ULVİ YETERGİL


Kimdir ?





 

1931’de İstanbul Kocamustafapaşa’da doğdum. Babam, tapu kadastroda memur, annem ev kadınıydı. İki kardeştik. Kardeşim maalesef vefat etti.
 
İlkokulu Silivrikapı İlkokulu’nda bitirdim. Davutpaşa Ortaokulu’ndan sonra da, bir sürü imtihanneticesinde 1952’de Deniz Astsubay Okulu’na girdim, 1954’te de bitirip,deniz astsubayı olarak hayata atıldım. Otuz sene bu kuruma hizmet ettim.
 
Hep Davutpaşa taraftarıydım, kulüp ile iç içeydim. Sadece astsubay okulunda olduğum süreler kulüpten biraz uzaklaşmak mecburiyetinde kalmıştım.Davutpaşa-Kocamustafapaşa komşu semtler olduğundan, arkadaşlarımın bir çoğuDavutpaşalıydı.
 
Kırklı yıllarda, Davutpaşa’nın yakın muhitler içerisinde en popüler takım olmasından dolayı, on yaşımdan itibaren kulübün içerisinde olmuşumdur. Hiçbir menfaat gözetmeksizin çok büyük ilgi ve sevgim olmuştur bu takıma. Maçlarını hiç kaçırmazdım diyebilirim. Antrenmanlar, AlipaşaCamisi avlusunda ya da Davutpaşa Lisesi’nin bahçesinde yapılırdı. Her iki alanın zeminide betondu. Yolun üzerinde, şu anda Alipaşa camisi kütüphanesi olarak kullanılan bina da kulüp binasıydı.
 
Aktör Abdurrahman Palay, Adil Özyedierler, Doktor Vecihi, Ruhi 40’lı yılların en popüler oyuncularıydı.
 
Davutpaşa Spor Kulübü, resmi olarak 1926 da kurulmuştur. Ancak, öncesinde gayri federe olarak da var olduğu bilinmektedir. Milli mücadeleye de katılmışlardır. Gayri federe bir takım iken forma renkleri kırmızı-yeşilmiş. Kırmızı, milli mücadelede akıtılan kanları, yeşil renk te erişilecek olan refahı simgeliyormuş. Flamanın üzerinde de bir yıldırım amblemi varmış. Yıldırım Davutpaşa derlermiş takıma.
 
1926 kuruluşu ile beraber, zamanın itfaiye teşkilatı, oyuncu ve yönetim olarak hakim olmuşlar takıma. İlk önce flamadaki yıldırım amblemi çıkartmışlar, takımın sadece Davutpaşa olarak anılmasını sağlamışlar. Forma renklerini, teşkilatın renkleri olan turuncu (pantalonları) ve kahverengi (ceketleri)  renklere dönüştürmüşler. Kulübün kuruluşunu resmileştirecekler ancak, hiçbir şeyleri yok ellerinde. Ne toplanacakları yerleri, ne de tekmeleyecekleri topları. Gitmişler Fenerbahçe Kulübüne, patlak topları toplamışlar ve onarıp kullanmaya çalışmışlar.
 
Kulüp kurulup, yönetim oluşturulduğu dönemde, başbakanımız Recep Peker bir Kocamustafapaşa çocuğuymuş. Seyrek de olsa akraba ziyaretine geliyormuş doğup büyüdüğü bu semte. Her geldiğinde de mutlaka Davutpaşa’daki dostlarını da ziyaret edermiş.  O yıl, akraba ziyaretine geldiği bir sırada, kendisini ziyaret edip, kulüp ile ilgili isteklerini bildirmişler. Futbol Federasyonunun kurulmuş olmasına rağmen, çok yeni olduğu için, tüm cemiyet işlerine Ankara bakıyormuş. Tüm izinler hala Ankara’dan çıkıyormuş. Recep bey, üç kişilik bir heyetle çıkmış Atatürk’ün makamına, Doğup büyüdüğüm semtte,  benim başkanlığımda bir spor kulübü kurmak istiyorlar, demiş. Atatürk de milli mücadeleye katılıp katılmadıklarını sormuş. Katıldılar, demiş Recep bey, çok da şehitleri var. Tamam ozaman, demiş Atatürk. Ancak bunlar ne yer ne içerler? Derhal, bağlı bulundukları yerin halk evine gitsinler, kendilerine bir yer tahsis edilmesini talep etsinler. Toplanacakları, malzemeleri koyacakları bir oda versinler onlara. Üye aidatı olarak da aylık bir kuruş alsınlar.
 
