MEHMET ÇAKIROĞLU






 

 



8 Mart 1955 Cerrahpaşa doğumluyum. Meşhur Sinekli Bakkal Sokağı’nda dünyaya gelmişim. Ortaokul yaşlarında Cerrahpaşa Camisi’nin yan sokağında oturduk. Sinekli Bakkal’da, annem, babam üçümüz yaşardık. Yukarı taşınınca bir kardeşim daha dünyaya geldi. Hüseyin’di. Babam memur, annem ev kadınıydı.
 
Çok küçük yaşlarda mahalle arasında top oynardık. Ben de iyi oynayanlardan biriydim. Bir gün arkadaşlar geldiler. Sen iyi bir futbolcusun ama biz Davutpaşa’nınseçmelerine gittik, dediler. Yedi, sekiz kişi gitmişler, üçü seçilmiş. Çok bozulmuştum. On iki yaşımdayken ben de arkadaşlarımla antrenmanlara gittim. Ortaokula yeni başlamıştım. Davutpaşa, Çukurbostan zamanında alt yapıya önem veren, bizim için dev bir kulüptü. Efsane bir jünyör takımı vardı. Orada oynamak çok önemli bir olaydı tüm civar çocukları için. Davutpaşa’nın gençlerine hazırlıktı.Çok ünlü ve büyük bir kulübe altyapı hazırlıyormuşçasına önemli bir görev üstlenmiş gibiydiDavutpaşa. Jünyör takıma geçmek için bir alt takımda kendini gerçekten göstermen gerekiyordu. Ben bir alt takımda başlamıştım, ama çok kısa bir süre sonra jünyör takıma geçtim. Benimle birlikte ya da benden 1-2 gün önce giren arkadaşlar elendiler. Bir tek ben kaldım mahalleden.
 
Kadroda Engin Verel, çok sevdiğimiz başkanımız Müfit Değer’in oğlu Cumhur, takım kaptanı Sarı Dinçer’i hatırlıyorum. Kalecimiz Muharrem Önen’di. Muharrem, A takıma geçince Yüksel almıştı kaleyi. Bir de Abdül vardı kaleci. Daha jünyör takıma girmeden önce hazırlık maçlarını seyrederken, üzerlerinde gördüğüm o mükemmel formayı, 2012 yılına gelene kadar on beş sene çeşitli liglerde profesyonel top oynadığım, Fenerbahçe genç ve Paf takımında bile görmedim. O saten formalar o kadar güzeldi ki… Her civar çocuğun giymeyi hayal ettiği gri saten bir formaydı.
 
Efendi bir çocuktum. Öğretmenlerim çok severdi. Ben de öğretmenimiz İsmet hanımı çok severdim. Aksaray Deneme İlkokulu’nda okudum ilkokulu. Önlük uygulaması yoktu bizde. Önlüksüz uygulamanın sonuçlarını deneyip görmek amacıyla kurulduğu için Aksaray Deneme İlkokulu ismi verilmiş zaten. Süt tozu ile suyu karıştırarak oluşturdukları bir süt verirlerdi beslenme saatlerinde. Pek sevmezdik.
 
Aşı olurken, sıranın başındaki hep ben olurdum, çünkü aşıdan sonra evlere gönderirlerdi. Aşı olduğum gibi okuldan fırlar, top oynamaya koşardım. Okulun karşısındaki arsada yediye yedi, sekize sekiz çok güzel maçlar, turnuvalar yapardık. Ama ikinci ve üçüncü lig oyuncuları da oynardı. Arsanın yanında da Eskişehir talebe yurdu vardı. Yurtta amatör oynayan oyuncular da kalırdı. Onlarla beraber oynardık. Ben hep en küçükleri olurdum aralarında.
 
1968-69 yıllarında okulun karşısında oturan, ikinci liglerde gol kralı olmuş,idolümüzsantrfor Beykozlu Haldun abimiz sağlam bir oyuncuydu. Bizim belimiz kalınlığındaydı baldırları. Binanın beşinci ve en üst katında otururdu. Her maç sonunda topa bir vurur, en üst katın terasına atardı.
 
