebessümle hatırlıyorum, üzüm bağlarına girip çıkarken tel örgülerden yırtılan, asmalar arasından geçerken kıpkırmızı lekelenen üstümü başımı. Anacığım hep hoşgörü ile karşılamıştır.
Bayrampaşa’ya gelince dördüncü sınıfı tekrar okudum. Mahallemde, okulumda ve arkadaşlarım arasında kabul görmek için azami çaba sarfettim. Bu çabalarım sonuç verdi ve bulunduğum her ortamda ilgi gördüm. İlk olarak okulun izci gurubuna katıldım. Trampet de çalıyordum. İzci kıyafetleri içinde olmak beni çok mutlu ediyordu. Futbolumda burada gelişecekti.
Çok sayıda gayri federe kulüp vardı. Beni oynatmadıkları kulüp kalmamıştı neredeyse. Çelikkanat, Teknikspor… Davet eden her kulüpte gidip oynardım. Kıramazdım kimseyi. Her oynadığım takım başarılı olurdu. Çok iyi arkadaşlıklar kurmayı da başarırdım.
Futbola karşı, çevremdeki insanlara karşı duruşum, disiplinim nedeniyle bu sporla ilgilenen herkes, belediye başkanı, azalar, banka müdürleri benim adımdan bahsederlerdi daha o yaşlarımda. Bayrampaşaspor’un o zamanki adı Demirkapı’ydı. Beni Demirkapı’da oynatmak için her yolu deniyorlardı. Paylaşılamayan bir futbolcu olmuştum. Ama kalede olmak istemiyordum, aklım sol açık oynamaktı.
1959-60ders yılında ilkokul bitti. Çapa Ortaokulu’na başladım. Şimdiki Şehremini Lisesi. Ortaokula başladıktan iki yıl sonra Davutpaşa kadrosuna dahil edildim. Sene 1962.
Futbol hayatımdaki bu hareketlilik olumsuz yansımıştı okul hayatıma. Antrenmanlar, maçlar, deplasmanlar… Aslında başarılı bir öğrenciydim, ama ders çalışmaya fırsat bulamıyordum. Bir yıl kalıyor ikinci yıl geçiyordum. Üç senelik okul altı yılda bitmişti. Ders çalışmaya fırsat bulduğum zamanlar hemen değerlendirirdim. Yazılılardan yüksek notlar alırdım. Bu nedenle, kopya çektiğim düşünülüyormuş.Coğrafya öğretmenimiz Sabiha hanım, Siz merak etmeyin, demiş öğretmenler odasında. Kopya çekip çekmediğini anlamanın yolları var. Bir sabah girdi sınıfa, Zeki kalk tahtaya sözlü yapacağım, dedi. Kalktım. Karadeniz bölgesini anlat!Ders çalışmaya fırsat bulduğum ender zamanlardan birinde bu bölgeyi çalışmıştım. Coğrafi konumu,  değişken iklimsel özellikleri ile en karışık bölgemiz olduğu için önemli bir sınav sorusu olabileceğini düşünmüştüm çünkü. Ve başladım anlatmaya. Bravo, dedi öğretmenim. Hakkında kopya çektiğini düşünen herkesi mahcup ettin.
Terlikçi Hikmet abi, Davutpaşa’da yöneticilik yaptığı dönemler, kunduracı bir arkadaşımın babası ile yakın arkadaşmış. Yahu, demiş arkadaşımın babası, bir çocuk var. Çok genç, ama kaleci olarak çok başarılı. Bir izleyin onu. Hikmet abi yönetimle görüşmüş bu konuyu. 1962 yazında Takkeciler sahasına davet ettiler beni. Davutpaşa’nın A takımı vardı sahada. Burhan, Davut, Sabahatin abiler… mahalli profesyoneller. Ben on üç yaşındayım. Ama futbolun raconunu biliyordum. Büyüklerimin arasında neler yapmam gerektiğini sezmiş ve ciddi çaba sarfetmiştim kabul görmek için. Tamam, dedi rahmetli Müfit başkanımız. Gayrifedere toprak sahalardan gelip Davutpaşa Spor Kulübü’nün formasını giymiştim işte. Başlangıç böyle.
