SAVAŞ YARBAY








Camiamızın görmüş olduğu en büyük bitirimlerden Savaş Yarbay’a A takımımızı 1994-95 ve 1995-96 senelerinde çalıştırdığı için Alipaşa kedileri oldukça aşina. Yani yaşlı kuşakların, tüyleri paslanmış, puslanmış mırnavların anlattığı sayısız öyküden aşina diyorum bizim Alipaşa kedileri. Yoksa 18 yıl öncesinden bugüne kalmış bir cefakar dört ayaklı dostumuzu  hayal etmek bile elbette olanaklı değil.

                                   

Savaş Yarbay 7 Mart 1946 tarihinde, bitirimler memleketi Kadırga’da dünyaya geldi. Kadırga İlkokulu ve Fındıklı Ortaokulu’nda eğitimini gerektiği kadar aldı. Yani yarıda bıraktı öğrenimini ve top peşinde koşmaya başladı. Çünkü tanrı vergisi bir yeteneği vardı. Okumayı değil, topu tepmeyi seviyordu.

 

Ayaktopu yaşantısı Küçük Ayasofya’da başladı, yıl 1962. Alpullu Şeker, 1963; Kasımpaşa 1964-5; Aydınspor 1966-70; Galatasaray 1970-3; Sivas 1973-4; Isparta 1974-5; Bandırma 1975-6; Beykoz 1976-7.

 

Derken 1978 yılında amatörlüğe döndüğünü görüyoruz deneyimli topçunun. Kadırga, Selimiye, Koca Sinan’da amatörce geçiyor ayaktopu uğraşı. Perdenin inişi ise 1986 senesinde.

                                           

Çalıştırıcı olarak devam ediyor elbette, Yarbay’ın en iyi bildiği iş bu çünkü. Federasyonun açtığı kurslara katılıyor. Sırasıyla amatör, C ve A diploma alıyor. Kadırga, Davutpaşa ve Şirinevler gibi takımları çalıştırıyor.

 

Yarbay oynadığı şahane futbolla Aydın’da kıral  olduğu için Aydın anıları fazla yaşantısında. 1970-3 arası Türkiye’nin en güçlü armadası, şampiyonlukların abonesi Cimbom’un orta sahasında yer bulabildiği için Galatasaray anıları da epey çok. Semti olduğu için Kadırga anıları da öyle. Bu nedenle Davutpaşa’yı çalıştırdığı 1994-96 arasını pek anımsamıyor. Geçmiş sisler içinde onun için.

 

Erdoğan Özgür’ün başkanlık yaptığı bu yıllarda kendisini kulübe Hayati Küçükçavdar getirmiş olmalı diye düşünüyor Yarbay. Çünkü Tunceli, Hozat’ta, 1967 yılında, askerlik arkadaşı Hayati. Acemi birliği orası. Bir başka büyük Davutpaşalı Ergin Külçeli de onların çavuşu. Ama Yarbay usta birliğine Aydın’a geliyor, böylece siyah beyaz formayı giyme olanağını yakalıyor, 1968 sonuna kadar.

 

Yarbay orta saha oyuncusuydu. Hem savunmaya yardımcı olan, hem de hücuma dönük bir orta saha oyuncusu. Sağ ayağını da, sol ayağını da mükemmel kullanıyordu. Aydın’ın da en başarılı topçusuydu, kaptanıydı da. Kent çok seviyordu onu. O da çok seviyordu Aydın’ı. Özellikle de Aydın’ın karanlık pavyonlarını. Yengi sonrası, şerefe kapattığı da oluyordu bu haz fışkıran mekanlardan. Dahası askerken üniformasıyla gittiğini bile söylüyor gece mekanlarına. O kadar forsu varmış bu şirin Ege ilinde.   

 

Galatasaray’daki üç şanlı yılı ise elbette unutulmaz onun için. Üç yıl da şampiyon çünkü sarı kırmızılı takım Brian Birch’ün yönetiminde. İlk yıl teknik direktör Coşkun Özarı’ydı diye ekliyor Yarbay. Birch şahane bir kondisyonerdi, son iki yıl ise takımı tam yetkiyle çalıştırdı, diyor. Birch ile aralarından su sızmadığını, söylüyor. Beyoğlu ve Cihangir yöresinin yine dumanlı, karanlık ama ayartıcı sayısız mekanını İngilize öğrettiğini, kılavuzluk yaptığını söylüyor gülümseyerek.

