SITKI ÖZCAN







‘’25 Aralık 1950’de Kastamonu’da doğdum. Ebe tarafından gerçekleştirilmiş doğumum. Aynı gün babaannemin ölümü nedeniyle, beş gün sonra, 1 Ocak 1951’de nüfusa kaydettirmiş babam.

 

Dedemin ve babamın işleri nedeniyle, on bir yaşıma kadar Kastamonu merkez (bakırcıların bulunduğu meşhur Nasrullah Camii civarı), İstanbul-Beyazıt ve Safranbolu-Cincan üçgeninde yaşadım. Dedem ve babam bakır ticareti ile uğraşıyordu.

 

Tüm okul mevsimi sekiz ay Kastamonu’da, tatillerde de üç ay İstanbul, bir ay Safranbolu’da kalırdım. İstanbul’da bulunduğumuz zamanlar, Fatih Camisi karşısında babama ait olan Bakır Apartmanı’nda yaşardık. Diğer dokuz ay boş dururdu daire. Altmışların başlarında devamlı yaşamak üzere İstanbul’a geldik.

 

İlkokulu Kastamonu’da okudum. Kendimi bildim bileli futbol hastasıydım. Hiçbir maça gitmemiştim oysa. Sadece radyodan dinlerdim. Hatta radyodan maç dinlerken, arkasına geçip içinde birileri mi var acaba, diye bakardım. O kadar küçüktüm yani.

 

Cikletlerden çıkan futbolcu resimlerini biriktirirdim. Defterlerden albümler yapar, yapıştırırdım resimleri. Basri’ler, Lefter’ler. O aralar bayağı bocalamıştım, Galatasaraylı mı olayım, Fenerbahçeli mi diye. Lefter ağır bastı.

 

Sürekli top oynardım sokaklarda. Bir de araba merakım vardı. Çıtalardan bilye tekerlekli arabalar yapardım. Kız kardeşim benden altı yaş küçüktü, eşinin işi nedeniyle Ankara’da yaşıyor şimdi.

 

Hep vasat bir öğrenciydim, ama ilk, orta, lise ve üniversite olmak üzere sonuna kadar okudum. İyi bir çocuktum. Arkadaşlarımın anneleri çocuklarının benimle oynamalarını isterdi. Bozuştuğum arkadaşlarımın anneleri evimize gelir, bizi barıştırmaya çalışırlardı.

 

Rahmetli annem çok disiplinli bir kadındı. Sürekli doğruyu yanlışı, iyiyi kötüyü anlatırdı. Çok erken yaşlarda bu olguların ayrımına varmamı sağlamıştı. Ben de anneme mahcup olmamak için ondan öğrendiğim gibi davranmaya çalışırdım. Rahmetli babam çok sinirli bir adamdı. Başına bir bela gelmesin diye yatmadan önce, Allahım babama bir şey olmasın, ölecekse eceliyle ölsün, diye dualar ederdim. O nedenle okuldan, futboldan, kendime ait işyerimden boş kalan tüm zamanlarımı babamla birlikte geçirirdim. Sadece 1981 yılında, dört aylık kısa dönem askerlik için Burdur’a gittiğimde yoktum babamın yanında. Askerlikten döndüğümde yine rahmetli babamın yanındaydım sürekli. Kendi işyerimden çok onun işyerinde geçerdi zamanım.  

 

Çok arkadaşım vardı. Büyüğümü, küçüğümü bilerek, doya doya bir çocukluk yaşadım. Sürekli yaşamak üzere İstanbul’a geldiğimiz yıl Bakırköy’e taşındık. Karma Ortaokulu’nda okudum Bakırköy’de. Futbol sayesinde çok çabuk çevrem ve arkadaşlarım oluştu. Ortaokuldan beri görüştüğüm birçok arkadaşım vardır hala.

 

Bakırköy Lisesi’ne geldiğim yıl okulun futbol takımına seçildim. Aynı tarihlerde de Davutpaşa başladı. Altmışların ikinci yarısıydı.

