MÜFİT DEĞER








Babam 1927 Kocamustafapaşa doğumlu. Babası Mahmut Naci diş hekimiydi. O da İstanbul doğumluydu. İki fakülte bitirmiş, bayağı kültürlü bir insandı. Semtte çok sevilirdi dedem Mahmut Naci.Babamın annesi bir ebe kızıydı, Şaziment’ti adı. Ebe Anne dediğimiz babamın annesinin annesi Münevver Hanım ünlü Hamiyet Yüceses’in bile ebeliğini yapmıştı. Saray geliniydi.
 
Kocamustafapaşa’da bir köşkte yaşardık. Babam kalburüstü insanlarındandı semtin. Müfit Değer ilkokuluKocamustafapaşa’da okudu, özel sınavla alınan oldukça kazık bir okuldu bu. Orta eğitimini ise İstanbul Erkek Lisesi’nde yaptı. Kırklı yılların ortalarına doğru mezun olmuş olmalı. Yüksek öğrenim görmedi.
 
Gençliğinde futbol oynardı, futbol hep tutkusu olmuştu onun. Marmaraspor adlı Kocamustafapaşa semtinin mahalle takımında top koşturmuştu. Takım arkadaşları arasında dünya çapında bir cilt doktoru olmayı başaran Kolsuz Agop’dan söz ederdi zaman zaman.  İki iyi arkadaşmış Müfit Değer ile Kolsuz Agop.Davutpaşa kulüp lokalininyanı başındakiAlipaşa camisinin altı futbol sahasıydı eskiden. Bir semt sahasıydı. Belediye şimdi burayı bir parka dönüştürdü. Babam ve arkadaşları bu sahada oynuyor olmalıydılar.
 
Bir ara Davutpaşa’da oynadığını da söylemişlerdi babamın. Yaşıtı olan değerli seslendirmeci ve oyuncu Abdurrahman Palay ile de arkadaş olduğunu biliyorum, ama ikisi aynı dönemde top koşturdular mı, bundan haberim yok ne yazık ki.  
 
İnönü ile akraba oluruz biz. Hatta Ömer İnönü ile görüşürdü babam bazı zamanlar. Fakat ilişkilerimiz pek yakın değildi. Askerliğini Çorum’da yaptığını söylerdi. Atıyla çektirdiği fotoğraflarını gösterirdi bize.
 
Babamın iş hayatı teyzesinin kocasının  yanında başladı. Eniştenin hali vakti yerindeydi. Tekstil işiydi. Müfit Değer bir süre sonra ayrıldı oradan ve dokuma işine girdi. Cağaloğlu’nda büyük bir handa bir dokuma atölyesi kurmuştu. Hatta evdeki dokuma tezgahında annem de çalışırdı. Bu ticari etkinlikler hep ellili yıllarda.
 
Sonra üç ortak oldular. Ama ortaklık benim doğumumdan sonra. Hayal meyal hatırlıyorum. Altmışlı yıllara denk geliyor olmalı ortaklık. Muhtar bey, Salih bey ve babam.Epey uzun sürdü bu birliktelik. Sonra ortağın biri öldü. 1972 senesinde  öteki ortak ayrılmak istedi.Böylece babam ortağa parasını verdi, şirkete tek başına sahip oldu.
 
Müfit Değer Demokrat Parti aşığı bir insandı. Bayağı çalıştı parti için. Menderes hayranıydı. İnönü akrabasıydı ama hiç sevmezdi İnönü’yü. Hem kızgınlık, hem de kırgınlık duyardı ona.
 
27 Mayıs 1960 öncesi, Demokrat Parti’nin ocakları vardı ilçelerde. Esekapı’da da bir ocak bulunuyordu ve babam burada başkanlık yapıyordu. İhtilal sonrası ocaklar kapatıldı. Babamı da alıp götürdüler, bir buçuk ay içerde tuttular. Demokrat Parti’den herkesi alıyorlardı zaten.
 
Babam altmış sonrası hiçbir siyasi faaliyette bulunmadı. Demokrat Parti’nin bir devamı olarak tanımlanabilecek Adalet Partisi’ne yakınlık duydu belki ama politikaya atılmadı bir daha.
 
