MUSTAFA YÜRÜR





26 Haziran 1938 doğumlu, profesyonel liglerde 424 kez forma giyip rakip filelere 32 gol bırakan, milli formayı toplam 24 kez sırtına geçirip 1 de gol kaydeden Mustafa Yürür, 1973-74 mevsiminde üçüncü ligde mücadele eden takımımızı çalıştırmıştı ve ellili yılların sonundan, yetmişlerin başına kadar futbolumuzun altın isimlerinden biriydi.
 
Mustafa Yürür 1966 sonlarında Fotospor’da yayımlanan konuşmasında şöyle anlatıyor çocukluk günlerini. ‘’Çocukluğuma, hatta bebekliğime rastlayan iki büyük olayı hatırlamak isterdim. Birisi, bütün Türk milletini, hıçkırıklara boğan, bütün insanlığı üzen o kara 10 Kasım günüdür. Ne gariptir ki, diğeri de bunun kadar olmasa bile yine acı bir anıdır. Hani 1939 yılının kara bir kış günü, tüm Doğu Anadolu zangır zangır sallanmış, Erzincan da yerle bir olmuştu ya, işte hatırlamak istediğim ikinci olay da odur.
 
Ata’yı kaybettiğimiz zaman ben çok küçükmüşüm. Şu anda hatırlamama imkan yok. Ama o ikincisini görüp de unutulan bir rüya gibi canlandırabiliyorum kafamda. Yerler yarılmıştı Erzincan’da. Taş üstünde taş kalmamıştı. Sanki herkes hep bir ağızdan ağlıyor da ağlıyordu.
 
Sonraları babamdan çok dinlemiştim bu iki olayı da. Ailenin tek çocuğu olduğum için babam üzerime çok düşerdi. Akşamları beni yanına oturtur, bunları anlatırdı. ben de babamın buğulu gözleri arkasında o anları yaşar gibi olurdum.’’
 
Kendimi anlamaya başladığım zaman İstanbul’un Beşiktaş semtinde oturuyorduk. Demek ki zelzeleden sonra babamla annem soluğu İstanbul’da almışlar. İlkokula Beşiktaş’ta başladım. O sıralarda Beşiktaş takımı da hızlı mı hızlıydı. Hemen her gün Hakkı’ların, Şeref’lerin, Şükrü’lerin, Kemal’lerin, Eşref’lerin, Hayati’lerin adlarını duyardım. Ara sıra Baba Gündüz’ün de adı geçerdi ama dedim ya, oturduğum semt Beşiktaş’tı. İşte bana futbol aşkını bu ünlü ağabeylerim aşılamıştı. Hep kendi kendime düşünürdüm : Ne güzeldi böyle tanınmış ve sevilmiş olmak.
 
Sonra her şeyimle birlikte futbol dünyam da büyüdü. Artık sadece Beşiktaş’ın yıldızlarını değil, diğerlerinin adlarını da öğrenmeye başlamıştım. Mesela Bülent ve Reha Eken kardeşler, Küçük Fikret’ler, K.Halil’ler, Lefter’ler ve Gündüz Kılıç’lar.
 
Artık ben de meşin yuvarlağın peşinde koşar olmuştum. İlk resmi takımım Boğaziçi’ydi. Orada sağiç oynuyordum. Oynadığım mevkide iki futbol yıldızına aşıktım. Bunlar Beşiktaşlı Recep ile Fenerbahçeli Lefter’di. Maç sırasında hemen her hareketimi bu iki futbol virtüözüne benzetmek isterdim. Şansa bakın ki gün oldu ya Recep’in, ya Lefter’in karşısında oynadım. Gün oldu yine Recep ve Lefter ile birlikte Ay-Yıldız’lı forma için mücadele ettim.
 
Fenerbahçeli Raşit Erte’nin gözüne çarpmamla birlikte kendimi sarı lacivertli takımın genç takımında buldum. Ve yıldızım parlamaya başladı. Fenerbahçe genç çok güçlü bir takımdı, önüne geleni silindir gibi eziyordu. Can Bartu, Avni Kalkavan, Sarıyerli Çetin kadronun yıldızlarıydı. Fenerbahçe A takımının teknik yöneticisi Niyazi Sel biz dört ası profesyonel kadroya aldı. Böylece 1955 yılında A takımda üç maç sağhaf olarak oynama fırsatı buldum. Üçünü de kazanmıştık. İki İstanbulspor maçı da 1-0 bitmiş, Emniyet’i 3-1 yenmiştik.
 
1956-57 mevsimi başında hamle yapan Sarıyer takımına transfer oldum takım arkadaşım Çetin ile birlikte. Galatasaraylı Yılmaz Gökdel, golcü Şenol Birol, FeriköylüMünacettin, Hüseyin ve Kaplan ile aynı formayı giymeye başladım. Sezon sonunda Yılmaz ile birlikte Beykoz’un yolunu tuttuk. 15 bin lira almış ve profesyonel olmuştum böylece.
 
Yeniden birinci lige dönmüştüm. Beykoz güçlü bir takımdı. Fenerbahçe’den gelen Abdullah, Şeref Has’ın abisi Mehmet Ali, kaleci Necmi Mutlu, daha sonra Beşiktaş’a giden Büyük Erdoğan, sağaçık Ziya, Mehmet Ekerbiçer, Şirzat gibi sıkı oyuncularla doluydu. Dördüncü olmuştuk sene sonunda. Bir yıl daha sarı siyahlı formayı giymiş, Eşfak Aykaç’ın teklifini kabul ederek Galatasaray’a gitmiştim.
 