 

1962’de babamın arabasının tekerleği patlamıştı, Fatih’te bir lastikçiye girdik. Bir Ermeni vatandaştı. Tamirat sırasında babamla sohbetlerine kulak misafiri oldum. Çocuklarının Amerika’da olduğunu, oraya yerleşmek istediğini, dükkanı da devredeceğini söylüyordu. Arabalara olan düşkünlüğüm nedeniyle olsa gerek babamdan dükkanı devralmasını rica ettim. Gerçi iş için mi, oyun için mi istiyordum tam emin değildim. Tamam, dedi babam. Eski sahibi devrettiğinde, dükkanda çalışan elemanlar da işlerine devam ettiler. O tarihten itibaren ben de lastikçi oldum. Okul çıkışı hemen dükkana gelir, akşama kadar yardım ederdim.

 

Galatasaray’da antrenörlük yapan Bülent Ünder, İstanbulspor ve Mersin’de oynayan Feridun çocukluk arkadaşlarımdı. İçimizdeki en mükemmel oyuncu Feridun’du. Hem futbol, hem de karakter olarak mükemmel bir insandı. Ancak çok erken yaşlarda iki dizinden de problem yaşadı ve futbolu bırakmak zorunda kaldı. İstanbulspor’a geçtiği zaman, Cemil Fenerbahçe’ye gitmişti. Cemil gitti ama yerine yenisi geldi, demişlerdi Feridun için. Oradan da Mersin’e gitti. Yuvasını orada kurdu ve kaldı. Zaman zaman görüşürüz.

 

On beş, on altı yaşlarımda, lisedeyken Bahçelievler’de şirin bir Çalışlar sahası vardı. Orada gayri federe bir takım kurmuştuk aynı ismi taşıyan. Hava şartları müsait olduğunda, semtler arası maçlar yapardık. Dört tarafı apartmanlarla çevrili bir sahaydı. Rahmetli Müfit Değer’in akrabaları oturuyormuş orada. Başkan bir gün akraba ziyaretine geldiğinde beni izlemiş.

 

Maç bittikten sonra tonton bir amca yaklaştı yanıma. Kendini tanıttı. Başkan Müfit Değer’di. Benim takımımda oynamak ister misin, diye sordu. Tabii ki, dedim. Peki ne kadar istersin, diye sorunca, Çok teşekkür ederim, ben para istemem, zaten ailem de kabul etmez, dedim. Ben öyle deyince, Futbolu çok sevdiğin belli, bu nedenle sana ben kulüpte başkan olduğum sürece kapalı tribünlerde bedava maç seyredebilmen için kart vereceğim, dedi.

 

Genç takımda başladım, ama kapalı tribün kartım vardı. Normal şartlarda genç takımda oynayanların açık tribün kartları olurdu. Böylece Davutpaşa gençte başlamış oldum. 1968-69 sezonuydu. Geldiğimin ilk altı ayı gençte oynadım. Antrenörümüz Rıdvan Şumlulu’ydu. A takıma geldiğimde de antrenör Müsellim Kesse’ydi. Rahmetli Necati abi sakatlanınca Müsellim, Eskişehir deplasmanı için seni kadroya aldım, dedi. Babamın izin vermeyebileceğini söyledim. Git sor, bekliyorum, dedi. Babama sordum izin vermedi. Oynayacaksan İstanbul’da oynayacaksın, diye ültimatom çekti.

 

Lise bittikten sonra, Beyazıt İktisadi Ticari Bilimler Mali Muhasebe bölümüne başladım. Çok yoğun günlerdi. Topkapı kale içinde bir atölye almıştık. Kalıpların  en az 5 saat yakılması gerekiyordu. Sabah çalışanlar geldiğinde hazır olması için, gecenin üçünde kalıpları yakardım. Saat sekiz buçukta babam ve elemanlar sökün ettiğinde koşa koşa Beyazıt’a okula gider, saat bir buçukta okul bitince de hemen işimin başına dönerdim. İdmanlarım varsa onlara da gider ama mutlaka tekrar işimin başına geçerdim.

 

1969’da üniversiteye başlamıştım. İlk yılı direk geçtim. O yaz tatile yazlığımıza gittiğimde eşim Figen’le tanıştım. Saint Benoit’ya başlayacaktı o yıl. Sonra liseyi bitirdikten sonra, İstanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’ni kazandı. Birlikte gidip ön kaydını yaptırmıştık. Ama Fransız filolojisine yazıldı sonra. Bu arada ben ikinci yılı da direk geçtim. Üçüncü seneye başlayacağım, bir baktım eşim karşımda. Filolojiyi bırakıp bizim bölüme kaydını yaptırmış.

