OKTAY MAT




OKTAY MAT (6.10.1945- 24.3.2014)
6 Ekim 1945’te İstanbul’da doğdum. Rahmetli babam Tekel’de memurdu. Babamın işi gereği Tekirdağ’a yerleştik. İki sene sonra geri döndük İstanbul’a. Çok küçük yaşlarda olduğum için hatırlamıyorum pek. Dört kız, iki erkek olmak üzere altı kardeşiz. Ben iki numarayım. Bir numara olan ağabeyim subay emeklisidir.
 
İlkokulu Cankurtaran Cevrikalfaİlkokulu’nda, orta okuluGedikpaşa’da, liseyi Sultanahmet Ticaret Lisesi’nde, üniversiteyi yine Sultanahmet’te Yüksek Ticaret’te okudum.
 
Tekirdağ’dan döndükten sonra ilkinZeytinburnu’na yerleştik. Daha sonra sırası ile Sultanahmet, Bahçelievler, Yeşilköy, Yeşilyurt’ta oturduk. Halen de Yeşilyurt’ta yaşıyorum.
 
Çocukluğum her çocuk gibi geçti. Her çocuk gibi ben de yaramazdım tabii, ancak çok iyi bir öğrencilik hayatım vardı. Boyumun uzunluğu, tüm mahalle oyunlarına karşı yeteneğim, beni lider kılardı arkadaşlarım arasında. Sporun her dalında çok başarılıydım. Çok iyi de misket oynardım. İçlerinden en sevmediğim futboldu aslında. Zaten çok iyi teklifler aldığım halde 25 yaşında bıraktım futbolu. İyi ki bırakmış ve ticarete atılmışım.
 
Okuduğum dönem Deniz Geçmiş’lerin dönemiydi. Fakat ben hiç siyasi guruplara ve etkinliklere katılmadım. Aklım fikrim spor yapmaktaydı. Hiç takılmadan üniversite son sınıfa geldim. Edirnespor’a transfer olduktan sonra askere gidince son sınıfta bıraktım üniversiteyi.
 
Lisanslı futbol hayatıma, 1961’de Cankurtaran’da başladım. 1964’e kadar üç sezon oynadım. Başkanımız Erol Taş, antrenörümüzYeşildirekli Kemal’di. Semtin çocuklarına muazzam emekleri geçen Arap Burhan ve Hami baba da vardı tabii.
 
Ünlü film yönetmeni Metin Erksan hiçbir maçımızı kaçırmazdı. İnanılmaz renkli geçerdi tüm karşılaşmalarımız. Yeşilçam’dan kadın, erkek bir sürü ünlü gelir izlerdi bizi. Galiba onların verdiği coşku ile üç sene üst üste şampiyon olduk. Üçüncü amatörden ikinci amatöre, ikinci amatörden de birinci amatör kümeye geldik.Sağhaf oynardım ben. Buna rağmen bayağı da gol atardım.
 
Maçlarımızı ya Cankurtaran sahasında ya da Sultanahmet Camii’nin yanındaki Alemdar sahasında yapardık.
 
O dönemler unutamayacağım güzel bir de anım vardır. Metin Erksan Yılanların Öcü filmini çekiyor o yıl (1962). Erol Taş ile geldiler bana. Bu filmde rol almak ister misin, diye sordular. Şaşırdım. On yedi yaşındaydım o zaman. Rahmetli babama açtım konuyu. Asla, dedi. Sen okuyacaksın !
 
Ozamanlar Davutpaşa Spor Kulübü Başkanı olan Müfit Değer beni izlemiş ve bir aracı ile çağırttı. Sultanhamam’daki yerine gittik. Bana, Davutpaşa’ya gel, dedi. Cebime de mor bir binlik sıkıştırdı, transfer ücreti olarak. Hiç unutmam, parayı düşürürüm diye oldukça tedirgin olmuştum o gün. Otuz lira aylık alınırdı ve iyi paraydı otuz lira. 1964-65 sezonu başladım Davutpaşa’da oynamaya.
 
