RECEP PEKER




RECEP PEKER

Recep Peker adı Alipaşa Camisi ve çevresine yayılmış, sevecen abla ve abilerin bıraktıkları kuru ve ıslak mamalarla hayatta kalmaya çalışan kediler için fazla bir anlam ifade etmiyor bugün. Mırnavlar da değerli abileri ve ablaları gibi balık belleğine sahipler çünkü.
 
Oysa Peker otuzlu yıllarda CHP’nin Mustafa Kemal ve İsmet İnönü’nün ardından en güçlü kişisi, tek parti döneminin genel sekreteri, Türkiye Cumuriyeti tarihinin dokuzuncu başbakanı olmasının yanında Davutpaşa Spor Kulübü’nün de ilk onursal başkanıydı.
 
Döneminde ‘Jandarma Recep’ diye lakap takılan bu yiğidin ilkin başta Kurtuluş Savaşı olmak üzere sayısız savaşta vatanına hizmetleri dokunduğunu, sonra da yeni kurulan cumhuriyetin, yani bir devrimin, bir Anadolu İhtilali’nin ana ilkelerini, günümüzün demokrasi anlayışıyla bütünüyle uyuşmasa bile, tepeden tabana yaymak için didinen soylu mimarlardan biri olduğunu hatırlamamız ve ceketlerimizin düğmelerini iliklememiz gerekiyor öncelikle.
 
5 Şubat 1889’da İstanbul’da dünyaya geldi Recep Peker, 1 Nisan 1950’de ise yine aynı kentte elveda dedi sonsuza düşerken. 14 Mayıs 1950 seçimlerinde Demokrat Parti’nin iktidara geleceğini öngörmüş olmalıydı. Kim bilir!
 
Peker’in Davutpaşa ilişkisi çok derin. Hem kulübün 1926 yılındaki kuruluşunda çok etkin, hem de ilk resmi başkanı.   Kulübün bir mekana ve tüzüğe kavuşması onun eseri. Peker hem Kocamustafapaşalı’ydı, hem de futbolu seviyordu çünkü.
 
Recep Peker ilk onursal başkanımız ama Yetergil elbette başı binlerce devlet meselesiyle meşgul siyasetçinin kulüpteki toplantılara gelemeyeceğini, başkanlığın daha çok fahri düzlemde gerçekleştiğini söylüyor.
 
Peker Kocamustafapaşa semtinin çocuğuydu. Orta öğrenimini Kocamustafapaşa Askeri Rüştiyesi ve İdadisi’nde yaptı. 1907 yılında Mekteb-i Harbiye’yi bitirdi. 1911-12’de Yemen’de Trablusgarp, 1912-13’de Balkan Savaşları’nda çarpıştı. Birinci Dünya Savaşı’nda Rumeli ve Kafkas cephelerinde savaştı. 1919’da Erkan-ı Harbiye mektebini bitirdi ve Kurtuluş Savaşı’na katılmak üzere 1920 Şubat ayında Anadolu’ya geçti. Binbaşı rütbesiyle 20. Kolordu’da görevlendirildi. 23 Nisan 1920’de açılan TBMM’nin genel sekreterliğine getirildi. 1923 yılında Kütahya milletvekili seçildi, iki dönem vekillik yaptı. Hakimiyeti Milliye gazetesinde bir süre başyazarlığı üstlendi.    
 
1924-25 yıllarında onu içişleri bakanı olarak görüyoruz. Üçüncü ve dördüncü İsmet İnönü hükümetlerinde ise bu kez milli savunma bakanı. 1928-30 arasında bayındırlık bakanı, 1931 yılında Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel sekreteri, 1933 yılında Mustafa Kemal’in emriyle İstanbul Üniversitesi’nde İnkilap dersleri veren bir öğretim görevlisi.
 