İlkokuldan sonra Pertevniyal Lisesi orta kısmına başladım. Aynı zamanda Davutpaşajünyör takımında oynuyordum. Yeraltı çarşısı kazıları nedeniyle her yer delik deşik, çamur bataktı. Seksen kişilik sınıflarda çok zorlanıyordum. Orta birde kaldım. Annem, babam çok anlayışlı davranmışlardı. Neyse tekrar toparladım bitirdim ortaokulu.
 
Lise bire başladığımda futbolda da çok sivrilmeye başlamıştım. Aksaray’da özel Bilir Koleji’nin beden öğretmeninin yeğeni benim mahalle arkadaşımdı. Bir gün geldi, Murat hoca çok güzel bir okul takımı kurmak için futbolcu topluyor, söyleyelim seni de yazsın, dedi. Müthiş bir takım oluşturmuştu Murat hoca. Davutpaşa’dan ben ve kaleci Muharrem, Galatasaraylı Furkan, ve Murat-Nejat ikizleri, Beşiktaş’tan da sağ bek Teoman’ı almıştı. Sonra Engin Verel geldi takıma. O yıl direk şampiyon olmuştuk. Ondan sonraki sene de Vefa Lisesi’yle müthiş çekişmiştik.
 
Eski milli takımlar sorumlusu Selami Özdemir ile bir yurt dışı seyahatinde beraberdik. Beni hatırladın mı, diye sordu. Hayır dedim. Ben Vefa Lisesi’nin takımındaydım. Karşılıklı çok maç yaptık seninle, dedi. Hatta Ali Sami Yen’de final maçı oynamıştık onlarla. Onu anlattı bana. Ben de rakiplerden çok kendimizle uğraşıyorduk, o nedenle tanıyamadım, kusuruma bakmayın, diye espri yaptım.
İki sene üstüste gurubumuzda şampiyon olduk. Sene sonundaTürkiye şampiyonası yarı final maçına çıkacakken bir arkadaşımız moralimizi bozdu. Engin Verel’di bu. Motor Sanat ile yarıfinal maçına çıkıyoruz Şeref Stadı’nda. Çok gergindik. Okul takımlarının yazıları çıkardı gazetelerde o dönemler. Oyunlar eleştirilir, oyunculara yıldızlar verilirdi. Fotoğraflar falan yayınlanırdı. Bu nedenle okulun ismi çok duyulur olmuştu. Dolayısıyla keyfi yerinde olan okulun sahibi Ahmet Bilir bize bir ödül sözü verdi. Şampiyon olun, sizi İsviçre’ye götüreceğim, dedi.Engin, Ne yapacağız şampiyonluğu yahu, sakatlanmayalım da, dedi. Bizim süngülerimiz düşmüş, morallerimiz bozulmuştu. Engin o gün hiç asılmadı, çok kötü oynadı. 2-1 kaybettik maçı. İsviçre hayallerimiz de böylece bitti. Engin takımdan çok galiba kendini düşünmüştü o maçta. Mutlaka pişmanlık duymuştur, ama tam transfer üzeri böyle olması gerektiğini düşünmüş olabilir. O sezon sonuna doğru Galatasaray’a transfer oldu. 1973-74’te Galatasaray’da oynadı. Sonra Fenerbahçe’ye gitti. Davutpaşa’dan Galatasaray’a bölge içi transfer diye gidememişti. Bölge dışı transfer olarak gidebiliyordu. Yarımca’ya yaptılar transferini. 3 ay sonra da transferi gerçekleşti.
 
Davutpaşa’da çok değerli bir hoca olan Rıdvan Şumlulu bize hizmet verdi. Antrenörlük bilgisi açısından, ben de teknik adam olduğum için uzun yıllardır yaptıklarının ne kadarönemli ve değerli olduğunu görüyorum. Belki başka bir meslekte olsaydımbunuçok net göremeyebilirdim. Bizi teknik anlamda çok geliştirmişti.
 