O sene Müfit ağabey çok iyi bir takım kurmak için kolları sıvamış, izlemeye gittiği neredeyse tüm amatör küme maçlarında beğendiği gençleri toplamaya başlamış, çoğu üniversite öğrencisi olan bu gençlerden iyi de bir takım kurmuştu. Takıma geldiğim yıl antrenörümüz Turan Pekergöz’dü. Uzun boylu olmam ve ayaklarımı iyi kullanıyor olmam nedeniyle beni savunmanın ortasında oynatmaya başladı.Turgut sağbek, Ferhan sağhaf oynuyordu aynı sezon. Ferhan da Cankurtaran’dan gelmişti. Benden bir yıl sonra gelen İbrahim’le de yanyana oynadık, ben takımdan ayrılana kadar. O ileriye dönük, adamlı, ben geriye dönük, adamsız oynardık.
 
Cankurtaran’da birlikte oynadığım Selçukbenden sonra gelmişti Davutpaşa’ya. Bir de İzmir Denizgücü’ndenRafet’i almıştık bir sonraki yıl. Kısa boylu ama kuvvetli ve iyi bir topçuydu. Daha sonra Orduspor’a gitti, orada evlendi ve kaldı.
 
Öcal’ı da almıştık o sezon. Yetenekli ve güçlü bir oyuncuydu. Ama çok kısa oynamıştı bizimle. Karagümrük’ün verdiği bir sertlik ve kabalık vardı üslubunda. Bu nedenle diğer takım arkadaşlarıyla uyum sağlayamamıştı. O da rahmetli olmuş geçenlerde.
 
Biraz ağır görünmeme rağmen, tekniğimin olduğunu ve akıllı futbol oynadığımı söylerlerdi. O zamanlar sahalar rezaletti tabii. Ben, tehlikenin nereden geleceğini, top zıpladıktan sonra nereye yönleneceğini iyi sezerdim. Bu nedenle hep ilk on birde yer aldım.
 
İkinci kümede çok iyi bir takımımız olmasına rağmen açık ara sonuncu olarak küme düşmemizin nedeni mali yetersizlik ve seyircisiz olmamızdı. Biz semt takımıydık. Ancak oynadığımız neredeyse tüm takımlar şehir takımlarıydı. Örneğin Trabzon’a gidiyoruz takımın arkasında bir şehir taraftar. Bizim en fazla 15 taraftarımız olurdu. Tabii bir de bizim oyuncuların hiçbiri profesyonel değildi. Hiçbirimiz meslek olarak seçmemiştik futbolu. Herkesin yan işleri vardı. Birçoğumuz da öğrenciydik zaten.
 
Çok önemli olan unsurlardan biri de, kurulan bu takımdaki olağanüstü arkadaşlık ve dostluktu. Toplanıp sinemaya gider, kendi aramızda eğlenirdik. Çoğumuz ilk kez bir profesyonel takımda oynuyorduk. Tam bir kolej takımı havasındaydı takım.
 
Rahmetli avukat Ünal ve grafiker Necati en iyi arkadaşlarımdı. Hatta ticaret hayatına atıldığımda dükkanımın dekorasyonunu, markalaşma sürecinde şirketimin logo ve poşet tasarımlarını Necati Balaban yapmıştı. Nişan ve düğün fotoğraflarım da hep Necati’nin elinden çıkmıştı.
 
Davutpaşa’da oynarken, yazları Zuhuratbaba sahasında Yücespor’dayer alırdım. Cankurtaran’da oynarken de yine bu mahalle takımının formasını giyerdim. Edirnespor’unantrenörüNaci Erdem görmüş beni, beğenmiş. 60 bin lira teklif ettiler transfer için. Bu parayla Ataköy’de dört daire alınabiliyordu. Evet, dedim. Edirne şampiyonluğa oynuyordu ve tüm şehirde büyük bir heyecan vardı o yıl.
 
Geldiğim sene devamlı ilk on birde oynadım. Çok başarılı geçti o sezon.  Böylece ikinci sezona daha büyük umutlarla başladık. Trabzon deplasmanına gittik. Çok iyi bir takım olmamıza rağmen 5-1 yenildik. Oysa Davutpaşa’da oynarken bile Trabzon bizi zar zor 2-1yenmişti.
 