Peker 1931-36 yılları arasında tek parti döneminin çok güçlü bir adamıydı. Ve askerdi unutmayalım. Bu nedenle iki asker kökenli siyasetçiyi yakından izliyordu. Biri İtalya’da seçimleri kazanamamasına karşın, 1922 yılında kıralı deviren ve iktidara 23 yıl boyunca el koyan Mussolini (Duçe diyorlardı ona), öteki ise Duçe’yi kendine örnek alan ve sefalet içindeki karanlık ve kavruk kitleleri saldırgan söylemiyle kuyruğuna takan ve 1934-1945 arasında Almanya’yı adım adım bataklığa sürükleyecek olan Adolf Hitler’di.
 
Ama unutmayalım henüz otuzlu yıllardı, İkinci Dünya Savaşı’nın başlamasına epey vardı. İki faşist önderin de özellikle gençlikle kurduğu yakın bağlar, güce tapınma, askerliğin yücelttiği değerlere bütün bütüne sahip çıkma olguları kendisi de yaman bir asker olan Peker’i etkilemiş olmalıydı.
 
Mustafa Kemal bu nedenle 1936 yılında Peker’i İtalya’ya gönderdi. Amaç faşizm denen şeyin ne olduğunu, çıktığı yerde, ana vatanında görmek ve anlamaktı elbette. Ve Peker dönüşünde izlenimlerini bir rapor halinde sundu Mustafa Kemal’e. Tarih kitapları bu raporun İsmet İnönü tarafından da imzalandığını söylüyor ne yazık ki. Peker’in önerisi TBMM’nin üstünde bir faşist konsey kurulması yönündeydi. Ve Atatürk reddetti bu görüşü. İmza nedeniyle İnönü ve Mustafa Kemal arasında uyuşmazlık belirdi. Böylece kriz üçüncü adama da yansıyacak, Peker hemen ertesi gün genel sekreterlikten uzaklaştırılacaktı. Bu arada İnönü de Dersim isyanının bastırılma yöntemleri nedeniyle cumhurbaşkanıyla terse düştüğü için başbakanlık koltuğundan olacaktı.
 
Mustafa Kemal’in uzgörüşlülüğü, faşist ülkeler yerine, dayanışmayı Avrupa’nın demokrasiye inanan ülkeleriyle yapmayı yeğlemesi parti içindeki bu ayrışmaya neden olmuştu; yani Peker’in ve İnönü’nün iktidar mevkilerinden uzaklaştırılmalarına.
 
İlerleyen yıllarda yaralar sarıldı. Demokrat Parti’nin 1946 yılında kurulmasıyla çok partili döneme geçtiğimizde ilk hükümet yine Peker tarafından kurulacaktı. 7 Ağustos 1946 ile 10 Eylül 1947 tarihleri arasında.
 
Bugün Recep Peker elbette unutulmuş bir siyasetçi. Söyleminden nerdeyse cımbızla alınmış birkaç tümcesiyle tanınıyor, biliniyor. Zigana dağında portakal ağacı yetişmez, tümcesiyle örneğin.
 
CHP içinde otuzlu yıllar içinde yaşanan ayrışmada demokrasiyi böyle tanımlaması ve liberal kanada karşı faşist siyasetçilerle dayanışmaya girmesi elbette tarih önünde Peker’i zora sokuyor. Sertlikten yanaydı çünkü. Jandarma Recep lakaplıydı. Ama bence Peker’in bir devrimi tabana yaymak için gösterdiği ısrarcı ve dirençli tutum çok daha önemli bunlardan. Ve tabii Kurtuluş Savaşı’nda gösterdiği büyük yararlıklar da.
 
Tabi bir de torunu Faruk Peker var Recep Dede’nin; henüz 61 yaşındayken gezegenimizden ayrıldığı için ne yazık ki eline alıp sevip okşayamadığı, pişpişleyemediği bu torununun bir gününden bir roman çıkar ama bu Yeşilçam efsanesini, bilenlerin, söz gelimi Agah Özgüç’ün, ya da Vadullah Taş’ın anlatması daha uygun.