Orta saha oynuyordum. Davutpaşa’da. Orta saha oyuncusu olmama rağmen sol ayağımı da iyi kullanmam nedeniyle eksiklik görüldüğü zaman Rıdvan abi beni sol açık oynatırdı. Okulun bahçesindeki duvara vururdum sol ayağımı, sol ayağım da sağ kadar güçlensin diye. Rıdvan abi genç takım antrenmanlarında topa nasıl vurulur, destek ayağı topun neresine konulur, topun ağırlık merkezi neresidir gibi temel bilgileri öğretirdi bize. Alt yapılarda hocalık yaparken de çok sık başvurduğum bilgilerdi bunlar.Coşkun genç takımda, sol açık oynardı. Askeri liseye gitme hayalleri kurardı.  Çok düşkün değildi topa. Çok para kazanabilirdi bu işten ama bazen antrenmanlara, bazen de maçlara gelmezdi, aksatırdı hep. Bu nedenle zaman zaman ihtiyaç olduğunda beni sol açık oynatırdı Rıdvan abi.
 
Davutpaşa genç takımı çok başarılıydı. Rahmetli Rıdvan hoca uzun dönemler A takımını da çalıştırmıştı. Bizi de A takıma hazırlıyor, iki, üç kişinin de A takıma çıkabileceğini düşünüyordu. Düşündüğü kişiler Ben, Engin Verel, Dinçer, kaleci Muharrem’di.  1968-73 arası önce jünyörde başladım; iki yıl jünyör takımda, üç yıl da genç takımda oynadım. Genç takımda oynarken zorlanmıştım. Çok uzun, çok iri, çok iyi oyuncular vardı. Hatta Yavuz’la Tahir İstanbulspor’a transfer olmuşlardı. İstanbulspor Alpaslan’ı da almıştı bizden. Takımda 1953 ve 1954 doğumlular oynuyordu. Tek 1955 doğumlu bendim. İstanbul’da şampiyon olamadık. Hep İstanbulspor’la aynı guruba düşüyorduk.
 
İstanbul’un en iyi genç takımıydı İstanbulspor Genç. Ali Mortaş vardı başlarında. Hep kaliteli, genç futbolcuları bulur, getirirdi. Resmen Davutpaşa’dan oyuncu çalarlardı. Gelirler, çocukların kafalarını karıştırırlardı. İyi takımda oynama hayali ile giderlerdi onlar da. Sembolik bir ücret de verilirdi.
 
Başkanımız Müfit Değer çok kızıyordu İstanbulspor’a. Ben göndereyim onları büyük takımlara, gelip çalmasınlar, derdi. O arkadaşların da haklı olduğunu düşünmüşümdür çoğu zaman. İstanbulspor çok köklü, diğer takımlara en fazla transfer veren bir takımdı. Tahir Mersin’e gitti orada kaptanlık yaptı. Yavuz Adana Demirspor’a gitti.
 
Biz Davutpaşa’da oynarken aklımda kalan en önemli şeylerden biri, ödül olarak bize verilen serbest giriş kartlarıdır. Bende büyük anısı vardır. O zamanlar takım on altı kişiydi. Antrenmanlara katılanlarla beraber yirmi üç, yirmi dört kişi oluyordu. Ama serbest giriş kartları nedense hep on üç ya da on dört adet dağıtılırdı. O on üç, on dört kişilik kadroya girmek bile bir olaydı bizim için.
 
Engin’le birlikte almıştık o kartlardan. Engin Fındıkzade’de oturuyordu, ben de Cerrahpaşa’da. Zaman zaman birlikte gidiyorduk, zaman zaman da Dolmabahçe stadının, deniz tarafındaki kale arkasında, bayrakların orada buluşurduk. Yerimiz orasıydı. Kim gelirse gelsin bizimle orada buluşulacağını bilirdi. Hatta Fenerbahçe’nin Santos ile oynadığı bir maçı orada, serbest giriş kartımızla seyretmiştik. Davutpaşa’da maddi bir kazancımız olmamıştı, ama çok güzel şeyler yaşamıştık.
 