Geldiğim yıl kaleyi Ergin ve Sefa birlikte koruyorlardı dönüşümlü olarak. Ben genç takımda birinci kaleciydim, ama antrenmanlara A takımıyla çıkıyordum. Hatta sezon sonlarında bir-iki maçta da oynamıştım. Hasköy maçı bunlardan biriydi mesela. Bediz zattürre olduğundan antrenmanlara bile katılmıyordu. Benim gelişimden dört yıl sonra oynamaya başladı takımda. 1963-64 sezonu Ergin’e emanet edilmişti Davutpaşa kalesi. Sefa’yı da askere uğurlamıştık Ankara’ya. Ben de İstanbul karması maçlarına gidip geliyordum. 1964-65 sezonunda başladım A takımı kalesini korumaya. On altı, on yedi yaşımdaydım.
İdmanlarımızı Sümerspor sahasında, maçlarımızı ise Vefa stadında yapardık. Sahalar kaliteli bir futbol için hiç elverişli değildi.
Kaleci standartlarıyla ilgili çok eksiğim vardı aslında. Örneğin omuz genişliği problemi,  kollarımın, bel, beden, omuz arası mesafelerimin kısalığı. Bunların farkındaydım. Ufak tefek bir kaleciydim, ancak doğuştan gelen uzama, esneme, yükselme yeteneğim vardı. Bir de görüş ve top hareketlerini sezme yeteneğim. Antrenörümüz Turan Abi güvenirdi bana. Efsane Özcan Arkoç’u yetiştirmişti. Şimdi ikinci Özcan Arkoç elimde, diyordu. Bana okadar güveniyordu.
1963-64’te ben kaledeydim. Reşat yedeğimdi genç takımdayken. Sadece Süleymaniye maçında oynadı. Okul bizi piknik yapmak için Belgrad Ormanları’na götürmüştü. Aynı okulda okuyan sevdiğim kızın ismini ağaca çakı ile kazırken parmağımı kestim.  Kaleci için eller çok önemli olduğundan, Turan abi takımı okurken, kalede Reşat, dedi. Zeki sol açık oynayacak! O gün bir de gol attım. 2-1 galip bitirdik maçı. Yönetici Kemal abimiz, gol atana gazoz var, demişti. Maç sonunda ondan bir de gazoz içmiştim.
İstanbul karması maçlarına gidip geldiğim sıralar, Çapa beni izliyormuş. Takımda Nedim, Panayot, bir de Duble Moruk dediğimiz Muzaffer abi vardı. Muzaffer abi Taksim’deki federasyonda hem milli takımların malzemeciliğini, hem de federasyonun odacılığını yapardı. Çok hasta Çapalıydı. Şortumu, konçlarımı dahi ütülerdi. Hocamız, efsane Ali Mortaş’tı. Genç karmada, Yasin, Gökmen, ben idman bittikten sonra MithatpaşaStadı’nın deniz tarafındaki kalesinde yarım saat şut çalışmaları yapardık. Muzaffer abi gidip bunları Çapa kulübünde anlatmış. O yıl Çapa kulüp başkanı Müsellim hocamızın abisi pazarcı Sabahattin’di.
Bir gün okulun kapısının önüne 1956 model beyaz bir İmpalageldi olanca haşmetiyle. Öğrencilerin tam okuldan çıkış saatinde. Ben okul kapısından çıktığımda, İmpala’nın kapısı açıldı ve Müsellim hoca çıktı arabadan. Bana kapıyı açtı, biraz konuşalım mı, dedi. Çapa’ya gelmemi istiyordu. Bu bir hafta sürdü. Boğaz’da turlar, Uludağ köftecileri derken bizden okey alındı ve 1965-66 sezonunda Çapa’da başladım oynamaya. O yıl çok başarılıydı kulüp.
