YUSUF BAHÇIVANCI



 
 



Doksanlı yılların başında amatör kümede başarılı maçlar çıkaran, gençlerle dolu takımımızdaki genç, atak ve gözüpek solaçığımız Yusuf Bahçıvancı’yı bugünkü Alipaşa kedileri daha çok müthiş saygılı oluşu ve sıcakkanlılığıyla hatırlıyor. Zamanın aşındırıcı etkisi diyelim buna. Sel gidiyor, kum kalıyor.
 
Bahçıvancı 22 Kasım 1972 tarihinde, Mardin, Kızıltepe’de geliyor dünyaya. Babası Serhan Tarım İl Müdürlüğü’nde çalışıyor, annesi Fatma ev hanımı. On üç kardeşler, sekizi kız, beşi erkek. Abilerden Ali seksenli yıllarda Diyarbakırspor’da forma giyiyor. Ailenin iki topçusundan biri.
 
Aile 1980 yılında İstanbul’a geliyor. Fatih’e yerleşiyor. Yusuf, Gazi İlkokulu ve Şehremeni Lisesi’nde görüyor ilk ve orta öğrenimini.
 
Futbol hayatı erken başlıyor. Lisansiye olduğu kulüp birinci amatörde mücadele eden Özfatih, seksenlerin ikinci yarısı. Sonra Karagümrük’te bir sene, antrenör Lağım Osman. Ardından yeniden Özfatih’e dönüş.
 
Bu ilk ayaktopu eğitiminin ardından Davutpaşa formasıyla tanışıyor Yusuf. Doksanların başı. Üç yıl yer alıyor kavuniçi kahverengi formayla.
 
Mevkisi hiç değişmiyor, hep solaçık. Süratli. Topu atıyor ve ardından patlatıyor deparı. Top kendisine geldiğinde bağırıyor arkadaşları. ‘’Yürü Mardinli, yersin onu’’. Çalım atan bir açık değil Yusuf. Çok süratli ve güçlü. Dahası deli cesaretine sahip. Ama kavga eden biri değil. Çok güçlü çünkü, kimseyi döverek kendisini kanıtlamak zorunda hissetmiyor. Lakabı Fernandito.
 
Yusuf’un sürati onu atletizme de merak sardırıyor. Maraton koşmaya özeniyor. Avrasya maratonuna katılmaya karar veriyor Davutpaşa’da oynarken. Ödülü gözüne kestirmiş. Altın veriyorlarmış. Bir profesörün gözetiminde bir ay çalışıyor. Profesör ona Japon helvası veriyor. Bol bol yiyor bunu Bahçıvancı. Sonra yarışa katılıyor. İlk yirmiye girmeyi başarıyor. Ama tam on beş gün yatakta dinlenmek zorunda kalıyor sonrasında. Bugün bile, Ne biçim helvaymış bu, benim bildiğim helva tatlı olur, bu zehir kadar acıydı, diyor.
 
Davutpaşa günlerinden unutamadığı maç Gençlerbirliği karşılaşması. Şampiyonluğa giden rakibimizi kendi sahasında maymuna çevirdiğimiz, 2-0 öne geçtiğimiz, sonu karakolda neticelenen hadiseli maçta ilk golü kafayla karşıtların filelerine gömen o.
 
Yusuf kendine çok iyi bakarmış futbolculuk yıllarında. Her akşam muz, süt, yumurta ve balı karıştırıp içermiş.
             
Davutpaşa’nın ardından Galatasaray Paf takımının yolunu tutmuş. Salih Bulgurlu hoca yönetiminde çalışmış ama pek uzun ömürlü olmamış bu deneyim. Çünkü önemli bir trafik kazası geçirmiş. Doksanların ortası olmalı. Çapa’da üç gün yoğun bakımda tedavi görmek zorunda kalmış, altı ay boyunluk taşımış. Böylece futbola veda etmiş.Futbol aşkını bu tarihten sonra halı sahalarda tatmin etmeye karar vermiş.
 
Yusuf’un iş hayatı erken başlamış. Küçük yaşlardan itibaren çalışmış hep. İlkin düğün salonlarında fotoğraf çeken bir ustanın yanında çırakmış, yıllar geçtikçe ustasıyla arasında bir baba oğul ilişkisi gelişmiş. Adam emekli olduğunda dükkanı parasız Yusuf’a devretmiş. Dükkan Fatih, Akdeniz Caddesi’nde. Sene 1988 filan.
 
Bahçıvancı’nın dünya evine girişi azıcık hadiseli. Kız kaçırmış çünkü. Kayserili Beyhan hanım ile imzalar 1992 senesinde atılmış. Baran isimli bir erkek evladı olmuş 1998’te. Beşiktaş genç takımında voleybol hayatına başlamışgenç Bahçıvancı. Çift 2009 yılında ayrılmış, oğul annede.
      
Bahçıvancı belki fotoğrafçılıkla kazanmış yaşamını ama Türk Spor Ajansı’nda gazetecilik de yapmış iki yıl. 1999-2000. 
 
Şu anda Fatih belediyesi sosyal tesislerini çalıştırıyor. Altı senedir yapıyor bu işi. Düğün etkinliklerinde söz sahibi.
 
Baba kenti Mardin’e ise zamansızlıktan sadece dört beş kere gitme olanağı bulduğunu söylüyor. Çok yoğun çalışıyor çünkü. İş seyahatleri daha çok dışarıya yönlendiriyormuş onu. Hollanda, Belçika, Almanya, İtalya’ya. 
 
Bahçıvancı kendini şöyle tanımlıyor. ‘’Çok duygusal biriyim. Birini ağlarken görsem, ben de ağlarım. Karnım tok olsun yeter. Çok şeyde gözüm yok. Kanaatkarım. Kimsenin malına göz dikmem. Bir liram olsun, helal para olsun. Paylaşımı severim ben, hep bana diyenlerden değilim çok şükür. Yemek yemeyi bile sevmem tek başınayken. Sofrada hep birileri olsun isterim.
 
Yemek kültürüm gelişkindir. Acılı yemeklerin hepsini büyük bir afiyetle yerim. İstanbul’un en iyi restoranlarını bana sorun. Müziği de çok severim. Hem söylerim, hem de dinlerim. Yavuz Bingöl ve Neşet Ertaş en çok dinlediklerim. Türk Sanat Müziği’ne de tutkunum.’’