İlk geldiğimde başkanımız Müfit Değer’di. Çok beyefendi bir başkandı. 1973 yılında Davutpaşa’dan ayrılırken ise başkanlık koltuğunda Nejat Ayberk oturuyordu.
 
Bir dönem Ayhan abi bırakmıştı takımı. Bir yerlere gitmişti. Hocasız kalmayalım diye genç takımımızı kısa bir süre Davut Kılıç çalıştırmıştı. Enver Tuna bizim büyüğümüzdü ve bize çok iyi davranırdı.
Beşiktaş’tan kiralık aldığımız Doktor Ahmet’in bir özelliği ilginçti. Pas atmazsan sana kızar, güzel pas atarsan ve o değerlendiremezse topa, kaleye, sahaya kızardı. Az oynamıştı ama çok gol atmıştı.
 
A takımla çift kale maçlar yapıyorduk ve çok iyi oynuyorduk. Bazı büyükler kızıyorlardı çok iyi oynamamıza, bazıları da çok hoşgörülü davranıyordu. 1971/72  sezonunun son haftalarına doğru, ligin bitmesine yedi, sekiz hafta kala Engin’i oynatalım, sonraki hafta Muharrem’i falan diye bizi alıştırıyorlardı. Engin ilk maçını Vefa Stadı’nda Eyüp’e karşı  oynadı ve gol attı. Engin’in gol atması bizi çok mutlu etmişti. Alttan gelen oyuncuların da önü açılıyor anlamına geliyordu bu. Engin’in karşısındaki de Adnan Dinçer’di o maçta. Hiç unutmam, aramızda 23 yaş fark var yahu, ben 15 yaşında çivi gibi genci nasıl durdurabilirim, demişti.
 
Engin’i genç milli takıma da çağırıyorlardı. Mart doğumlu olduğum için beni çağırmadılar. Ben de A takımda oynayayım da görün siz, diye içimden geçiriyordum. Eyüp maçı sonrası, Rıdvan hoca beni de alacaktı takıma ama bir şeyler oldu, hocamız istifa etti. Kulüp bayağı sarsıntılar geçirdi o aralar.
 
1972-73 mevsiminde, Davutpaşa gençte, ilkin Rıdvan abi ile başladık çalışmaya. Rıdvan abi zaman zaman A takıma da geçiyordu. Bu devrelerde bizi Ayhan abi çalıştırırdı. Rıdvan Şumlulu’nun yardımcısıydı. Son aylar tamamen onunla beraberdik zaten. Çok beyefendi, çok kibar biriydi Ayhan hocamız. Ütüsüz forma giydirmezdi oyunculara. O da bize çok şeyler katmıştı.
 
1972/73 mevsiminin son maçında Engin Verel’in attığı golle İzmir Demirspor’u 1-0 yendik ve kümede kaldık. O yıldan bir anım var. Hayati maçlardan birinde Trabzonlu Adnan Yavuz inanılmaz bir gol kaçırmıştı. Üniversitede okuyordu o sırada Adnan. Kaleciyi geçti, boş kaleye vurdu, top avuta gitti. Soyunma odasına gitmiştik maçtan sonra; geçmiş olsun dileklerimizi iletmeye. Baktık hoca tutmuş omuzlarından sarsıyordu Adnan’ı. Nasıl atamazsın boş kaleye, diye. Hocam köşeye vurdum, dedi Adnan. Eşşek herif, boş kalenin köşesi mi olur, şeklinde barbar bağırıyordu hocamız. Hep gülümserim bu olayı hatırladığımda.
 
Ertesi yıl yeni bir hocayla başlamıştık. Birkaç transfer yaptı yeni çalıştırıcı. Baktım benimle ilgilenen yok, ben de bu civarın en iyi takımlarından, birinci amatörde oynayan Yaylaspor’un yolunu tuttum. Özcan Oal, Deve İlker, eski Fenerbahçe’li Ziya Şengül vardı takımın kadrosunda. Zaten, Ziya abinin takımı, derlerdi. İki bin lira almıştım. Büyük paraydı.
 