 

İş ve futbol yüzünden okula çok fazla devam edemiyordum. Üniversitenin futbol takımında da oynuyordum.  1969’da başladığım fakülteyi on bir senede bitirdim. Öğrenci olayları, iş ve futbol yüzünden. Ama Figen iyi bir öğrenciydi.

 

1970-71 sezonu başında federasyonun aldığı bir kararla, birkaç takım tekrar üçüncü lige çıkarıldı. Bu birkaç takım arasında Davutpaşa da yer almıştı.

Her sezon bittiğinde Müfit abi beni profesyonel yapmak isterdi. Bense istemezdim. Zevk için oynuyordum. Kendimi yeterli görmüyordum. Bir Cemil Turan modeli vardı önümde. Ancak o nitelikte bir futbolcuysan ve Fenerbahçe gibi bir takımda oynarsan profesyonel olabilirsin, diye düşünüyordum.

 

Yeşilyurt’ta Sabina diye bir otel inşaatı başlamıştı. Yanında da özel bir plajı vardı. Orada denize girerdim haftanın birkaç gün işten artakalan zamanlarımda. Feriköy’ün ikinci kümeye düşüşünün üçüncü yılıydı. 3-5 kişi geldi plaja. Feriköy’ün yöneticileriymiş. Beni daha birinci ligde oynadıkları günden beri takip ettiklerini söylediler ve kulüplerine davet ettiler. Gittik. Bana ne kadar para istediğimi sordular. İkinci ligde profesyonel olmamın gerektiğini, 24 bin lira da para vereceklerini söylediler. Ben profesyonel olmak istemediğimi söyledim. Zaten Baykul, Zekeriya’nın kardeşleri Fahrettin ve Burhanettin, Gaziantep’e giden santrhaf Alpaslan olmak üzere, dört, beş amatör lisanslı oyuncular kadrodaydı. İkinci kümede en fazla iki amatör lisanslı oyuncu ibraz edilebiliyordu o sırada. Para istemediğimi, amatör lisansla oynarsam kabul edebileceğimi belirttim. Tamam, dediler. Yine de ne kadar para istediğimi sordular. Eski kulübüme malzeme sağlanması koşulu ile okey dedim.

 

Müfit abiye gittim, Feriköy’de oynamak için izin istedim. Üst ligde olan bir takım olduğu için izin veriyorum, dedi. 1971-72’de Feriköy’deydim. Öğrenci olduğumdan tüm okul masraflarımı da karşıladılar. Hocamız Fenerbahçeli sağ bek Nedim’di. Amatör lisanslı olarak Baykul ile birlikte otuz maç oynadım. Orta sahada görev alırdım ya da kanatta.

 

Feriköy’de biraz düşkırıklığı yaşadım. İskenderun deplasmanına gitmek üzere Kabataş’ta buluşulacaktı. Ben alışmışım Davutpaşa’da gidilecek yerlere uçakla yolculuğa. Geldi 60 model bir IETT’den bozma otobüs. Korkmuştum. Üç büyük kaza geçirdik gidene kadar. Şöför frene basıyor, araba yüz-yüz elli metre sonra durabiliyordu. Kusura bakmayın, dedim, ben bu işi gerçekten zevk için yapıyorum. Böyle bir yolculuk benim için çok sıkıntılı oluyor, ben gelmeyeceğim ! Ateş abi, Selahattin abi ve Feriköy’ün ‘Davut abi’si Ahmet abi, tamam, dediler. Sen uçakla gidilecek yere uçakla, trenle gidilecek yere trenle gideceksin ! Ayrıcalık olacağını söyledim, ama sorun değil, dediler. Bir sezon oynadım. Sezonun tam sonunda lifim attı. O zaman lif atmanın ne olduğunu bilmiyordum. Bebekliğimden beri de kasık fıtığım vardı. Buna rağmen futbol oynardım. Lifim atınca, herhalde kasık fıtığım son raddeye geldi galiba, dedim. Ayağımı zor kaldırıyordum. Kimse ne olduğunu anlayamamış, tedavisini de yapamamıştı. Bir de Feriköy’de oynarken ayak parmağım kırıldı. Baltalimanı’na kaldırdılar. Ayakkabı giyemiyordum. Buna rağmen sarıp sarmalayıp Aydın deplasmanına bile götürmüşlerdi beni. Sezon sonunda ayrıldım takımdan.

