ONUR ÖZCAN

 





9 haziran 1979 Bakırköy, Yeşilyurt doğumluyum.
İlkokul üçüncü sınıfa kadar Yeşilyurt’ta Abdullah Suphi Tanrıöver İlkokulu’nda okudum.Oradan  Çavuşoğlu Koleji’ne geçtim ve liseyi orada bitirdim.
Daha sekiz yaşımdayken, babam Sıtkı Özcan’ı dinleyerek, albümlerine bakarak futbolu sevdim. Yine o yaşta beni Davutpaşa Spor Kulübü’ne götürdü babam. Orada, minik takımda her çocuk gibi topun peşinde koşa koşa daha da yakınlaştım futbola.
Babamın otuz yıldır her Pazar, halı sahada maç yaptığı bir gurubu vardı. O maçlara beni de sık sık götürürdü. Saha Edirnekapı’da E-5 üzerindeki Türkiye’nin ilk halı sahası olan Dinarsuhalısahasıydı. Bir gün kalecileri gelmemişti, beni geçirdiler kaleye.  Daha sonra çeşitli semtlerdeki halı sahalarda oynadık.
Davutpaşa minik takımında hem antrenmanlarda, hem de maçlarda top peşinde koşuyordum. 1990’da ortaokula başladım ve okul takımına girdim. 1994 senesinde lise takımındaydım.
Lise takımındayken Bakırköyspor kulübü hocası beni görmüş ve antrenmanlara çağırdı. Lig maçı oynamadım ama antrenmanlara katıldım orada. Antrenman saatleriyle okul saatlerim çakıştığı için, okul takımını tercih ettim.
İlkokul dördüncü sınıfta Çavuşoğlu Koleji’ne geldiğimde, okulun sadece hentbol  takımı vardı. Ben de kaleciliğini yapmaya başlamıştım takımın. Kaleciliğim ozamanlar keşfedilmişti. Ortaokuldayken kurulan okul futbol takımında da,lisededefutbol takımının kalesini korudum.
1996 senesinde ikinci amatör kümede oynayan Davutpaşa’nın genç takımına geldim. Antrenörüm babam Sıtkı Özcan, her şeyimizle ilgilenen genel kaptanımız da Davut Kılıç’tı.
1996’da takımın kalesinde ben oynuyordum. Sağ bek Alp, sol bek Eyüp, savunmanın ortasında Selçuk, forvet Oktay, sağ açık Muhlis’ti.
1996-7 sezonunda gurubumuzda on maç yaptık. Dokuz galibiyet, bir mağlubiyet alarak lider tamamladık ve birinci amatör kümeye geçmeye hak kazandık. Birinci  amatöre çıktığımızda takımda biraz değişiklikler oldu ve takımın başarısı devam etti. Kümede kaldık.
1998-99 senesinde A takıma geçtim ve üç yıl oynadım. A takıma geldiğimde, takımda, libero Ramazan, stoper Ertan, sağ bek Alp, sol bek Eyüp, orta saha Selçuk, sağ açık Muhlis, forvette Oktay ve Adem oynuyordu. O yıl genç takım, A takımın alt yapısını oluşturmuştu diyebilirim. Zirveye oynamasa da dördüncülük ile altıncılık arasında bulunuyorduk hep. İlk ikiye kalıp, playoff’lara katılamadık ama,küme düşme stresi de hiç yaşamadık.
Antrenmanlarımız da, maçlarımız da Namık Sevik’te olurdu. Henüz zemin topraktı o zamanlar. Çok keyifle oynar, antrenmanlara da, maçlara da koşarak gelirdik. Çok iyi arkadaşlığımız vardı. Sıtkı ve Davut hocalar maddi, manevi ellerinden geleni yapıyorlardı. Biz oyuncular da elimizden geldiği kadar kendi ihtiyaçlarımızı karşılamaya çalışıyorduk.