Çapa’dayken genç milli takıma çağrıldım. Gökmen, Yasin, Kamuran Yavuz, libero İsmail Arca, FarukKaradoğan, muazzam bir takımdı. Başımızda Sabri Kiraz vardı. Yavuz Şimşek, YasinÖzdenak ve ben kaleciydik. İlk hazırlık maçımızı da Ali Sami Yen de Davutpaşa’yla oynamıştık.
Çapa ile İstanbul şampiyonu olduk birinci amatör kümede. Türkiye  birinciliği için maçlara katıldık. İzmit’te oynadığımız Boruspor maçı çok önemliydi. 8 kişi kalmıştık. 2 kırmızı kart görmüş, bir de sakatlık yaşamıştık. O dönemde oyuncu değiştiremiyordunuz, sadece kaleciler için geçerliydi bu.
AltınorduluMuhterem çalıştırıyordu İzmit kulübünü. Kocaelispor ikinci ligde oynamaya başlayınca Muhterem’i alacaklardı hoca olarak. Ama biz Boruspor u eleyince, Kocaeli Muhterem’den vazgeçip Avni Kalkavan’ı getirdi takımın başına. Muhterem çok öfkelenmişti bana maç boyu. Son 20 dakikayı kale direği yakınlarımda geçirmişti. Etmediği küfür kalmamıştı. Tükürüyordu resmen. Hakem buna göz yummuştu. Maç 0-0 bitti. İzmit Kağıtspor sahasındaydık. Bana küfür eden İzmit seyircisi beş bin civarındaydı. Sabri Kiraz da maçı seyretmiş. Yanındakine demiş ki, Bu çocuğu hemen genç milli takım kadrosuna alın. Hemen tebliğ edin. Telgraf filan beklemesin, hemen Taksim Plaza Oteli’ne gelsin. Bu arada maç bitti, o karşılaşma boyu bana küfreden İzmit taraftarı omuzlara aldı beni. Dediler ki, Artık bizim kalecimiz bu. Soyunma odamıza geldik, hala İzmitlilerin omuzlarındayım. Girdim soyunma odasına, yabancılar bekliyor beni. Diyorlar ki, Seni Kocaeli’ne almak istiyoruz. İşte sana 25 bin lira. Çok büyük para ozaman. Dediler ki, Sana şimdi 13 bin lira veriyoruz. Kabul ettim tabii. Ama antrenörümüz Müsellim araya girdi, bozdu her şeyi. Hatırladıkça çok üzülüyorum, hayatımın dönüm noktasıydı bu. Çok gençtim, antrenörümüze karşı çıkamadım, bu büyük transfer teklifini geri çevirmiş oldum, duruma müdahale edemeyerek. 
Önümüzde bir tek Düzce maçı kalmıştı. Düzce’yi de elersek son dört takıma kalacaktık. Ama şöyle bir handikapımız vardı. Çapa çok kısa oyunculardan kurulu bir takımdı. Savunmacılarımız bile bir yetmişten fazla değildi. Oysa Düzce forvetiçok uzun boylu adamlardan oluşuyordu.  Mehmet diye bir kalecileri vardı özellikle; daha sonra Boluspor’un da hem kalecisi, hem de santrforu olarak oynamıştı. İlk maçta 3-3 kalmıştık Vefa Stadı’nda.
Düzce uzun adamlarıyla, havadan yıktı, parçaladı bizim savunmayı. Ve ne yazık ki elendik. Maç öncesi bayağı havaya girmiştim oysa. Gündüz Kılıç,Cihat Arman seni izleyip hakkında karar verecekler diyordu idarecilerimiz. Sırf senin için geldiler diyorlardı. Ama maç tuhaf bir havada oynanmıştı. Düzce seyircisi çok saldırgandı, birden silahlar patlamaya başlamasın mı! Tüm sinirlerim bozuldu tabii. Bir karın altından, bir de koltuk altından berbat goller yedim. Olacak şey değildi ama olmuştu işte.