Dönüş yolunda, Naci abi ceza verdi takıma. Kimse inmeyecek otobüsten, dedi. Aksaray’da mola için durduğumuzda ben indim ve Edirne’ye takımdan sonra geldim. Asilik yaptım yani. Naci abi dönünce bana çok büyük bir para cezası kesti. Üç bin lira. Ben de çok sinirlendim, yüksek ticarette burslu olarak okuyor olmama rağmen son senemde topladım pılımı pırtımı gittim Çanakkale’ye askere. Yıl 1969.
 
Jandarma olarak yapıyordum askerliğimi. 2 ay sonra ivedi dağıtım çıkardılar bana Edirne’ye. Naci abi ayarlamış tabii. Askerliğimin kalan on sekiz ayını Edirnespor’dafutbol oynayarak tamamladım. Bu süre içerisinde sürekli kamptaydım.
 
Edirne savunmasının ortasında Özkan’la yanyana oynardık. O adamla oynardı, ben süpürücüydüm. Yani ilk topa kalkan oyuncumuzun yaptığı hataları sıfıra indirmeye çalışırdım. Havaya kafa topuna çıkan arkadaşa çarpan topun nereye yönleneceği, sahip olunan topun hangi noktaya gönderilmesi gerektiği konusunda oldukça iyi öngörülerim vardı. Çok teknik olduğum söylenirdi. Bir de iri cüsseme karşın hiç kimseyi incitmezdim oynarken. Bana arkadan faul yapanın kim olduğuna bile asla dönüp bakmazdım. Baksam motivasyonum bozulur, sinirlenirim diye. Hiç boşa top atmazdım. Ayrıca her sezon yirmi-yirmibeş gol atardım. Kırk iki maç oynardık sezon boyunca. Yirmi iki, yirmi üç takım vardı ligde.
 
Edirne’de ikinci yıl nedense hiçbir şey istediğimiz gibi olmadı. İki, üç ay sonra Naci abi ayrıldı. Yerine Ahmet Karlıklı geldiantrenör olarak. Ve şampiyonluk umuduyla başladığımız mevsimi üçüncü kümeye düşerek bitirdik. 
 
Edirne’de sivil ve asker olmak üzere üç buçuk sene top oynadım. O zamanlar nüfusu kırk bin olan, sosyal hayattan uzak çok küçük bir şehirdi Edirne. Günlerim antrenman yaparak ve kitap okumakla geçiyordu. Tek üniversiteli bendim takımda. Lojmanlarda Türkiye’nin her yerinden gelmiş arkadaşlarla birlikte kalıyorduk. Hep Davutpaşa’daki arkadaşlıkları, dostlukları aradım ama nafile.
 
Futbolu bırakmam gerektiğini gerçek anlamda düşündüğüm bir sırada, Edirne’de oynadığımız Sarıyer maçında kafaya çıktım. Yerler buz tutmuştu. Ayağım hafif burkulunca tarak kemiklerinden kırıldı. Bu da kesin bırakma kararını almamda büyük etken oldu.
 
Edirnespor kulübünde, bana ilk sene gelirken verdikleri altmış bin liradan sonra, ikinci sene de yirmi beş binlira vereceklerini söylemiştiler. Biraz alacağım kalmıştı bu paradan.Verin bonservisimi, alacağım sizde kalsın, ben futbolu bırakmak istiyorum, dedim yöneticilere. Neyse zorluk çıkarmadılar.
 
1970-71 sezonu, takımdan ayrılmış olmama rağmen, Edirne halkı beni Hürriyet Gazetesi’nin öncülüğünde yılın sporcusu seçmişlerdi. Edirne halkına teşekkür borçluyum bu nedenle.
 
Futbolu bırakır bırakmaz Zeytinburnu’nda aygazcılığa başladım. Aygazcılık yaparken, transfer sezonunun sonlarında Üsküdar Anadolu’nun antrenörü Tekin Yolaç geldi. Kum ocakları olan, zengin bir yöneticiyle birlikte uğramıştı dükkanıma. Bu sezon bizimle oynar mısın, dediler. Savunmada oynayan Aydın Beşiktaş’a transfer olmuştu, onun yerini doldurmamı istediler. Hayır, dedim, ben futbolu bıraktım. Ama bir sene için otuz beş bin lira teklif edilince hayır diyemedim.
 