Rahmetli pazarcı Akif abi dolmuş arabasıyla gelirdi kapının önüne. Bagajı bir açardı, oyuncuların yemesi için otuz tane karpuz, kırk tane kavun, üç kasa  üzüm falan çıkardı bagajdan.
 
Bir sene oynadım takımda. Ertesi sene çok takımdan teklifler aldım ama yine bırakmadılar. Üç bin lira verdiler ikinci sene. İşte üç bin lira alan çocuk, diye gösterirlerdi beni Çukurbostan’da oynarken. Çok keyifli iki sezon geçirmiştim orada. Çok başarılıydı takım. Şampiyon olamadı. Ama o zamanlar İstanbul’un amatör kümesi çok çok iyiydi. Şu an ikinci ligin B kategorisi ile mücadele edebilirdi dersem abartmış olmam. İETT, Tophane Tayfun, Okmeydanı, Altınok, Çapa, Topkapı gibi çok iyi ve kaliteli takımlar zorlu maçlar oynuyorlardı. O dönemler amatör kümeden profesyonel kümeye gitmek gerçekten çok çok zordu. Yazın yapılan maçlara futbol simsarları gelir, oyuncu seçerlerdi. Bir ya da iki oyuncu seçilirdi en fazla. Altınok’tan sol açık İskoç İsmail gitmişti Adanaspor’a. Ben de 1975 senesinde ikinci kümede oynayan Eskişehir Demirspor’a gitmiştim.
 
Çok zordu o dönemler ikinci kümede oynamak. Gittiğiniz takımda yer edinebilmek de çok zordu. Eskişehir Demirspor demir yollarının müessese takımıydı. Ben gittiğimde iki tane genç oyuncu vardı, diğerleri 30-35 yaşını aşmış kişilerdi. Tabii takım orada kadrolu çalışanlardan oluşturulmuştu. Onların içinde yer bulmak, forma giymek çok zordu. 22-23 maç oynadım o sene ilk on birde. Orada, Rıdvan abinin beni böyle zamanlara hazırlamış olduğunun farkına varmıştım.
 
1977’de Kocaeli’ne geldim. Dört sene oynadım. Şampiyonluk yaşadım. 1979-80 sezonunda birinci lige çıkarttık takımı. Antrenörümüz Fethi Demircan’dı. Çok sık gidemiyorum ama 4-5 sene önce gittiğimde hala o şampiyon kadronun resmi asılıdır duvarlarda. Efsanevi bir kadrodur.Rahmetli Müjdat’tı kalecimiz. Kamplarda oda arkadaşımdı. Kocaeli’ndeyken evlenmiştim, aynı apartmanda kapılarımız karşılıklıydı. Çok değerli arkadaşım Yılmaz Vural’ın kaleci antrenörüydüGençlerbirliği’nde. Antrenman sırasında rahatsızlandı ve vefat etti. Çok tatlı bir oğlu ve bir kızı vardı.
 
Genç takım da iyiydi Kocaeli’nde, bayağı oyuncu verirdi üst yapıya. Antrenör Çetin Güler’di. Sağ bek Zeki, sol bek Balıkesirli Ali’ydi. Kocaeli genç takımından gelenler arasında Veli, Bülent Baturman ve Orhan Görsen’i hatırlıyorum. İki Bülent daha vardı kadroda: Bülent Gürbey ve Bülent Gemici.
 
Santrforumuz Raşit Çetiner’di. Bekar futbolcular 8-10 kişi otelde kalıyorduk. Raşit de aramızdaydı. Raşit’in bir özelliği vardı. Biz 8-9 kişi gurup halinde pastaneye giderdik, o gelmezdi. Yine 8-9 kişi kaldırımdan sohbet ederek yürürdük, o karşı kaldırımdan yürürdü. İlk hazırlık maçında tartışmış, kavga etmiştik. Sakarya ile yapıyorduk hazırlık maçını. Pas attın, atmadın diye. Çetin hoca ikimizi de çıkartmıştı maçtan.Soyunma odasına inince bayağı kapışmıştık. Aynı otelde yanyana odalarda kalıyorduk ama uzun süre konuşmadık. Ancak maçlarda biri bana sert girse gidip ona kafa tutardı. Biri Raşit’e arkadan dalsa, ben gider yakasına yapışırdım rakibin. Birbirimizi çok korurduk.
 