Kocaeli’ye transferimi engelleyen Müsellim’e çok bozulmuş,şevkim  kırılmıştı Çapa’da. Davutpaşa’ya geri döndüm, hem de 3 bin liraya. Sene 1966-1967. Müfit Değer takımın başına Makedon kökenli Yugoslav bir hoca getirmişti. Nikola Radoviç’ti adı. Sanırım onu yeni yapılanmada, biraz daha dikkat çekici, daha kurumsal ve modern bir görüntü vermek için almışlardı ama bütün mevsim bizimle kalmadı. İkinci yarıda seri yenilgiler almaya başladığımızda döndü ülkesine. Turan hocaydı antrenörümüz, bunun sonrasında.Tercümanlığımızı orta hafımız İbrahim Akan yapardı. Radoviç bizim Turan hoca ile aynı anda kulüpteydi. Haftada 2 kez Sümerspor sahasında idmana çıkıyorduk.  Çukurbostan’a gelmemiz 1967-1968 mevsiminde, üçüncü kümeye düştükten sonra.
Kaleciler Sefa, ben ve Alaaddin Zaimoğlu’yduk. Hayatımın dönüm noktasına tam takım Samsun deplasmanına giderken gelmişim ama farkında değilim tabii. İyi bir genç takım oluşturulmuştu o dönem. Bu genç takım 1966/67 mevsiminde İstanbul şampiyonluğuna oynuyordu. Sümerspor sahasında idmandayken, genç takımımızın yetenekli oyuncusu Cezmi geldi yanıma. Boynuma sarıldı. Şampiyonluğa  gidiyoruz, dedi, rica etsem İstanbulspor’la Vefa Stadı’nda oynanacak maça kalır mısın? Kalırım dedim, Turan Hoca’dan izin aldım. Maçın yetmiş beşinci dakikasında sakatlandım. Son 15 dakikayı sakat sakat  bitirdim. Menisküs olmuştum. Artık Tanderil ile Paraflex’emahkum olacaktım.
Menisküsün lezzetini eyvah diyerek tattım böylece. Kulüp doktoru Mazhar Özkan’a gittim, uzun ve hiç bitmeyecek bir tedavi süreci başladı. Neyse seans ücretlerini kulüp ödüyordu.
Bu arada Sefa ile aramızda tatlı bir rekabet sürüyordu. Radoviç daha çok Sefa’yı oynatıyordu. Bursa maçını hiç unutmuyorum, Vefa Stadı’ndaki. 2-0 yenilmiştik. Sefa başının üzerinden bir gol yemişti. Radoviçkenarda, bankta sağımda oturuyordu, bana baktı. Oyuna girmemi işaret etti. Girdim ama daha ısınmaya fırsat kalmadan ben de çok hatalı bir gol yemiştim.
 
Boluspor ile Vefa Stadı’nda oynamış ve 3-0 yenilmiştik. Sefa yine aynı şekilde kafasının üzerinden golü yedi. Radoviç kalktı ayağa hiddetle bir şeyler söyledi. Tercümanda bana dönerek, Çabuk hazırlan, kaleye geç, dedi. Radoviç cebinden kibrit kutusu kadar bir kağıt çıkardı ve gösterdi bana. Orada kaleci Zeki yazıyordu. Müfit abi soruyormuş maç öncesi Radoviç’e, Takımı nasıl kurdun, diye. Radoviçde o kibrit kutusu ebatlarındaki kağıdı veriyormuş ona. Müfit abi Zeki üzerine kalemle çizgi çekip Sefa yazıyormuş. Radoviç soruyor neden diye. Başkan anlatıyor. Biz Ergin’i Vefa’ya sattık, para kazandık. Sıra Sefa’da. Zeki henüz çok genç, Sefa’dan yedi yaş küçük. O bizimle. Onu sahaya sürersek göze batar, Sefa da elimizde kalır. Yani Radoviç beni istiyormuş kalede ama yöneticiler Sefa’yı vitrin yapmak için oynatıyorlarmış. Bu arada Bolu maçında kaleye geçtim ama iki golde ben yedim. Eski Çapalı takım arkadaşım Vedat gol attıktan sonra, Zeki’cim kusura bakma demişti, hiç unutmuyorum.