Müfit Değer semtte tanınan biriydi, zengindi de. Bu nedenle kulübe yakın kişiler geldiler, konuştular babamla. Başkan ol Davutpaşa’ya, kurtar kulübü, dediler. Kulüp o günlerde batakhaneye dönüşmüştü. Kızıl Elma Caddesi’nde, bugün bir benzin istasyonunun bulunduğu yerdeydi lokal. Her türlü şey vardı orada,her türlü kötü alışkanlık. Müfit Değer temizledi bunları, kulübü tertemiz yaptı. Bence babam kulübü oradan alıp çıkarmalıydı. Bu semtten çıkarmalıydı. Ama her şeyi bir anda yapmak imkansızdı. Her şey bir anda yapılamazdı. Tepki alıyordunuz. Pislikleri ne kadar temizleseniz de bir kısmı kalıyordu içerde. Pisliklerin dışarda kalanları da konuşmaya başlıyor, susmuyordu. Dışardan rahatsız ediyordu sizi. Bunlar kolay şeyler değildi, yapamadı babam bütün istediklerini. Aslında her düşündüğünü yapabilse, kulübü tam manasıyla kurtarabilirdi. Ama yapmış olduğu kadarı da Davutpaşa kulübü için nimetti.
 
Müfit Değer’in amacı bu semt kulübünü alıp bir yerlere getirebilmekti. Hiçbir geliri olmayan bir kulübü alan bir başkanın amacı ne olabilir ki. Şimdiki gibi değildi o günler. Bir reklamı olamazdı Davutpaşa’nın, medyanın gücü sınırlıydı o günlerde.
 
Babam idealist bir insandı ve o idealini de gerçekleştirdi gibime geliyor. Bir semt takımından ikinci ligde top oynamış bir ekip yarattı. Üstelik de Davutpaşa topçularının büyük çoğunluğu bu semtten çıktı.
 
Ama semtteki bazı topçular bizim takıma gelmek istemezdi; bunu ben kıskançlığa bağlıyorum. Gider amatör takımda, mahalle takımında top oynar Davutpaşa’da oynamak istemezlerdi. Bunların çoğunun kaybolup gittiğini söylemek zorundayım.
 
Çukurbostan zamanında semt takımlarının tavrı da tuhaftı. Sahaya kendi sahaları gibi bakarlardı çünkü. Oysa ancak Davutpaşa’dan arta kalan zamanlarda çalışmaya hakları vardı onların. Bunlar da diş bilerdi kulübümüze.
 
Müfit Değer çok merhametli bir insandı. Yardım etmeyi çok seven bir insandı. Takımımızın altmışlardaki değerli topçusu Rafet Vural konusuna değineyim bu bağlamda. Rafet’in Vatan Caddesi’nde, yaşlı annesiyle birlikte oturduğu gecekonduya paketlerle yardım giderdi. Paketlerle. Ayrıca birçok futbolcuya da okul yardımı yapardı. Okutmuştu da. Evlerine yardım etmişti, evlendirmişti. Hanımından ayrılmaya kalkan futbolcuları eşleriyle barıştırmıştı. Amacı bu çocukları yetiştirmek, onlara yardım etmekti sadece. Müfit Değer okuyan topçuyu, okuyan adamı severdi. Bu nedenle okumuş insanın, üniversiteli oyuncunun zekasının daha bir farklı olacağını düşünerek eğitimli, efendi, terbiyeli, ahlaklı, kültürlü adam arardı. 
 
Bence Müfit Değer hedefine ulaşmıştı Davutpaşa takımında yapmış olduğu başkanlık sırasında. Arzuladığı yerlere getirmişti takımını. Çünkü Alipaşa’dan gelen bir Davutpaşa kulübünün ikinci kümede top oynaması çok büyük başarıydı bence.
 
Semtimiz fakir bir semt. Alipaşa’dan söz ediyorum.Bir Kocamustafapaşa değil burası. Bu nedenle taraftarımız yoksul insanlardı. Bunların bilet almaya güçleri yoktu. Kapıda beklerler, babamı görünce içeri girmek isterlerdi. Babam da Vefa Stadı’nın gişesine kırk, elli bilet parası bırakırdı. Yani maçlarımıza seyircimiz pek gelmezdi, gelemezdi. Paraları yoktu çünkü. Galata ya da Karagümrük gibi takımlar daha farklıydı. Daha paralı takımlardı. Onlar beş yüz kişi sokabiliyordu içeri. Bizim en büyük seyirci sayısına ulaştığımız yıl, ikinci kümeye çıktığımız seksenlerin başıydı. Yönetim kurulu ve Kadri Aytaç semtte toplantılar düzenlemiş, mahallelilerde bir heyecan yaratmayı başarmışlardı.  
 