Manisa ile oynuyoruz kendi sahamızda. Raşit gol krallığına gidiyor. Düzceli santrfor Ahmet ile çekişiyordu. Eskişehir’e,Bursa’ya falan gitmişti sonra. Aralarında bir gol fark vardı. Ahmet bir gün önce iki gol atmıştı, Raşit’in de Manisa’ya mutlaka gol atması gerekiyordu. Bir gol ben attım, sonra rakip defansı delerek kaleciyi de geçtim. Boş kale vardı önümde. Atmadım. Raşit i bekledim. Geldi ve kaleye yuvarladı. Gol atınca kucağını açarak diğer korner köşesine doğru koşmaya başladı. Babası oturuyormuş orada. Bana değil, bana değil, git o çocuğa doğru koş, demiş babası.Sonra geldi, arkamdan sarıldı boynuma ve çok iyi dost olduk. Hala devam eder. Raşit o sene Fenerbahçe’ye transfer oldu.
 
Bir sonraki mevsim, Türkiye kupasında son dört takım arasına kalma başarısı gösterdik. Çok zor bir şeydi bu. Bursaspor ile oynadık yarı finalde. Çok iyi bir kadroya sahiptiler. Kaptan Sedat3, Deli Vahit, Kaleci Osman falan. 2-1 mağlup olmuştuk Bursa’da. O maçta ben oynamamıştım. Hoca ile tartışmıştım ve beni kadro dışı bırakmıştı Abdullah Matay. Sonra Denizli’ye gittik, orada da mağlup oldu takım. Sonra içeride Antalya ile oynuyorduk. Ben yedek olarak soyunmuştum. Onlara da 1-0 mağlup olduk. Üst üste 3 yenilgi almıştık. Çarşamba günü de içeride Bursa ile rövanşımız vardı. Değirmendere’de kampa girdik. Yardımcı antrenör İbrahim bey geldi, Yönetim de, ben de hocaya büyük baskı yaptık senin oynaman için, dedi. Zaten o da seni affetmiş, eksikliğini hissetmiş, dedi. Tur atlamamız için mutlaka yenmemiz gerekiyordu. Baturman attı golü ve 1-0 kazandık. Maç sonu seyirci sahaya girdi ve en az on kişi sevinçten üzerime atladılar. Okadar uzun süre üzerimde kaldılar ki az kalsın bilincimi kaybediyordum. Doksan dakika oynamış nefessiz kalmıştımzaten, üç haftalık maç eksikliğim de eklenmişti buna. 61-62 kiloydum o günlerde. Yakın dost olduğum iki metre boyundaki Gazozcu Recep tuttu,çekip çıkarmıştı beni o insan kalabalığından neyse ki.
 
Kocaeli birinci lige çıkınca çok takviyeler yapıldı. Hoca değiştirildi. Ben de ayrılmak istedim. 1980-81’de Zeynel Soyuerçalıştırdı bizi. Pek yıldızım barışmamıştı kendisiyle. Kendi kafasındaki oyuncuları transfer ettirdi. Benim oynama olasılığım da azalmıştı. Çetin Güler İskenderun’a gitmişti ve beni çok istiyordu. Vergi rekortmeni olan bir kulüp başkanları vardı.Çok paralar harcanmıştı o sene İskenderunspor için. Gerçekten babam gibi çok sevdiğim bir yöneticimiz vardı. Mehmet Sadık Efe’ydi adı. 120 kilo,keçisakallı, babacan, güler yüzlü biriydi. Zor durumlarımızda çok yardımcı olurdu bize. Nereye gidiyorsun, dedi bana. Beni oynatmayacak belli, bu nedenle gideceğim dedim. Gidemezsin dedi, daha 1 yıllık kontratınvar. Hocalar gider, sen kal, gitme dedi. Gidemedim böylece. Ama oynamadım da.
 