Yönetim olarak kulübün ana tüzüğünü hazırlayın, tüzüğün birinci maddesi, Davutpaşa Spor Kulübü bir spor teşekkülüdür. Maksadı muhitteki gençlerin bedeni kabiliyetlerin artmasına yönelik çalışma yapmaktır, olacak. Sonra Fenerbahçe Spor Kulübüne gitsinler ve ana tüzükleri aynen kopyalasınlar, demiş. Atatürk’ün tüm istekleri yerine getirilmiş ve kulüp resmen kurulmuş. Tüm fakirliklere, yokluklara rağmen, başarılarla, başarısızlıklarla bugüne kadar gelinmiş.
 
Mezun olup, subay olarak çalışmaya başladıktan sonra, kulübe üye olmak istedim. O zamanlar, kamu görevlilerin, cemiyetlere üye olmaları için özel izin alma zorunluluğu vardı. Birlik komutanına bir dilekçeyle başvurup kulübe üye olmak ve kongrelerinde yer almak istediğimi bildirdim. Beni çağırttı. Dilekçemi Ankara’ya göndermem gerektiğini söyledi. Ankara’ya yazdığım dilekçeye kısa bir süre sonra cevap geldi. Mektupta, yapmış olduğumuz tahkikatta, Davutpaşa Spor Kulübü’nün, cemiyetler kanunu ve cemiyetler hissesi içinde bulunduğu tespit edilmiş olup, gayri faal olarak üye kaydınızı yaptırmakta bir sakınca görülmemiştir, yazıyordu. Üye kaydımı yaptırdım. Genel kurullara katıldım, oy verdim. Ancak aktif faaliyetlere katılamadım.
 
Derken, donanmaya on beş, on altı askeri gemi almak için ellilerin sonunda Kuzey Amerika’ya gittim. Bir yıl kaldım. Amerika’da bulunduğum süre içerisinde, döndüğümde kulüpte bir de basketbol takımı kurmak geçiyordu aklımdan. Geldim Davutpaşa’ya. Çıktım başkanımız Müfit Değer’in karşısına ve anlattım bu isteğimi. Ben basketboldan hiç anlamam, birebir sen ilgilenirsen hay hay, dedi. Araştırmaya başladım ve ekibimi kurdum. Ekiple birlikte basketbol takımı da kurulmuş oldu. Orta halli, sevilen bir takımdı. Ancak iki, üç sene götürebildik takımı. Oyuncular dağıldıktan sonra bir daha toparlayamadık.
 
Deniz subaylarının, Cumartesi, Pazar dışında hiçbir ekstra serbest günü yoktur. Tüm bu faaliyetleri gizli olarak haftasonları yürütüyordum. Kulübe saat kaçta gelirsem geleyim, mutlaka rapor verirlerdi bana. Transferlerle, antrenmanlarla ilgili olarak.
 
1954’te evlendim. 1955’te Kanlıca’ya taşındık. Kanlıca’danhergünDavutpaşa’ya gelir, antrenmanları ve maçları izlerdim. 1975 sonunda isteğimle emekli oldum. 1955-1975 arası kulüpte gayri faal olarak görev yaptım.
 
Emekli olduğumda Hadi Türkmen kulüp başkanımızdı. Çok disiplinli bir yöneticiydi. Pazartesi iktisadi, Perşembe görev dağılımı ile ilgili olmak üzere haftada iki kez toplantı yapar, toplantılara katılımı titizlikle takip ederdi. Oyuncuların motivasyonları için, bazı haftalar Fenerbahçe kampına, bazen Galatasaray, bazen de Beşiktaş kampına götürürdü takımı. Hatta milli takım kamplarına da götürdüğü olurdu. Fenerbahçenin yönetim kurulu üyesi olduğu için, çok sık Fenerbahçe kampına giderdik.
 
Birbirimizi çok severdik. Hadi bey, Size yönetimde faal görev vermek isterim, ne dersiniz, diye sordu. Hay hay, dedim, siz uygun görürseniz.
 
Sporcuların toparlanması, eksiksiz malzemeyle gidecekleri yere en verimli şekilde ulaştırılmaları görevi uygun görülmüştü. Ben de zevkle yapardım görevimi. Kanlıca’dan, maçın oynanacağı en yakın yere iki saatte ulaşıyor olduğum halde.
 
1977’de bir meslektaşımla 13 yıl süre ile Bayrampaşa’da plastik eşya toptancılığı yaptık. 1975-1979 arasında da yönetimdeydim.
 
1998 sonrası günler geçtikçe kulübün durumu kötüye gitti. Hatta Davut Kılıç’ı bile arayamıyordum, kötü haberler verecek diye. Kulüp binamız alındı elimizden, sahamız alındı. Kendi çabalarımızla, tırnaklarımızla kazıyarak, kahve kahve para toplayarak, Müfit Değer zamanında yaptığımız kulüp binamızı Sadettin Tantan aldı elimizden. Bize yer vereceğini söyledi ama sözünde durmadı. Davut Kılıç’ın kahvesini, malzeme deposu ve toplanma yeri olarak kullanmaya başladık. Başkanlık için kime rica ettiysek, kulübün durumu nedeniyle, işlerinin yoğunluğunu bahane ederek kabul etmediler.
 
