SELÇUK TOKER






Altmışlı ve yetmişli yılların güçlü sol ayağı Selçuk Toker’in ışıltısı ne yazık ki sadece alt kümeleri aydınlatmıştır: üçüncü küme ve amatör ligleri. Bu çalışkan ve sert orta saha oyuncusu için
  usta süpürücü Oktay Mat, Büyük bir topçu olabilirdi, ama olmadı, olamadı, oysa aramızdaki en büyük yetenekti, demiştir.

            

Selçuk Toker Davutpaşa’nın şanlı altmışlı yıllarında iki sene takımımızda oynamış, ama bu kadar kısa bir sürede bile adını kavuniçi kahverengi tarihe kazımıştır.

 

Alipaşa’nın geçmişlerini unutmayan sevimli mırnavları ve kahvelerde eski günleri biraz da üzüntüye ve pişmanlığa benzer duygularla hatırlayan şefkatli ihtiyarları da dediklerimi onaylıyorlar.

 

Gelelim Mehmet Selçuk Toker’in hayatındaki ana başlıklara. 29 Ekim (ama nüfus cüzdanında 3 Kasım yazıyor) 1946 doğumlu bir Cağaloğlu çocuğu o. Annesi Meliha hanım ev kadını, artık aramızda olmayan Suat Baba ise Tekel emekçisi. Toker’in bir de küçük kardeşi var. 1957 doğumlu Sabit Behçet.

           

Küçük Selçuk ilkin Alemdar İlkokulu’nu, sonra sırasıyla Gedikpaşa Ortaokulu ve Pertevniyal Lisesi’ni bitirmiş. Sağlam bir eğitim görmüş olmalıyım, diyor. Hep çift dikiş gidip yirmi yaşlarında bitirdim liseyi diye ekliyor gülümseyerek. Sadece lise ikiyi okuduğu Bilir Koleji’nde sınıfta kalmamış.

 

Çocukken en çok sinemayı sevdiğini hatırlıyor Toker, bir de ayakkabı tutkusunu. Futbola başlama öyküsü ise  Alipaşa kedilerine ve semtin sevimli ihtiyarlarına oldukça aşina. Çünkü ilkin mahallede başlamış top peşinde koşmaya, sonra daha on üç yaşlarında Cankurtaran’da lisansiye olmuş. Başkan Doğan Şener de, antrenörler Hami Pazarbaşı ve Yeşildirekli Kemal de gözbebeği gibi bakmışlar ona.

 

Toker yıllarca fahri başkanlığını Erol Taş’ın yaptığı Cankurtaran’da forma giymiş. Hani filmlerde hep kötülük yapmayı alışkanlık edinmiş, sevenleri sürekli ayırıp durmuş, bu nedenle çok ah almış ve son yıllarında ayağı kesilerek, tarifsiz acılar içinde inleye inleye can veren Erol Taş var ya, onun kulübünde.

 

Altmışların başında Cankurtaran’ın şahane bir takım olduğunu belirteyim. 1961, 1962 ve 1963 yıllarında amatör küme şampiyonu olmuşlar. Özel bir seyircileri varmış. En ilginci ise en büyük taraftarlarının Türk sinemasının en önemli yaratıcısı ve tek dâhisi Metin Erksan olmasıymış.

 

Bu yenilmez Cankurtaran armadasında üç Davutpaşalı’nın yıldızlaştığınının da altını çizeyim. Usta süpürücü Oktay Mat, Selçuk Toker ve yıldırıcı gücü ve kas kuvvetiyle Herkül’ü de, Sylvester Stallone’yi de kıskandıracak bir Ferhan Polat. 

 

Toker kendi futbolculuğunu şöyle tanımlıyor. ‘’Sol ayaklıydım. Sağ ayağım tahtaydı. Sol haf oynardım daha çok, genelde altı numaralı formayı giyerdim. Boyum 1.73 olmasına karşın kafa toplarında da çok iyiydim. Amatör kümelerde zaman zaman gol de atardım. Orta sahanın çalışkan bir neferiydim. Hem hücumda, hem de savunmada iyi mücadele ederdim. Kasti fauller yapmaz ama çok sert oynardım. Bu nedenle epey kırmızı kart gördüm.’’

 

1964-65 mevsiminde Toker’i Davutpaşa’da görüyoruz. Müfit Değer ve Ömer İpek ikilisi kendilerine övgüyle bahsedilen bu genç oyuncuyu seyredip çok beğeniyorlar ve alıyorlar bizim takıma. Sene boyunca Turan Pekergöz yönetiminde mahalli kümede top koşturuyor bu kez Toker. Ama takımda bir Selçuk daha var. Kendinden yaşça daha büyük olan Selçuk’a Büyük Selçuk diyorlar, Toker’e ise Küçük Selçuk.