Sene yine 1980/81.  Beni Kütahya’ya kiralık verdiler. Son sıradaydı takım. Ben gittikten sonra ligi sekizinci bitirdik. Müthiş bir sezon geçirdim. Sonraki sezon Zeynel hoca tekrar anlaştı Kocaelispor’la. Benim oynama ihtimalim hiç kalmamıştı. Sözleşmem devam ettiği halde feshettim ve İskenderun’un yolunu tuttum. 1981 Temmuz.İskenderun’da da iki sene oynadım. Üçüncü senemde askere gittim. Orada kalırım diye düşündüm ancak dağıtımda Çanakkale’ye gönderildim. Kadri abi gelmişti o yıl İskenderun’a. Çok uğraştı orada kalabilmem için, ancak halledilemedi.
 
İskenderun’a gittiğimde ilk sene çok zor geçti. Futbol bir performans oyunu olduğu için, bulunduğunuz şehre, takıma, taraftara uyum sağlamanız gerekir. Uyum sağlayamazsanız başarılı olma şansınız azalır. 14-15 transfer yapılmıştı o yıl. Ciddi uyum sorunumuz olmuştu. Soğukoluk’ta 40 gün kamp yapmıştık. Çok zor bir kamptı. Yirminci günde Çetin hocaya gidip, hocam biraz izin ver bize, artık birbirimizi gırtlaklama noktasına geldik, demiştim. Kamp yeri, hiçbir sosyal aktivitesi olmayan, dağın tepesinde, etrafı çok yüksek duvarlarla çevrili olan bir oteldeydi. İn, cin yoktu etrafta. Temmuz ayının ilk haftasıydı, Soğukoluk  20 dereceydi, antrenman yapmak için İskenderun’a iniyorduk. 40 dereceydi. Hiç alışamamıştık.
 
İzmit’ten evimi taşıyacaktım, ama ev arama zamanım yoktu. Tek yabancının ev bulma imkanı da yoktu o dönemlerde. Araya mutlaka birilerini sokmanız gerekiyordu. Lig başlayana kadar Soğukoluk’ta kaldık. Tam artık bardağı taşıracak son damla noktasında yirminci gün bize bir gün izin verdi Çetin hoca. O sezon üçüncü ya da dördüncü olabildik ancak. İstanbul’dan gelen öteki arkadaşlar da hiç alışamamıştı ortama. Uyum sorunları çok ciddi boyutlardaydı.
 
İlk maç Elazığ deplasmanında berabere kalmıştık. İkinci maç öncesi eşyalarımı taşıdımİzmit’ten. Bir yöneticinin dükkanına depoladım. Çetin hoca, Seni çok yorgun gördüm, bu maçta oynama, dedi. Bir gün dinlenince geçer yorgunluğum, dedim. Yine de oynatmayacağım seni bu maçta, dedi. Peki, dedim. Urfaspor’la maç 0-0 devam ediyordu. 70. dakikada beni oyuna soktuantrenörüm. İki dakika sonra, 1.68 boyunda olmama rağmen okadar kişinin arasından, kornerden gelen topu kafayla gönderdim filelere. Tam köşeye girmişti. 1-0 yenmiştik Urfa’yı.
 
İskenderun’da neredeyse herkesin bir lakabı vardı. Hayatım Münir, Şekerim Şekip gibi. O akşam, çok zengin olmasına rağmen, adresi belli olsun diye kendine bir butik açmış olan Şekerim Şekip geldi. Bütün oyuncularla arası çok iyiydi. Sana bir ev buldum, dedi. Ne yani, ev bulman için golü atmamı mı bekledin, diye espiri yaptım. Neyse ev sahibine kefil oldu ve ben de taşındım. Eviniz olunca uyum daha kolaylaşıyor. Çevreniz oluyor, gidip, geliyorsunuz birbirinize.
 
Yücel İdiz ile de ailece tanıştık orada. O zamanlar beden eğitimi öğretmeniydi Yücel abi. Van’a tayini çıkmıştı. Gitmedi istifa etti. Arkadaşım kaleci İsmet geldi bana, Yahu senin Çetin hocayla samimiyetin var, Yücel abiyi takıma yardımcı antrenör yaptırabilir miyiz, dedi.
 