Bir Davutpaşa gecesine katılmam için, Davut Kılıç beni aradı. O gece çalışmalarım nedeniyle bir plaket verdiler ve kulübe başkan olmamı teklif ettiler. Her şeyi biz hallederiz, ancak gel başımızda ol! Sene 2009.
 
Kulübe olan aşırı sevgimden dolayı kabul ettim. Ancak ne bir sahamız, ne binamız, ne tabelamız, ne de göndere çekilmiş bir bayrağımız vardı. Davut Kılıç’ın da çabaları ile Namık Sevik sahasında bulunan iki odadan birine sahip olundu ve malzemelerimizi oraya koymaya başladık. Ancak genel kurullarımızı kahvede yapmaya devam ediyorduk. 2. amatörkümede kötü günler yaşıyorduk.
 
Başkanlığı 2009’de yaşım ve rahatsızlığım nedeniyle bırakmak zorunda kaldım. Evimin uzaklığı, 3-4 vasıta ile kulübe ulaşmak zor oluyordu artık.
 
Bu kulübe çok değerli üç başkan gelmiştir. Kulüpte de oynamış olan, kuruculardan Ömer İpek, Müfit Değer, Hadi Türkmen. Bunlar kulüplerine aşık insanlardı.
 
Ömer bey, hiçbir maçı, hiçbir antrenmanı kaçırmayan çok ilgili bir insandı. Bir müddet sonra gözlerine perde indi. Bu durumda bile maçları kaçırmaz, güvendiği bir insanı yanına çağırır ve anlattırırdı maç oynanırken.
 
Hilmi Kiremitçi Ömer beyin zamanında oynamış varlıklı bir aile çocuğuydu. Maç öncesi çocuklar toplanır, maçın yapılacağı sahaya gidişleri organize edilirdi. Genelde Aksaray’a kadar yürünür, oradan tramvaya binilip Şeref Stadı’na gidilirdi. Tramvay bileti yirmi kuruşsa, Ömer bey her bir çocuğa gidiş-dönüş bilet için birer lira verirdi. Sıra Hilmi’ye gelince, almazdı parayı Hilmi. Benim ihtiyacım yok başkanım, derdi. Ve kulağına eğilip, o parayı şuna verin, hiç parası yok, diye de eklerdi. Ömer bey döneminde takımdaki herkes aşkla, özveriyle çalışırdı. Yani Ömer bey kulüp aşkını, kulüp ruhunu aşılamıştır.
 
Sonra Müfit bey geldi ve yeni bir çığır açtı. Artık durum paraya dökülmüştü. Oyuncular para istemeye başlamışlardı kulüplerden. Müfit bey, futbol oynayan, futbola yatkın öğrencileri toplar, hem onlara sahip çıkar, hem de okul masraflarını karşılardı. Müfit beyin zamanı, kulübün en iyi zamanlarıydı. Genel kurullar yapılır, kurullarda kararlar alınır, hesaplar yapılırdı. Müfit bey yöneticilerini toplar, bu sene şu kadar paraya ihtiyacımız var, herhangi bir katkınız olabilir mi, diye sorardı. Kimi memur, kimi işçi, kimi küçük esnaf olduğundan, genelde hiç maddi katkıları olmaz, iş yine tamamen Müfit beyin cebindeki paraya kalırdı. Belki de bu nedenlerle biraz dediğim dedik bir başkandı. Oyuncuya da karışırdı, hocaya da. Ancak, kimsenin bu konuda söz hakkı olmaz, olamazdı. Çünkü kulübün ihtiyacı olan tüm para Müfit beyin cebinden çıkardı. Özel malzemecisi vardı. Tüm malzemeleri birebir kontrol eder, bir eksik gördüğünde derhal hesap sorardı. Bu ayakkabının neden kramponu yok, bu formalar neden ütüsüz.
 
Tüm futbolcularla tek tek ilgilenir, sorunlarını çözmeye gayret ederdi. Baba evlat gibi bir ilişki kurmaya çalışırdı hep. Formaları evine götürür yıkatır, kalorifer üzerinde kurutur, gerekirse ütületir ve getirirdi. Ayakkabıların, soyunma odalarının ilaçlanma işleri ile bizzat ilgilenirdi.
 
Hadi Türkmen, kulübe disiplin, saygınlık ve kurumsallaşma getirmiştir. Kulübün, gazetelerde boy göstermesi, adının büyük takımlarla yanyana anılması, adının bir marka olması sağlanmıştır.