Bu tür amatör küme maçlarında genellikle kavgalar olurdu. Ancak biz takım olarak da, kulüp olarak da bu tür olaylara katılmaz, sürekli temiz ve adil oyun çerçevesinde mücadele ederdik. Ne olursa olsun, hakem kararlarına saygılı olmamız öğretilmişti bize. Ve hep öyle davranmışızdır.
Davutpaşa’da düzenbazlıklarla, kurnazlıklarla galibiyetlere asla prim verilmezdi. Maçlarda, spor yaptığımızın bilincinde olmamız, oynarken keyif almamız ve seyredenlere keyif verecek oyunlar çıkarmamız istenirdi bizden. Kulüpte bulunduğum tüm zamanlar Sıtkı Özcan ve Davut Kılıç vardı başımızda.
Takımdaki tüm arkadaşlarla dışarıda da görüşürdük. Herkes birbiriyle çok iyi anlaşırdı. Yendiğimizde beraber sevinir, kutlar, yenildiğimizde de beraber üzülürdük. Hatalarımızı tespit eder, üzerlerinde iyileştirme yorumları yapardık. Mükemmel dönemlerdi.
Maçlarımız cumartesi ya da pazar günleri olurdu. Bazı arkadaşların çalışıyor olması cumartesi maçlara gelmelerine engel olurdu. Yedeklerle oynar ve genelde yenilirdik. Pazar günü oynanan maçlara tam kadro çıkar ve maçı alırdık. Üç yıl böyle tutunduk birinci amatör kümede. Bazen hafta içi maçlar koyardı federasyon. Çok daha zorlanırdık takım kurmakta. Tüm maçlara tam kadro çıkmış olsaydık, mutlaka playoff’lara kalırdık.
Davutpaşa’dan hiçbirimizin maddi bir beklentisi olmadığı için, birçoğumuz çalışmak zorundaydık. Spor yapmak, büyük sahalarda oynamak, lig usulü oyun heyecanı tatmak için oynuyorduk hepimiz.
2001 yılında ikinci amatöre düştük. İki, üç sene de orada oynadım. Takım yavaş yavaş değişmeye başladı. İşlerden, taşınmalardan dolayı ayrılan arkadaşlar olmuştu. İkinci amatör kümede takım kurmak zordur.
2005 yılında Feriköy’e gittim. Gençlik yıllarında Erzincan’da oynamış, kaleci antrenörü Ünal hoca haftada üç gün, birer buçuk saat özel ders verirdi bana, antrenmanlarımızın dışında. Feriköy’e gelmiş ve beni önermiş.  Yöneticiler birkaç maçımı izlemiş, beğenmişler. Birinci amatör kümedeydi Feriköy. Hayatımda ilk defa futbol oynadığım için para aldığım kulüptü. İlk başta avans olarak üç yüz lira vermişlerdi.
Ama başıma bir talihsizlik geldi. Lige başlamasına çok kısa bir süre kala omuzum çıktı ve bandajlandı. Oynayamadım, kadroya giremedim. Sadece hazırlık maçlarında oynayabilmiştim. O sene averajla ikinci olup playoff’a kalmıştık, ama şampiyon olamamıştık.
Sonraki sene de omuzumdaki sorun devam etti ve takımdan ayrılmak zorunda kaldım. 2007’de tamamen bıraktım futbol oynamayı. Hala içerisinde olduğum tekstil sektöründe çalışmaya başladım.
Çocukluğum Yeşilyurt semtinde,Orkide sokakta geçti. Annem, babam benden üç yaş küçük kızkardeşimNur ve vefat eden anneannem birlikte yaşıyorduk. Bize anneannem bakardı gündüzleri. Çocuğu bol olan bir semtti. Çok arkadaşım vardı. Okuldan gelir gelmez çantayı atar, binalar arasında futbol oynamaya koşardık. Neredeyse tüm oyunlarımız futboldu.
Sakin, çok saygılı, arkadaşları ile uyumlu bir çocuktum. Arkadaşlarımla bırakın yumruklaşmayı, küfürleştiğimi bile hatırlamam. Kızkardeşimledearam iyiydi. Tabii ki kavgalarımız, görüş ayrılıklarımız  olurdu her kardeş gibi. Hele yaşlar biraz daha ilerleyince ortak çocukluklar kalkmış, görüş ayrılıkları çoğalmıştı. Anlaşabilmemiz daha da zorlaşmıştı tabii. Ancak her zaman birbirimizi  koruyup, kollamışızdır.