 

1972 Şubat ayında Davutpaşa’da da Müfit abi bırakmıştı başkanlığı. Nejat Ayberk  başkan olmuştu. Hakkı Yağız ikinci başkandı. Hakkı abi beni hiç görmemiş ama duymuş etraftan. Remzi Önal ile sürekli bana haber gönderiyordu. Sıtkı geri gelsin diye. Takımdaki en iyi arkadaşım Remzi Önal’dı. İçi dışı bir biriydi. Sizinle sevinir, sizinle üzülürdü. Müthiş uymuştu kafalarımız. Kısa bir süre içinde kanka olmuştuk. Yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyordu. Başkan illa seninle konuşmak istiyor, dedi Remzi. Gittim yazıhanesine. Senin mutlaka geri dönmeni istiyorum. Kulübümüzün forması senin gibi bir yakışıklının üzerinde çok güzel durur diye espiri de yaptı. Gelirim abi, dedim. Ama önce fıtık ameliyatı olmam gerekiyor. İstanbul’un belki de ilk özel kliniği olan, Lale Teşhis Kliniği’ne yatırdılar beni ve ameliyat oldum. Bir hafta hastanede yattım.

 

Hastaneden çıktığımda sezon açılışı vardı kulübün. Hakkı abi sezon açılışında sahaya çıkmamı ısrarla istedi. Oysa oram buram pamuklarla sarılıydı ve zor yürüyebiliyordum hala. Önemli değil, dedi. Formayı geçir üstüne, insanlar seni görsün yeter. Kıramadım ve o halde sezon açılışında forma giydim.

 

O sıralar hocamız Küçük Rahmi’ydi. İlk üç dört hafta maçları kaçırmıştım ameliyattan dolayı. İdmanlar yapmaya başladım sonra. Yavaş yavaş kadroda yer buluyordum. İlk yarının son maçı olan Isparta deplasmanına gittiğimizde, kendimi hazır hissediyor, oynamak istiyordum. Ama kadro açıklandığında ilk on birde yoktum yedekteydim. Baktım, kenarda, çizgide oynayan adamlar oynatılıyor orta sahada. Örneğin Haluk. Çok bozuldum. Çantamı topladım dönmek istedim Isparta’dan. Rahmi abi rahatsızlığımı fark etti ve ikinci yarı beni oyuna aldı. İlk yarının son maçıydı. Bak Sıtkı, ameliyatlısın ve hala risk taşıyor olabilir oynaman. Ama sana söz veriyorum, ikinci yarıda sürekli kadroda olacaksın, dedi. Dediği gibi de oldu. Tüm on altı maçta da ilk on birde sahaya çıktım 1972-73 mevsiminin ikinci yarısında.

 

1978’de evlendim. 1980 yılında ben de bitirdim nihayet üniversiteyi. 1981 yılının kasım ayında askere gidecektim. Çocuğum da iki buçuk yaşındaydı. Yedek subay olarak gideceğim için ev tutup ailemi de götürme hesapları yaparken, fazla bekleyenlerden dolayı kısa dönem askerlik çıktı. Dört ay sürdü, 1982 Şubat ayında  döndüm askerden. O aralar eşim kızıma hamileydi. Nisan ayında da kızım dünyaya geldi.

 

1962 yılında dükkana başlamıştık, derken yedi adet dükkanımız oldu. Büyükçekmece’de Kumburgaz’da, Celaliye’de, Kocasinan’da, Şirinevler’de. Çalışanlarla yarı yarıya ortak yapıyorduk işi. Fakat ben askere gidince, dört ayda biraz işler bozuldu. Askerden gelince tekrar toparladım durumu.

 

1975 yılında Fatih’ten sonra ikinci dükkanımı Cerrahpaşa’da açtım. Davut abinin kahvesinin yanında depo gibi bir yer aldım. Seksenlerin sonunda da şimdiki dükkanıma geçtim, Alipaşa’daki. Şu an sadece bu dükkanım var.