Edirnespor’dan ayrıldığımı duyan Müfit Değer de bana, geri gel, diye haber göndermişti. Ancak ben futbolu bıraktığımı söyleyerek geri çevirmiştim bu teklifi. Üsküdar Anadolu ile Davutpaşa karşılaşmasında karşı karşıya geldiğimizde bu nedenle ikimiz de çok üzülmüştük.
 
Üsküdar’da savunmada yan yana oynadığım Güngör daha sonra önemli bir topçu oldu. Önce genç takımdaydı, ben beğenmiş ve A takımına aldırmıştım kendisini Tekin Yolaç’la konuşarak. Galatasaray’da, Fenerbahçe’de de oynadı sonraları. Sarışın, uzun boylu bir gençti.Mahalli ligdeydi Üsküdar Anadolu o sırada. Takımda bir sene oynadıktan sonra bırakmıştım futbolu, bu kez temelli olarak.
 
Bu arada aygazcılık işimi kapattım ve Mat Konfeksiyon diye bir atölye açtım Bakırköy’de. Modelleri kendimiz tasarlayıp üretiyorduk. Her yıl İtalya ya gidip yeni modeller topluyordum.Bir müddet sonra perakende dükkanı açtım, ürettiğimiz malları satmak için. Baktım imalatla perakende iyi gidiyor, ben de markalaşmaya yöneldim. Beş oldu parekendedükkanlarımın sayısı.
 
Eşimi Bakırköy’de tanıdım ve 1977’de evlendik. İlk sene Yeşilköy’de oturduk sonra buraya Yeşilyurt’a taşındık ve hala bu semtteyiz. İki oğlum var.İlker ve Alper. İkisi de işleri gereği İtalya Milano’da yaşıyorlar. İlişkilerim çok iyi onlarla. İşi bıraktıktan sonra her yıl üç-dört ay çocuklarımın yanında İtalya’da yaşıyorum.
 
Doksanların başları yorgunluktan depresyona girdim. Teknik imkansızlıklar nedeniyle kurumsallaşamıyordum çünkü. Yardımcım da yoktu. Her şeyi tek başıma halletmeye çalışıyordum. Bu nedenle sinirlerim çok yıpranmıştı. İstirahat etmemi söylemişti doktorum. Fırın gibi çok işlek çalışan mağazamın dışında tüm dükkanlarımı kapadım böylece. Atölyemi de daha önceleri kapatmıştım zaten. Fason yaptırıyordum modellerimi.  On-on beş yıl tek dükkanla devam ettim.
 
Ticaret hayatımda Hadi Türkmen’in de çok yardımları olmuştur bana. Özellikle kumaş yönünden. Onun da Sultanhamam’da yeri vardı. Selçuk Alagöz’den sonra seksenlerde DavutpaşaSpor Kulübü’nde başkanlıkda yapmıştı. Hadi bey beni çağırmış ve kendisine yardımcı olup olamayacağımı sormuştu; ben de kıramamıştım kendisini. Yani kısa bir yöneticilik serüveni de yaşadım kulüpte ama işlerimin yoğun olması nedeni ile çok ilgilenemedim açıkçası.
 
Seyahat etmeyi çok severim. İş hayatımın dışında gemi ile kısa turlarla dünyayı gezmeyi severim. Her sene 45 günlük, 30 günlük gemi turlarına katılırım eşimle. Bekarken de arkadaşlarımla giderdim. Güney Afrika hariç hemen hemen her yeri gördüm.
 
Saroz körfezi Keşan Mecidiye’de bir yerim var. Hemen hemen otuz senedir oraya gidiyorum. Son 10 senedir de köy içinde yaptırdığım yerde köy hayatı da yaşıyorum.
 
İki binli yılların ortalarında tamamen bıraktım işi ve dükkanımı kiraya verdim. Şu anda kirada dükkan. 1979’da Yeşilyurt Spor Kulübü’ne üye oldum. Her türlü spor aktivitesi var buranın. Benim sosyalleşme alanım da burası işte.