1966-67 mevsim sonu ikinci kümeden düştük. Üçüncü küme yeni kurulmuştu, beyaz guruba alındık. Çok da iyi bir takımdık. İtfaiyeci lakaplı Haydar Eryentürçalıştırıyordu bizi. Kaleyi o yıl Alaaddin abi ile paylaşmıştık, Bediz Baysal ise bir iki maç oynamıştı sadece.
Müfit abinin hanımı severdi beni, Gol yemezsen sana gömlek alıcam, derdi bazen. Her maçımıza gelirdi. Özel şöförü vardı, her deplasmana gelirlerdi. Müfit Değer’in çocuklarının hayatı otobüslerde, uçaklarda geçmiştir.
1968 Haziranı askerliğin yolunu tuttum. Zamanım gelmişti çünkü. İbrahim Akan’ın abisi başçavuştu orada, zaten İzmir’i de kulüp ayarlamıştı. Dağıtımım Bornova’ya oldu. İbrahim evde söylemiş babasına, bizim Zeki İzmir’e gitti diye. Babası da gelmişti ziyaretime.
Bir gün birliğe bir cip geldi, rütbeli biri çıktı içinden. Ben hazıroldayım tabii. Rahatla rahatla, dedi astsubay, ben İbrahim’in abisiyim. Babası da yanındaydı. Binbaşının odasına gittik. Tabur komutanı, bölük komutanları filan içerideydi. Tanıştırıldım. Bu bizim kalecimiz, dolaşmaya geldim, dedi babası. Binbaşı oturduğu yerden kalktı. Gel buraya otur, dedi. Ama asker gibi değil, futbolcu gibi otur, dedi. Sonra herkes gidip ayrıldığında, bölük komutanı odasına çağırdı beni. Eğitimin bitene kadar buradasın dedi. En ufak bir sorunun olursa bana gel, dedi. Yeni ameliyatlı olduğum için eğitimlere filan da çıkartmadı beni. 1,5 ay böyle geçti.Süren sonunda seni önce Bursa’ya daktilo kursuna gönderecem, sonra da İstanbul’a en yakın Gebze’ye. Disiplin mahkemesinde katip olarak askerliğini bitireceksin, dedi.
Sadece beraber futbol oynadığım, hiçbir kan bağım olmayan bir arkadaşımın babası İzmir’e beni ziyarete geliyor ve hayatımı olumlu yönde şekillendirmeye çaba gösteriyor. İşte bu futbolun güzelliklerinden biri bu.
Askerde olmama rağmen kadroda buluncaksın dedilerDavutpaşa’dan. Yıl 1968-1969. Takım üçüncü küme, beyaz grupta. Bediz iyileşmişti bu aralar ve birinci kaleci olmuştu yokluğumda. Belalım Müsellim de hocamız olmuştu. Talihsizlik işte. Ben Gebze’deyken Çarşamba ve Cuma idmanlara gidiyordum. Hafta sonu da maçlarıma. Deplasmanlara da gidiyordum. Hemen sonra da kışlama gidip teslim oluyordum.
557. Topçu Tabur Komutanlığı. Hamdi Kızgınkaya kurmayalbaydı orada, sonra general oldu. Sporcu olduğumu öğrenmiş. Kulüp başkanımız sen kartlarını kullanamayacaksın, biz götürüp getirecez seni, dedi. Serbest giriş kartını bölük komutanına verelim, diye ekledi.  Ben söyledim bunu komutana tabii. KızgınkayaFenerbahçeli, Kadıköy doğumluydu. Giriş kartımı iki yıl kullandı. Bu arada idmanlara devamlı gidip geliyordum. Dağıtımım alayın karargah bölümüne çıkmıştı. Mahkeme oradaydı çünkü. Ölçme bölüğü komutanı da mahkemenin hakimiydi. Hem ölçüye, hem karargaha bağlıydım. İdmana geliyorum, akşam Gebze’ye dönüyorum, hiç aksatmadan. 24 ay yaptım askerlik.