 

Yarbay o günlerde medyanın bugünkü kadar gelişkin ve donanımlı olmamasını şükranla anıyor. Çünkü Cimbom’da çok gergin geçen maçların devre aralarında Kütahyalı Ahmet ile birlikte cigara tüttürerek rahatladıklarını gizlemiyor. Yedek kulübesinde de Birch’e çaktırmadan içtiği cigaraları bugünkü kameraların mutlaka yakalayacağını, böylece başının kaçınılmaz biçimde derde gireceğini belirtiyor. Büyük bir oh çekiyor.

 

Yarbay’ın en neşeli Cimbom anısı ilk seneden, 1970 yazından. Spor Yazarları kupasında ezeli rakip Fener’i 3-0 yeniyorlar ve ilk gol orta sahanın yeni oyuncusundan geliyor. Böylece kendini kanıtlıyor seyirciye, camiaya. Ama söylemek gerekiyor Yarbay doğuştan sarı kırmızı renklere aşık.  

 

Ama mutlu günler sayılı kuşkusuz bu yeryüzünde ve Yarbay’ın da Cimbom’la ilişiği şanssız bir antrenman maçında, bacağının kırılmasıyla noktalanıyor. Manisalı Aydoğan’ın kendisine emanet ettiği genç kaleci Aydın antrenman maçının son dakikasında, karlı ve balçık zeminde Yarbay’ın sol bacağına hamle yapıyor. Sağ bacağıyla topu süren Yarbay böylelikle kendisini koruyamıyor.

 

Kırılan bacak bir anlamda bir kopuşu imliyor. Takımın teknik abisi Reha Eken onu Sivas’a gönderiyor tedavisinin ardından. Sivas’ı çalıştıran kardeş Bülent Eken’dir.

 

Aile yaşantısı 1975 yılındaki evliliğinden bu yana mutlu sürüyor Yarbay’ın. Üç çocuğundan ikisi kız, biri oğlan.

    

General Kılıç Yarbay’ın Davutpaşa deneyimi konusunda kendisinden çok daha fazla şey hatırlıyor. İkinci sene malzeme sıkıntısı çekmekten çok sıkıldığı için Yarbay’ın ayrıldığını, bu nedenle takımı sene sonuna kadar Sıtkı Özcan ile birlikte çalıştırdığını söylüyor.

 

Yarbay çok düşününce bu dönemi aydınlatan küçük küçük şeyler anlatıyor. Amatör ligde mücadele ediyor takımımız, İstanbul birinci amatörde. İki seneyi de orta sıralarda bitiriyoruz. Maddi koşullar yetersiz. Herkes kendi cebinden harcıyor. Vefa Stadı’nda idman yapıyoruz. Ama altı takım bir arada yapıyor antrenmanları. Kimi bir ceza sahasında, kimi kale arkasında, kimi orta sahada.   

 

Yarbay futbolculuk döneminin önemli bir kısmının saltanat içinde geçtiğini doğruluyor ama çalıştırıcı olarak bir türlü şanssızlıktan kurtulamadığını  belirtmeden geçemiyor. Çok yoksunluklar içinde geçen sayısız mevsimden geride kalan üç beş şampiyonluğun başarı olduğunu da vurguluyor.

 

Semtinin belki de yetiştirdiği en büyük topçu olan, Galatasaray’ın simge oyuncularından Mehmet Oğuz içinse sadece olumlu şeyler anlatıyor. Semtte hep, diyor, yüz elli kilo oldu, diyor, sabahtan başlıyor içmeye, diyor. İlginç olan Büyük Mehmet’in Savaş Yarbay’ın Cimbom’a gelişinde herhangi bir işlev görmüş olmaması. Çünkü Coşkun Özarı ön ayak oluyor Yarbay’ın sarı kırmızı formayı giymesine. Yani iki Kadırgalının orada buluşması bir rastlantı sadece.

 

Savaş Yarbay’ın Davutpaşa bağlantısı  sadece iki yıldan az süren çalıştırıcılığı değil. Zaman zaman Perşembe maçlarına da katılmış Çukurbostan’da ve Uzun Yusuf’ta. Davutpaşa emektarlarının Almanya’88 serüvenindeki yiğitlerden biri de o.

 

Davut Kılıç’ın sık sık yinelediği anısı çok şirin bu yolculuktan. Yarbay ekipten ayrı varıyor Almanya’ya. Onu karşılayan Alman’a da verip veriştiriyor. Seyahati çok yorucu geçmiş çünkü. Geldiği havaalanı filan da karışıkmış herhalde. Böylece burun buruna geldiği Alman’da, nasılsa anlamaz diye, ne ana bırakıyor, ne de avrat.  Ama adam Türkolog çıkmıyor mu! Tam fıkralardaki gibi. Yarbay bu anıyı bugün bile anımsadıkça yanakları kızarıyor, tatlı tatlı gülümsüyor.