 

1974 yazında üçüncü kümeden birinci amatöre düşmüştük. Amatör olup da iyi top oynayabilen sadece ben vardım takımda. İkinci başkan Cevat Aksay’a sordum takım için neler düşündüğünü. Galiba devam etmeyeceğiz, dedi. Altınok kulübünden golcü forvet Ahmet Bilgin gelmişti Davutpaşa’ya. 1972-74 seneleri arasında birlikte oynamış, iyi dost olmuştuk. Davutpaşa küme düşünce, tekrar Altınok’a gitmeye karar aldı. Bana da, Sen de gel oraya, diye ısrar ediyordu. Ben de Davutpaşa’dan ayrılıp birinci amatör kümede oynayan Altınoluk’a gittim.  1974-77 arasında üç sezon oynadım. Para olarak ne istediğim soruldu. Sadece kapalı tribün serbest giriş kartı istiyorum, dedim. Amatör kulüplere bir ya da iki tane kapalı tribün kartı gönderilirdi federasyon tarafından. Onların birini de bana verirlerdi.

 

Üçüncü sezon, Altınok Çukurbostan’da sezon açıyordu. Çift kalede yere düşerken, kolumu destek yapmaya çalıştım ama kolum dirsekten ters döndü. Ameliyatlık bir durumdu. Neticesinde o sezon oynamadım. Sonra 1977’de tekrar Davutpaşa’ya döndüm.

 

Askerden dönünce de yine Davutpaşa’da oynamak nasip oldu. 1980 yılıydı. Bir kereye mahsus bir uygulama yapılmıştı federasyon tarafından. Amatör ligden ikinci lige çıkma olanağı sağlanmıştı iki kulübe. Terfi maçlarının ilk döneminde oynadım.

 

1981-82 mevsiminde ikinci kümede kalmayı bildik. Ben o takımda yoktum. İşlerimle ilgilendim. Davutpaşa’yı tribünlerden takip ettim. İkinci yıl 1982-83’de tekrar düştük. Takım küme düşünce, tekrar bana verdiler çalıştırmam için. Davutpaşa birinci amatör ile ikinci amatör arasında inip çıktı bundan sonrasında.

 

Sene 1998. İsmail Erdoğan çalıştırıyordu takımı. Mevsim başı bir hazırlık maçında  farklı bir mağlubiyet alınınca, Davut abi beni aradı. Yarın gel, takımın başına geç, dedi. Ben yine geldim takımı çalıştırmaya. Lastikçide yanımda bir çocuk çalışıyordu. Abi ben de top oynuyorum, dedi. Çık sahaya oyna, dedim. Harika bir orta saha oyuncusu kazanmıştık böylece. Oradan buradan bir takım oluşturduk. Gençler guruplarında şampiyon oldular. Sonra A takımını o gençler oluşturdu. Üç dört yıl birinci amatörde bayağı iyi mücadele ettik.

 

Bu arada antrenörlük falan yapıyorum ama Davut abinin kulübün başında olması, onun benim futbol bilgime çok güvenmesi nedeniyle yapıyordum bu işi. Parayla değildi, gönül işiydi bu. Bana her ihtiyaç duyduklarında gerek futbolcu, gerek çalıştırıcı olarak takımda yer aldım.

 

Futbolcu olarak aralıklı olarak 1969 ile 2001 yılları arasında kahverengi kavuniçi formayı giydim. Çalıştırıcılık yaparken de bana ihtiyaç olduğunda sahaya çıktım, top koşturdum. En son resmi olarak 2001 yılında Paşabahçe Stadı’nda elli bir yaşımdayken oynamıştım. Biz düşme tehlikesinden kurtulmuştuk ancak kardeş takımlardan biri rakibimizi mutlaka yenmemizi rica etmişti. Kalede oğlum Onur, orta sahada ben oynamıştık canla başla ama 2-0 yenilmiştik yine de.

 

Futbolu tamamen bıraktıktan sonra tüm zamanım dükkanımda geçiyor. Ama fizik kondisyonum için vücut aletleri ile çalışıyorum hep, evde yatıp, televizyon seyretmiyorum, dambıllarımı, halterimi alıp çalışıyorum.’’