 
Kurmay albay alayı geziyor bir gün. Gezerken beni çağırdı. Bölük komutanı müsaade etti, benzinliğin arkasında bir yer var, orada çalış, dedi. Ben elimde top, üstümde eşofmanlar, koca alay yürüyüşe çıkarken önlerinden geçiyorum. General gelecekmiş denetlemeye. Bütün alayın önünde çekti beni yanına, Bak evladım, dedi, biliyorum benzinliğin oraya gidiyorsun çalışmaya. Bundan sonra, arkada Gebze Stadı var, kulüple anlaş ve çalışmalarını orada yap, dedi. Eklemek istiyorum yeri gelmişken, menisküsüm hep devam etti. Biraz düzelme olsaydı beni tutamazlardı.
1968-69’da  hep yedektim, Bediz formdaydı, Müsellim bana düşmandı. Ve küme düştü takım. 1969-1970 mevsiminde mahalli ligde oynadık. Antrenör Rıdvan Şumlulu’ydu. Bediz birkaç maç oynayıp ayrıldı, Ankara’ya gitti çiçekçilik işleri için. O sezon ortanın altlarındaydık. Benim sakatlığım hiç düzelmediği için, iyi olduğum dönemlerde elimden geleni yapmaya çalışıyordum.
1970 haziranı askerden geldim. 1970-71 mevsimi Davutpaşa’da kale benimdi. Kaleci İbrahim Yazıcıyedeğimdi. Rıdvan hoca çok sık gelirdi iş yerime. İdmanlara neden gelmedin diye sitem ederdi. Bak abi, derdim, ben çalışıyorum yetiştirmem gereken işler var. Bunları bekleyenler var. Yetiştiremezsem çok kişiye haksızlık etmiş olurum. Kalede seni görmek istiyorum diye üstelerdi Rıdvan hocam. Gece yarısına kadar otururdu benimle iş yerimde.
1970 Ekim ayı evlendim.
1971/72 mevsiminde, idareye Kadıköy gurubu geldi. Benim işim olduğu için tercih Süreyya ve Muharrem’den yana kullanıyorlardı.İkinci devrenin hemen başındaki Eyüp maçıise her şeyin sonu oldu. 3-1 yenilmiştik. Bana, Sen de mi, diye kinayeli laflar sokmuştular. Şike yaptığımı zannetmiştiler. Santra çizgisinden havadan bir gol yemiştim. Bir yumuşak şandeli daha tutamamıştım sonrasında. Toplar balık gibi canlanıp elimden kaçıyor, ağlarla kucaklaşıyordu. Başkan Nejat Ayberk’in idareye geldiği yıldı. Yeni yönetim gelince yeni bir yapılanmaya gitmişti ve beni de bu maçtan sonra gözden çıkardılar.
Altmışlı yılların başından bu yana hep ayakkabıcılık yapmıştım, futbolu bir meslek olarak görmemiştim çünkü. Yerim Beyazıt’taydı ve hayatımı hep mesleğimle kazanacaktım sonrasında. Futboldan kazandıklarım çorba parasıydı. 1971’den itibaren daha çok yoğunlaştım ayakkabı imalatıyla. İşimle ilgili faaliyetlerde bulundum. İstanbul’un çeşitli bölgelerine imal ettiğimiz ayakkabı dağıtımını yapıyorduk. Bütün bölgelerde ticari dostluklarımız, ilişkilerimiz gelişmişti. 1995yılına  kadar sürdü bu. İki yıl da emeklilik için ve 1997 senesi içinde Esnaf Odası’ndan Bağkur evraklarımı aldım ve emekli oldum. Odadan da ayrıldım.
1972-73’ teŞehreminispor’daoynadım. İyi bir takım oluşturduk demişlerdi. Benim de Şehremini’dede bir dükkanım vardı. 1. Amatör kümedeydiler, Tatar’ların takımıydı.Ama küme düştük o yıl. Takım galip de gelse, yenilgi de alsa Kumkapı’ya rakı balık yemeğe giderdik maç sonraları.