       

Bu mevsimden hatırladığı en ilginç anısı bir Adalet maçıyla ilgili. Üç Adaletli oyuncu, başta ünlü Selahattin Torkal olmak üzere bir hava topunda Selçuk Toker’i yamultmak için üstüne yükleniyorlar. Ama Toker güçlü ve akıllı bir oyuncu. Operasyon sonucu Torkal’ın kafası yarılıyor, sedyeyle çıkarıyorlar. Öteki iki oyuncu (Yılmaz ve Küçük Kadri) da haşat vaziyette topallayarak maça devam ediyor.

 

1965-66 mevsimi Toker büyük ümitlerle İstanbulspor’un yolunu tutuyor. Antrenör gençlere önem vermesiyle tanınan Ziya Taner. Ama hiç oynatılmıyor genç oyuncu nedense. Böylece kenarda paslanıyor, dahası küsüyor, futboldan soğuyor.

 

1966-67 mevsimi Toker’i yeniden Cankurtaran’da görüyoruz. Taçspor ile kafa kafaya geçen mücadeleyi kazanan yine Erol Taş’ın çocukları oluyor. Mutlu son, bir şampiyonluk daha.

 

1967-68 mevsimi unutulmaz bir dönem  onun için. Davutpaşa’ya dönüş bu sene. Haydar Eryüntür yönetiminde kurulan takım korkunç güçlü. Rafet Vural, Alpaslan Eratlı, İbrahim Akan, Necati Balaban ve ötekiler. Takımda büyük bir arkadaşlık ve kardeşlik havası hakim. Ama sene sonunda alınan sondan ikincilik inanılacak gibi değil.  

 

Toker birçok şeyi unutamıyor bu sezondan. Nazilli deplasmanı mesela. Çiçeklerle donanmış kente hayran kalıyor. Nazilli’ye karşı da çok iyi oynuyor ama şanssız bir yenilgi daha alıyoruz.

 

Hatay’da, İtfaiyeci ona rakibin en golcü oyuncusunu marke ettiriyor. Tuvalete gitse, ardından git, talimatını veriyor. Toker de elinden geleni yapıyor ama 10 numaralı acar forvet yine de golünü atıp canımızı yakıyor.

 

Bir başkası kırk saatte gidilen unutulmaz Elazığ deplasmanı. Toker yan hakemin marifetiyle hiçbir şey yapmamasına karşın sahadan atılıyor. Bizimkiler 1-0 geriye düşüyor ama maçı 2-1 çeviriyoruz.

 

Başka anılar da var. Düzce’de maç bittiğinde, silah çekiliyor oyuncularımıza. Toker sinirlenip türbünlere yürüyor, Ben de Çerkezim, silah kullanırım ama sizin çıplak insanlara silah çekmeniz yanlış, diye haykırıyor. Soyunma odasına yönelen topçuların üstüne tutulan silah ateş almıyor. Oyuncular tabancayı alıp tuvalete atıyorlar. Polisler ise oralı olmuyor, soruşturma bile yapmıyor.  

 

Kırıkkale deplasmanında çirkefliklerin en büyüğünü yapan rakip seyirciler tatsız bir başka anı. Vefa Stadı’ndaki Elazığ maçı da öyle. 2-0 önde olmamıza karşın hakemin açık ofsaytı görmezden gelmesi, son dakikada Elazığ’ın şahane 10 numarasının filelerimize gönderdiği gol hüzün verici. Toker delireyazdığı ve çok sert oynadığı maçta, son anda golü atan yetenekli 10 numaraya yapmış olduğu faulü, onu sert bir darbeyle filelere gönderişini üzülerek hatırlıyor.

 

0-1’lik Konya İdman Yurdu maçı da rakiplerin gaddarca oyunu, Hasan Bilgütay’a yapılan insafsızca fauller, Zihni Aydın ile takım arkadaşının yardımına koşuşuyla aklında kalmış Toker’in.

 

Bir de çenesine kötü yumruk yediği bir Tekirdağ maçı var. Bu oyuncuya da rakip soyunma odasına tek başına gidip dersini vermiş maç sonunda.

      

Selçuk Toker 1968-70 arasını Sirkeci’de geçiriyor. Takım kaptanlığı yapıyor, parlak maçlar çıkarıyor. Çilli Mehmet ve Korhan takım arkadaşları. Antrenör ise Hami Pazarbaşı. Alınan bir şampiyonluk mutlu edici elbette.