1972 yılı Müfit Değer’in başkanlığı Nejat Ayberk’e bıraktığı yıldı. Artık yorulmuştu. Annem de bayağı etkili olmuştu başkanlıktan ayrılmasında. Neden derseniz, çok ağır bir yükün altındaydı babam. Hem maddi bir yüktü bu, hem de manevi. Kulübe harcamış olduğu parayla, hiç abartmıyorum, on tane han satın alabilirdiniz. Babamın büyük bir serveti, hem de seve seve, gözünü bile kırpmadan Davutpaşa için harcadığını söyleyebilirim.
 
Şimdi durup bir soluk alayım ve dürüstçe bir itirafta bulunayım. Ben Hüseyin Cumhur Değer, onun yerinde olsam, babamın yaptıklarını yapmazdım asla. Asla.
 
Evet babam başkanlıktan 1972 senesinde ayrıldı. Bunda annemin de tesiri olmadı değil. İş hayatında da o dönemde biraz durgunluklar yaşadı Müfit Değer. 1972 yılında yönetimi devralan,  Nejat Ayberk başkanlığındaki idare heyeti babamın onayıyla gelmişti. Babama danışırlardı. Sürekli diyalog halindeydiler. Hakkı bey ile olan tartışma hariç. Her topçuya bir araba anahtarı, bir ev yaklaşımı abartılıydı, babam da hemen itiraz etmişti. Davutpaşa kulübü bu şekilde idare edilemezdi elbette. Mağazadaydı bu konuşma sırasında Müfit Değer. Şeker komasına girmişti telefonu kapadığında. Tezgahın üstüne yatırdığımı hatırlıyorum.
 
1972’de iş başına gelen yöneticiler türbünde oturur, galon galon içkileri götürürlerdi. Futbolcu sahada top oynuyor, yöneticilerimiz galonla içki içiyordu. Böyle idareci mi olur allah aşkına! Spor yapıyoruz. Babam da dehşetli öfkelenirdi buna. İçkiyi ağzına koymazdı rahmetli.
 
Ardından takımda terslikler başladı, başarısız sonuçlar alındı. Hakkı bey yaptığı hatayı anladı, geldi, özür diledi babamdan. Aslında Hakkı abi çok iyi bir insandı. Kulübe de çok hizmeti dokunmuştur. Cerrahpaşa’da otururdu. 
 
Babamın fabrikası Yeni Bosna’daydı, benim üzerimeydi. 1975 senesinde açmıştık galiba. Bir süre götürdük işi. Sonra dedim ki babama, İmalatın başka bir yönünü yapalım. Burada ağır masraf var. İki kişiyiz, sen yalnızsın. Ben koşturup duruyorum dışarlarda. Yanımızda çalışanlar yeterli olamıyor. Masraflar ağır. Gece vardiyaları filan.
 
Bir de bunlara eklenen, tekstildeki iplik kıtlığı. Yurt dışından iplik gelmiyordu.İplik gelmeyince fabrika uzun süre yattı. Yatınca işçilerin paralarını ödemek zorunda kaldık. Ecevit’in zamanıydı, iyi hatırlıyorum. Ben de bunun üzerine, Kapayalım burayı, fason yaptıralım, dedim. Neden uğraşıyorduk bu işle?Tezgahları boşaltalım, dedim, dünya kadar tezgah var, fason yaptırırız. Kapattık, fason yaptırdık, böyle götürdük. Fabrikayı 1985 yılında kapadık. Sultanhamam’da toptan satıyorduk artık.
 
Ardından babamın rahatsızlığı geldi. Kemoterapi sırasında da işe gelirdi babam, ara sıra da olsa. Ama bu süreç zorluydu ve babam çok yıprandı. Artık işi bırakmak zorunda kalmıştı. 1985-1989 arasındaki süreçte babam en az üç dört ameliyat geçirdi. Ama umarsızdı durumu. Hastalık her yanına sıçramıştı çünkü.
 
Babam ölümünden bir gece önce, çağırdı beni. Hadi yürüt beni biraz, dedi. Üç kardeşiz ama en çok bana düşkündü. Gecenin on biriydi, on ikisiydi. Hiç unutmuyorum, lokma tatlısı istemişti. Götürdüm. Ertesi gün cumartesi günüydü. Mağazaya gittim. Telefon geldi. Annemdi. Baban çok rahatsız, hemen gel, dedi. Geldiğimde, gözlerini bir noktaya dikmiş öylece bakıyordu. Portakal suyunu içirmişti annembiraz önce. 
 