1974’te semtim Bayrampaşa’nın resmi kulübü benimle ilgilenmeye başladı. Geldiler, beş bin lira teklif ettiler. Bayrampaşa olduğu için tamam dedim. Ekim ayına giriyorduk, ligler başlamak üzereydi. İşimiz devam ediyordu elbette. Bir gece, Aksaray’dan Bayrampaşa minibüslerine binmiştim. Vatan caddesinden çıkmış, Topkapıyokuşunu tırmanmaya başlamıştık. Sağda eski bir çeşme vardır, şu sıralar duvarın içinde kalan. Tam oraya gelmiştik ki, karşıdan kaptırıp gelen  kamyon minibüsün üstüne çullandı. Minibüs de sağa kırdı haliyle. Ben dizlerim kıvrık oturuyordum, sol bacak üç yerinden kırıldı bu kazada. Kamyon vurdu kaçtı. Böylece Bayrampaşa serüvenim de başlamadan bitmiş oldu.
Ama futbol aşkım hiç bitmedi. Halı sahalar da çıkınca arayan arayana. Bizimle oynar mısın diye. Haftada 7 gün oynamaya başladık. 2-3 yıl içerisinde ufak ufak oynuyordum. Ama seksenli yıllardan sonra kalede yer aldım hep. Haftada 7 gün hem de.
1972 ile 1997 arası ilk sırada işim vardı. Ailem vardı, sorumluluk vardı. Diğer tüm yapılanlar işimden sonraydı. 1997 yılında, Davutpaşa’da yıllarca top koşturmuş Sıtkı Özcan kardeşimizin Onur ismindeki oğlunu eğitmem, çalıştırmam istendi. Onur kalecisiydi Davutpaşa’nın. Tabii kardeşimizin evladı, bizim de evladımız, olur, dedim. Toprak saha, tahta direk kale. Gittim Bayrampaşa’ya;şartlar çok iyiydi orada. Sahası olsun, duşları, fileli kaleleri. Rica ettim yöneticilerden.  Bir öğrencim var, onu sizin tesislerde çalıştırabilir miyim, diye. Burası senin de yerin, istediğin gibi kullanabilirsin, dediler.
Arkadaşın oğlu derken, o geldi, bu geldi, öğrenciler çoğaldı. Benim oğlumla ilgilen, belirli bir para ödeyelim sana aylık olarak diye yığınla insan önümde kuyruk oluşturdu. Talebeler çoğalmaya başladı. Keresteciler, büyük esnaflar, belediye başkanı yakınları çocuklarını getirip emanet ediyorlardı bana.
Galatasaray alt yapısında bir yönetici getirdi oğlunu. Sana saha, top, her şeyi tedarik edicem, ayda belli bir ücret de vericem, benim oğlumla ilgilen, dedi. Futbolcu olması önemli değil, senin ilgilenmen önemli diye, ekledi. Böylece başladı insanlar gelmeye.
Otobüsle Bayrampaşa terfi maçlarından birine giderken, kalecileri yanaştı yanıma. Abi, dedi, hatalarım neler, bana söylermisin? Başladım anlatmaya. Evetabi, dedi. Benim eksikliklerim gerçekten bunlar. Beni çalıştırır mısın? Tabii dedim. Sonra Bayrampaşa yönetimi,Hazırlığını yap, seneye kaleci antrenörü olarak bizde çalışacaksın, dediler. Kıramadım, tamam dedim. Ama baktım başkan tamamen hava peşinde olan biri, çok rahatsız oldum ve bıraktım antrenörlüğü.
Bir müddet sonra, yazın istirahatteyken, damat geldi yanıma. Sene 2008. Baba, dedi, Bayrampaşa Tekniksporkulübü seni aralarındagörmek istiyor. Teknikspor birinci amatör kümedeydi. Beni bir abi olarak istiyorlardı yanlarında, bir kaleci antrenörü olarak da.
Üç yıldır bir aradayız. İlk gün hangi saygı ve hoşgörü ile davrandıysalar, bugün de aynı hoşgörü ve saygı ile davranıyorlar. Ben onlardan memnunum, onlar da benden.  A takımı, U17, U15, hepsi aynı yerde çalışıyoruz.  İki kişi bakıyoruz tüm takımlara. 4 gün idmanımız, her takım ayrı günlerde çalıştırılıyor.