Galatasaray’a gelişim 1959 yazındaydı. Dokuz sene sarı kırmızı formayı giydim. Ulusal formayı da 24 defa terlettim. En beğendiğim topçular Hollandalı Vilkens, Romen Constantine. Milli forma altında ikisi karşısında da bayağı zorlanmıştım. Bizden de Beşiktaş’ın golcüsü Güven Önüt ile mücadele etmek güç oluyor. İdeal bir takım oyuncusu ise bence Galatasaraylı Ayhan Elmastaşoğlu. Çalışkanlığı ve top hakimiyetiyle değerli bir futbolcu. Usta çalımları ve hızlı top sürüşü ve adam eksiltişleriyle Beşiktaşlı Yusuf Tunaoğlu’nu da unutmamak lazım.
 
Evliyim ve Dicle adında bir kızım var. Eşim Münevver benim Baba Gündüz’den sonraki ikinci antrenörüm diyebilirim.
 
İlginç futbol anılarımdan biri 1962-63 sezonundan. Fenerbahçe’yi üst üste iki defa 2-1 yenip hem lig, hem de kupa şampiyonu olmuştuk. İşte bu maçlardan sonuncusunda bir penaltı kazanmıştık. Durum 1-1 berabereydi. Metin penaltı atmaya hazırlanıyordu ki kaleci Özcan bir takım arkadaşına, Korkma Metin penaltıyı atamayacak, dediğini işittim. Ve cevabı yapıştırdım. Merak etme, o zaman da beş dakika sonra ben galibiyet golümüzü atarım! Ne gariptir ki Metin penaltıyı gole çeviremedi ve arkasından ben bir gol attım Özcan’ın kalesine. Böylece 2-1 galip gelerek kupayı da aldık.
 
En üzüldüğüm hadise ise Feriköylü Arif’in beni sakatlayarak 3.5 ay futboldan uzak kalmamdır. Sol ayağımın tandonları kopmuştu ve doktorlar artık futbol oynamayacağımı kesin olarak söylemişlerdi. Ama sağolsun Ali Uras ağabey beni tedavi ederek tekrar meşin yuvarlağa kavuşturdu.’’
 
Mustafa Yürür 1968 yazında Galatasaray’dan koparak İzmirspor’la anlaştı. Bir yıl mavi beyazlı forma için ter döktükten sonra da Mersin İdman Yurdu’nun yolunu tuttu. Eski takım arkadaşları Turgay Şeren ve Kadri Aytaç ile Güney’in bu güçlü kulübünde bir araya geldi. Mersin macerası üç sene sürdü ve 1972 yazında birinci lig defterini kapamış oldu.
 
Yürür’ün bir de hiç hatırlamak istemediği 1972-73 mevsiminden bir Kasımpaşa macerası var ki bundan söz etmesek daha iyi. Sultan Demircan başkanlığında büyük savlarla işe koyulan ama bir araya bin bir güçlükle getirilen klas topçulara ilerleyen haftalarda para ödenmediği için fiyaskoyla sonuçlanan deneyim Yürür için bir kabus olmalı!
 
 
Yürür’ün şalteri indirdiği sene 1973-74 ve bu sene bizimle birlikte. Hem topçu, hem de çalıştırıcı olarak Çukurbostan’a emeklerini sunuyor.
 
Sıtkı Özcan bu günleri şöyle hatırlıyor. ‘’Mustafa Abi futbolcu olarak hepimizin hayranlık duyduğu biriydi. Ama insanlığı da bir o kadar büyüktü. Bizimle kurduğu iletişim tamamen kardeşçeydi. Onunla oyuncular abi-kardeş gibiydiler. Espirilibiriydi ayrıca, zevkle çalışırdık idmanlarda.
 
Haftada iki kez antrenman yapardık Çukurbostan’da. Genelde Salı ve Perşembe günleri çalışırdık. Bazen Cuma günlerine de antrenman koyardı Mustafa Abi. Salı günü genelde teknik ve kondisyon ağırlıklı çalışır, Perşembe çift kale yapardık.
 
Mustafa Yürür başımızda yarım mevsim kaldı. Yani ilk maçımızı Adalet’le oynadıktan sonra, ilk devrenin son maçı olan Diyarbakır karşılaşmasına kadar bir aradaydık. İkinci yarıda Mustafa Abi gitmiş, yerine Müsellim Kesse gelmişti.
 
Mustafa Yürür’ün ayrılış nedenini sadece alınan pek de başarılı olmayan neticelere bağlamıyorum ben. Kötü sonuçlardan elbette biz topçular sorumluyduk, çalıştırıcımız değil. Biz yetersizdik!
 
Mustafa Yürür’ün bence Urfa’daki hadise nedeniyle canı sıkılmış, belki de yönetimle terse düşmüştü. Bu konuda bilgi sahibi değilim. Benimki sadece bir tahmin.
 
Deniz ve Ali Evren Urfa’da hırsızlık yapıp, suçu İbrahim Tezeren’in üstüne yıkınca hemen Mustafa Abi’nin isteğiyle kadro dışı bırakılmışlardı. Ama Deniz üç hafta sonraki Ceyhan maçında, ilk onbirde kendine yer bulmuştu bile. Zaten birkaç gün sonra ikili, antrenmanlara alınmaya başlamıştı. Yönetimden çalıştırıcımıza baskı mı gelmişti, bunu bilmiyorum!
 
Müsellim Abi’nin görevi almasıyla birliktede Ali Evren sürekli oynadı. Olanların Mustafa Abi’nin canını çok sıktığını, bu nedenle Çukurbostan macerasına kendi isteğiyle erken son verdiğini sanıyorum. Tabi bir de önceki seneden Kasımpaşa’da yaşadığı berbat şeyler ondaki sabır ve katlanma gücünü bayağı eksiltmiş olmalıydı!’