Okulda da çok çalışkan değildim, ama ödevlerini yapan, derslerine çalışan, öğretmenlerini dinleyen, arkadaşlarıyla iyi geçinen bir öğrenciydim. Ailem derslerime hiç karışmazlardı. Onları üzmemek için sınıfta kalmaz ama takdir de almazdım.
Liseden sonra 1998’de ÖSS ve ÖYS olarak iki sınava girdim. İlk sene istediğim puanı tutturamamıştım. Dershaneye devam ettim, bir dahaki sınavları kazanmama yardımcı olur düşüncesiyle. O sene Şirinevler’de Ataköy Hastanesi’nin yanında olan Kültür Koleji Endüstri Mühendisliği’ni kazandım. 1999 senesinde hazırlık bölümünü bitirdim. 2003 yılına kadar okudum.
Üniversite hayatım başarısızlıklarla geçti. Ortam, arkadaşlıklarçok farklıydı alışık olduğumdan. Üçüncü yılımda hala ikinci sınıftaydım. Ümidim de kırılmıştı. Özel bir üniversite olduğu için masrafı da çok yüksekti. Yılda altı bin dolar ödüyorduk. Fazlada zorlamanın bir anlamı yoktu.
2009 şubat-2010 mayıs aralığında askerlik görevimi yaptım. Önce Ankara Mamak Muharebe Eğitim Birliği’ne gittim. Yazıcı yardımcılığı görevi verdiler bana. Normalde 72 gün olan acemi birliği süresini ben 30 gün olarak yaptım. Seçmeler olmuştu. Havacı birliğinden gelen bir binbaşı, bana bir evrak doldurttu. Bir ay sonra panoya asılı bir genelgede, Kayseri Orduevi’ne dağıtımımın çıktığını gördüm. Orada santral görevini verdiler bana.
Halam Ankara’da oturuyordu. Evci çıkabilmem, annemin, babamın, kardeşimin rahat gelip gidebilmesi için Ankara’da kalmayı çok istiyordum. Bu nedenle bir torpil araştırıyorduk. Kayseri çok şaşırtmış ve üzmüştü beni önce. Ancak orduevinde, santral görevlisi olmanın çok rahat bir görev olduğunu duyunca, tamam, demiştim.
Geldim Kayseri’ye. Sanki önce, küçük bir orduevi binası yapılmış ve koskoca Kayseri şehri o binanın etrafına inşa edilmiş gibi, tam şehir merkezindeydi. Komutanlarıma, orduevi ihtiyaçlarının temini için esnaflarla yapacakları telefon görüşmelerini bağlıyordum. Görevim bundan ibaretti. Odamda televizyonum vardı, Lig Tv de mevcuttu kanallarım arasında. Hiçbir maçı kaçırmamıştım. Yani mutlu bir askerlikti.
Celaliye’deki yazlığımızda, 2002’de tanışıp çok samimi olduğum, tüm zamanlarımı onunla geçirdiğim, ailelerimizin de yakın görüşmeye başladığı arkadaşım Serkan Gür, abileriyle birlikte tekstil ile uğraşıyorlardı. Puma’ya ihracat yapan bir firmada çalışıyorlardı. Dört, beş kişilik ekip firmadan ayrılıp, kendi firmalarını kurdular. Aynı sistemi devam ettirdikleri ve adını SLN Tekstil koydukları yeni yapılanmaya beni de dahil ettiler. Böylelikle okulu da bırakmış olduğum 2006’nın nisan ayında üretim planlama bölümünde tekstile başlamış oldum. İşyerim Mahmutbey’deydi.
Askerden gelince, yine aynı firmada, bu sefer kumaş takip bölümünde işe devam ettim. İhtiyaç duyulan kumaşların özelliklere uygun olması ya da üretilmesi için, üretici firmaları takip amacı taşıyordu bu görev.
