YAVUZ TURNA




YAVUZ TURNA (1947-2016)
 
Esekapı’nın yaşlı mırnavları Yavuz Turna abilerini özellikle 1966-67 mevsiminin, İstanbul şampiyonluğunu kıl payı İstanbulspor’a kaptıran Cezmi Sebat’lı, Zeki Tüzalgan’lı, Fikri Pehlivan’lı, Şükrü Dik’lişahane genç takımımızdan hatırlıyorlar. Ama yaşlı mırnavlar Turna’nın son yirmi yılki görüntüsüyle, topçuluk dönemi görüntüsü arasındaki fark karşısında şaşkınlıktan ağızları açık kalıyor. Çünkü doksanların sonunda bir tarikatın müridi olan Turna uzun beyaz entarileri, kocaman sakalıyla bir Arap şeyhinden farksız dolaşıyordu Fatih-Esekapı arasında.
 
Dev kaleci Bediz Baysal mahallede birlikte büyüdüğü çocukluk arkadaşını şöyle anlatıyor. ‘’Karşılıklı iki bahçeli evde otururduk Yavuz’un ailesiyle. Esekapı’da, Etyemez Tekke Çıkmaz Sokak’ta. Yusuf Baba, Nuri Demirağ’ın Haliç’teki döküm fabrikasında ustaydı. Bir gün hurdaları eritmek için kazana atarken yangın çıkmış, koca fabrika yanmıştı. Yusuf Baba bundan sonra, Rami’de Denet Cıvata Fabrikası’nda çalışmıştı. Leman Anne ise ev hanımıydı. Altı kardeştiler. İki kız (Şima ve Dilek), dört erkek (Nurettin, Fikret, İsmail ve Yavuz).
 
Yavuz Kocamustafapaşa’dakiHacıkadın İlkokulu ve Pertevniyal’de ilk ve orta öğrenimini gördü. Futbola başlaması ise Davutpaşa genç takımındaydı. Sene 1964 olmalı. Ama Esekapı’nın kırmızı beyazlı güçlü takımı gayrıfedereÜmitspor’da da birlikte oynardık. Takımda mahallenin gençleri top koştururdu. Necati Küçükçavdar, Hayati Küçükçavdar, kaleci Meriç ve ben gibi.
 
Yavuz sağbekti. Sert oynardı, pek tekniği yoktu. Ben dönemin kasap lakaplı ünlü beki Candemir’e benzetirdim onu. Çok sağlam bir topçuydu. Kişiliği de futboluna benzerdi. Arkadaş canlısı, gözüpek biriydi. Aynen kankası Reşat Bakikuşağı gibi.
 
Yavuz benim için özel biriydi. Mahalle arkadaşım olmasının dışında, hiç unutamadığım bir olayda hayatımı kurtarmıştı çünkü. Şenlikköy Sahası’nda bir maçta olmuştu olanlar. Yazlık bir maçtı.Sultanspor’un o günlerde iki takımı vardı, biri A, biri B. Ben ilkinde kalede oynar, ikincisinde ise forvette gol arardım. Oynadığım maç B takımlaydı o gün. 35-40 metreden topa vurmuş golümü atmıştım. Yavuz ise dışardaydı, A takımla oynayacaktı daha sonra. Kenarda maçımızı izliyordu. Bana biri gelipküfretti gol atmamın ardından. Ben aldırmadım, döndüm, yürüdüm santraya doğru. Meğer herifçioğlu eline taş alıp arkamdan geliyormuş vurmak için. Durumu fark eden Yavuz fırlamış, uçarak kafayı patlatmış saldırganın ensesine. Yere pul gibi yapıştırmış. Hiç unutmam bu olayı.
 
Turna ailesi 1956 istimlakı sonrası hastane karşısına taşınmışlardı. Yavuz askerden geldikten sonra makine/cıvata ustası babasının çalıştığı Denet’e girdi. İdari bölümde görev aldı yıllarca. Emekli olduğu yer de orasıydı. Doksanların ortası olmalıydı.
 
Yavuz sinemayı çok sever, sık sık salonlara giderdi. Ailece Fenerbahçeliydiler. Yetmişlerde evlenmiş olmalı. İki kızı olmuştu diye anımsıyorum. Ama kızları çağdaş görünümlüydüler, kapanmadılar.
 
Yavuz’un bir tarikata girişi doksanlı yılların sonlarına doğru olmalı, yani emeklilik sonrası. Çünkü işteyken onu o garip giysiler içinde görmezdik. Ama son yirmi sene hep öyleydi.
 
Eski arkadaşları olarak Yavuz’u gençliğinde şen şakrak, içen, tozan biri olarak gördüğümüz için yadırgamıştık haliyle. Ama bu konuda hiçbirimiz kendisiyle olumsuz bir şey konuşmadık elbette.’’