 

Emirgan maçı tatsız anısıyla belleğinde taptaze. Şeref Stadı’ndaki karşılaşmada babası da türbünde. Tellerin yanında bir kendini bilmez sürekli küfrediyor genç Toker’e. Ne ana kalıyor, ne avrat. Selçuk da bir fırsatını bulup, yaklaşıyor tellere sert bir yumrukla nakavt ediyor küfürbazı. Ama hırsını alamadığı için bir araba ayarlayıp akşamın bir vakti Emirgan’ın yolunu tutuyor. Adamı arıyor. Emirganlı bitirimler ilkin posta koymaya kalkıştıkları Toker’in yürekliliğini görünce çay ikram edip, iletişimi seçiyorlar kavga etmek yerine.

           

1970-71 seneleri askerlikte geçiyor. Acemilik Sivas, usta birliği ise Sarıkamış. Ama Toker sürekli dolaşıyor, çünkü Ordu Karması’na seçilmeyi başarıyor. Kars, Erzincan, Erdek gibi kentlerin Karagücü takımlarında görev yapıyor.

 

Askerlik dönüşü futbol değil, iş hayatı ağır basıyor. 1972’de Demirören’lerin Kolaylık isimli şirketine giriyor. 1973 ise önemli bir sene. Deniz hanım ile hayatları birleşiyor. 1976 doğumlu Burcu bu mutlu birlikteliğin ürünü. 1980 yılına kadar Kolaylık’ta Baba Demirören’e hizmetini sunuyor Selçuk Toker. Yönetici konumunda. Mekan Sirkeci.

 

Toker 1980 yılında kendi adına şirketini kuruyor. Yedek parça malzemesi satıyor. Taksim, Talimhane’de. 1986 yılına kadar sürüyor bu uğraşı.

             

Tebdil-i mekanda ferahlık vardır diyen ve atalarının sözüne kulak veren Toker 1986 yılında Aksaray’a geliyor. Yılmaz Ticaret adındaki şirket ile yine yedek parça işine devam ediyor. 1995 yılında şalter iniyor. Faal iş yaşamı sona eriyor.

 

1992 senesinde emekli olan Toker hayatındaki önemli başlıkları şöyle sıralıyor. Sigarayı 2000’de bırakıyor, aile hayatını seviyor, yediden sonra evinden dışarı çıkmıyor, dost muhabbetlerine bayılıyor, yüzme ve bisiklet sporlarını yapıyor, yazlığı Karacaali’de (Gemlik). Yalanı sevmiyor, kabul edemiyor içtenliksiz davranışları. Çabuk sinirlenen biri olduğunu söylüyor, haksızlıklara tahammül gücü az çünkü.

 

Toker’in ataları Kafkasya göçmeni. Çerkez, Kabartaylar’dan. 115 sene önce gelip yerleşmişler ülkemize. Anneanne saraydanmış.

 

Toker bugüne kadar Cağaloğlu, Horhor, Merter semtlerinde yaşamış. Sonuncusunda bayağı kök salmış. Seksenlerin başından beri burada.  

 

Cankurtaran’da en yakın arkadaşları Oktay Mat, Aslan, Ferhan Polat, Davutpaşa’da ise Necati Balaban ve Rafet Vural’mış.

 

Çocukluk tutkusu sinema ilerki yıllarda da sürüyor. Eşi Deniz hanım ile birlikte günde üç film izledikleri olurmuş. Yabancı filmlermiş bunlar. Jean-Paul Belmondo hala en sevdiği oyuncu. Macera, ajan, aşk filmleri, hepsini seviyor.

 

Müzik denince Türk Sanat Müziği diyor. Zeki Müren, Safiye Ayla, Müzeyyen Senar, Muazzez Abacı isimlerini sıralıyor.

 

Çok okuduğunu söylüyor Toker ve hepimizi sevindiriyor. Edebiyat ağırlıklı okuyor ve sol dünya görüşüne yakın olduğunu belirtiyor. Böylece Alipaşa emekçi kedilerinin büyük alkışını alıyor.

 

Rahmetli Oktay Mat’ın saptamasını hatırlatıp, neden bir yıldız, bir birinci küme as topçusu olamadığını sorduğumda biraz buruluyor, gelmesi gereken yere gelememesini aşırı duygusallığıyla ilişkilendiriyor. Ali Mortaş’ın kendisine haksızlık yapıp da 1965 senesinde İstanbul karmasına almadığında futboldan çok soğuduğunu, feci küstüğünü itiraf ediyor. Çok hassastım, yapılan haksızlık beni hasta etti, diyor.