2007 yılında Aslı Aksan ile tanıştım. Bir buçuk senelik bir flört döneminden sonra, 25 ekim 2008 de evlendik. Evlendikten dört, beş ay sonra askerlik görevim için on beş ay ayrılık yaşadım.
Oğlumuz Can 23 şubat 2011 yılında dünyaya geldi. Eşim, oğlum ve ben Yeşilyurt Şenlikköy mahallesinde Şenlikspor Kulübünün üç sokak yakınında oturuyoruz.
Küçüklüğümden beri idolümdü babam. İnsanlarla olan ilişkilerini, huyunu, suyunu takip ederek büyüdüm. Baban olmam dışında senin bir arkadaşınımda, sormak istediğin her şeyi sorabilirsin, derdi bana. Bırakın bir fiske vurmayı, ses tonunu bile yükseltmemiştir. Her zaman babamı örnek almaya, takip etmeye devam edeceğim.
En büyük hobim, sporla ilgili etkinlikler içine yer almak. Yüzmek, açık havada basketbol oynamak… Ekleyim: hiç sigara içmedim hayatım boyunca.
Fenerbahçe ve Davutpaşa tutkusu başa baş gidiyor gönlümde.
Alp, Oktay, Eyüp ile çok iyi arkadaşlığımız vardı. Ancak, işlerimiz ve evliliklerimiz nedeniyle eskisi kadar yakın görüşemiyoruz.
On sene öncesine dönersem eğer, yaptığım birçok hatanın olduğunu görüyorum. Birincisi : Davutpaşa’da çok uzun kaldığımı düşünüyorum. Gönül bağımdan, belki benim de bir katkım olur, düşüncesinden ve arzusundan dolayı bir türlü ayrılamamıştım. Kaleciliğimde kariyer yapmayı amaçlamış olsaydım, çok iyi yerlere gelmiş olan bir kaleci olabilirdim. Kendime çok güvenim vardı.
Rakip ile karşılaştığımda, rakibin neler yapabileceğini önceden hissedebilmek gibi bir özellik geliştirmiştim. Orta saha oyuncusunun topu kime yollayacağını, topu yolladığı forvetin, kaleye mi vuracağı yoksa diğer forvetlere pas mı vereceği hep sezgilerim arasındaydı. Reflekslerim de inanılmaz kuvvetliydi. Hocalarımın, antrenmanlarda gösterdiklerini çok çabuk kavrayan, sürekli tekrarlarını yapıp, hakkıyla yerine getiren bir kaleciydim. Bazı nedenlerle çalışmalardan uzak kaldığım o kısa süreler sonunda bile, gerilediğimi hisseder ve hissettirirdim. Bu nedenle gösterilen hareketlerin tekrarlarının ve sürekliliklerinin çok önemli olduğunu bilen bir kaleciydim.
Evlendikten sonra, kah eşime yardımcı olmak, kah zaman geçirmek amacıyla yemek yapmasını öğrendim. İlk zamanlarda, sadece karnımı doyurabilmek amacı ile sahandaki kızgın yağın üzerine yumurta kırarak başladım. Daha sonra, yemek programlarından, hoşuma giden tarifleri kullanıp sofra hazırlayabiliyorum. Tabii çok nadir oluyor bu. Küçükken çok yemek seçermişim. Ancak şimdi tüm yemeklerle aram çok iyidir. Ama galiba en çok sigara böreğini seviyorum.
Atatürkçüyüm. Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı olan, saygı duyan biriyim. Atatürkçülükten de, tuttuğum takımdan da, dini inançlarımdan da taviz vermem.
Davut amca kulübe gönülden bağlanmamın en büyük nedenidir. Hatta bir numara Davut amca, iki numara babam Sıtkı Özcan’dır bu konuda. Davut amca, sırf çocuklar spor yapsınlar diye, hiç yakınlığı olmadığı halde basketbol takımı kurmuş, müsabakalarda başlarında koçluk bile yapmıştır zamanında.