Futbol dışında babamın hobisi filan yoktu. Bütün günleri doluydu, maç, idman, futbolcuların sorunları, deplasmanlar, hakem geceleri filan. Zaten deplasman deyince durmak gerekiyor. Perşembe ya da Cuma gecesinden çıkılırdı yola, otobüslerle gidilirdi. Ama Müfit Değer havaalanı olan kentlere uçakla götürürdü takımı. Babam ortaklarına bırakırdı dükkanı, koştururdu sürekli. Hiç boş zamanı olmayan biriydi.
 
Deplasmanlara abim, annem ve babamla giderdik. Hiç kaçırmazdık. Naci annemin kucağında seyahat ederdi. Bugün ofsaytı bilmeyen topçu vardır ama annem ofsaytı bilirdi. Hatırlıyorum, Kütahya’daydık. Hakem ofsayt, diye bağırdı annemtürbünden. Hakikaten ofsayttı, türbünler de öylece bakakalmıştı bize. Kim bu kadın, diye, niye bağırıyor, diye. 
 
Babam çok otoriter bir adamdı. Abartılı olacak belki ama ben hala babamdan korkarım, mezarda olsa bile çekinirim. Biz terbiyeyi, ahlakı ondan gördük. Efendiliği, terbiyeyi çok severdi. Terbiyesiz adamı yanına sokmaz, tahammül etmezdi. Bizi de öyle yetiştirmişti. Semte adım bile atmamızı istemezdi rahmetli. O yüzden evi de Kızıl Elma Caddesi’ne taşımıştı. Çünkü yıllar geçtikçe bozulmuştu buraları.
 
Babamın ne içkisi vardı, ne sigarası. Giyime kuşama çok meraklıydı. Kupon kumaştan elbise yaptırırdı. İngiliz kupon kumaş alırdı sürekli olarak. Özel terzisi Ermeniydi, ona diktirirdi. Çok severdi iyi giyinmeyi.
 
Okulu bir gün kırdığımı hatırlamıyorum. Korkudan kıramazdım, bir gün bile. Oysa ilkokuldan liseye hep özel okullarda okumuştum. Akşam eve geldiğimizde de babamızdan habersiz dışarı çıkıp, yürüyemezdik sokakta. Hiçbir şey yapma imkanımız yoktu. Akşam ondan sonra evden çıkamazdık asla. Babamızın kuralıydı bu, ilkesiydi. Ama babam bize hayatın en güzel şeylerini yaşattı. Allah gani gani rahmet eylesin, en güzel şeyleri gördük onun sayesinde. Kimsenin görmediği şeyleri, kimsenin görmediği yerleri gördük. Kimsenin yatmadığı yerlerde yattım, Hilton otelinde, İzmir’deki Çınar otelinde. Yurt dışını gördüm. Görmediğim yer kalmadı ama babamın sayesindedir bu. Ben bunu inkar edemem. Allah gani gani rahmet eylesin. Ahlakı üst seviyedeydi, harama asla el uzatmadı.
 
Anlatırdı. Babam tezgahtarlığı sırasında, dükkana malların getirildiği tahta sandıklar satıldığında, o sandıkların parasını cebine koymazmış. O haram paradır diye evine, barkına harcamazmış. Öyle bir adamdı. Bu nedenle futbolculardan kimse palavra atmasın. Ben paramı almadım, diye. Bana kimse masal anlatmasın. Takım en iyi yerlerde konaklar, en iyi otellerde kalır, en iyi lokantalarda yemek yerdi. Babamın sayesindeydi bu. Kulübün geliri yoktu. Babam kazancından harcardı.
 
Bir de Ulvi abiyle ilgili bir anımı aktarayım. Babamın başkanlığı sırasındaydı bu eğlenceli anı. Sene 1969, bahar ayları. Üçüncü kümeden düştüğümüz sene. Çanakkale’ye gitmiştik. Ulvi abi denizci subayıydı orada. Truva Oteli’nde kaldık kentte. Biz takımla beraber sahaya girdik. Bir baktık ki türbünleri Çanakkalelilerden çok Davutpaşalılardoldurmuş. Onlar da kim biliyor musunuz! Denizci askerleri. Ulvi abi onların başlarında, orkestra şefi gibi yönetiyordu hepsini. Davutpaşa, diye tezahürat yapıyordu erler. Hayatım boyunca unutamam bu olayı. 2-0 yenmiştik, K.Hasan ve Necati’nin golleriyle. Bediz Baysal’ın müthiş oynadığı bir maçtı.