Çetin hoca eşimi kızı gibi severdi. Sana çok güzel yemekler yaptı eşim, akşam yemeğe bize gel, dedim. Lojmanda kalıyordu o zamanlar. Sağ olsun geldi. Ya Çetin hocam, dedim, Yücel abi beden eğitimi öğretmeni. Tayini Van’a çıktı, o da istifa etmek zorunda kaldı. Alsana onu antrenör yardımcısı olarak yanına. Denklik alması lazım, dedi. Kolay o, dedim, yeter ki sen evet de. Neyse Yücel abi başladı bizimle antrenmanlara. İyi yerlere de geldi.
 
İskenderun’da denizci olarak askere gittim. Üç futbolcu arkadaştık İskenderunspor kadrosunda. Hasan, Ergun ve ben.İskenderun’da acemi birliğinde 14-15 tane profesyonel futbolcu vardı. Bunların 7-8 tanesi birinci kümedendi. Rahmetli Fenerbahçeli Kayhan, Özcan Kızıltan, kaleci Müjdat, Adanasporlu stoperMustafa ve Orhan, Burdursporlu Şirin. Dağıtım Çanakkale’ye çıktı. Ben gittiğimde Çanakkale ikinci kümeden düşmüştü ve o sene üçüncü küme yoktu. Amatör kümede oynuyordu üçüncü ligden düşen takımlar. Ben Çanakkale’ye geldiğimde ortada takım yoktu. Dağıtım izninde Suat Mamat’ın çalıştırdığı Vefa ile 5-6 gün antrenmanlara çıktım. İkinci ligde çok iyi bir takımdı. Beni çok beğendi Suat abi. Mutlaka seni buraya aldıracağım, dedi.
 
Çanakkale Kuzey Deniz Saha Komutanlığı İstanbul’a bağlıydı. Geçici görevle çok kolay olması gereken iş bir türlü olmadı. Nihayet geldim ama ligin son haftasında, son maça yetişebilmiştim ancak. Onuda tribünlerden seyrettim ve lig bitti. Tek boş kadrosu olan Kasımpaşa cezaevine geldim. Çanakkale’de ordu evinin muhasebe işlerine bakıyordum. İki ay çok sıkıntı çektim.
 
1984 yılında üçüncü lig tekrar başladı. Ben de 28 yaşında geç gitmiştim askere. Askere geç gitmek de farklı sorunlar yaratıyordu tabii. Gerçi saygı duyuyorlardı ama birinin yaptığı hata yüzünden herkesin saçları kesildiği zaman ağrıma gidiyordu. Başımızdaki astsubayımızda ilginç biriydi. Beni evime göndermiyordu. İzin vermiyordu, hatta ziyaretçilerime bile sınır koymuştu.
 
Üçüncü lig tekrar kurulunca Çanakkale’den çağırdılar tekrar. Gelir misin, dediler. Hay hay, dedim ve gittim tekrar Çanakkale’ye ve rahatladım. Çok güzel günlerim geçti orada. Son maça kadar şampiyonluğa oynadık. Son hafta kaybettik. Çanakkale, İnegöl ve Ayvalık kafa kafaya girdi ligin sonuna. Biz liderdik. Ayvalıksporda averajla ikinci sıradaydı. İnegöl ise iki puan gerimizdeydi. İnegöl’de oynayacaktık son karşılaşmamızı. Bir strateji hatası yaptı yöneticilerimiz. Mutlaka İnegöl’ü yenmek için çıkardılar bizi maça. Ayvalık da deplasmandaydı ama nispeten daha zayıf bir takımla oynuyordu Bursa’da. Üç defa maçın hakemi değişti. İki değişiklikten sonra birinci lig hakemi gelsin, böyle olmaz demiştim. Ankara’dan bir hakem verdiler. Çok kötü maç yönetti. 1-0 yenildik.  Sonra duyduk ki Ayvalık berabere kalmış. Halbuki biz de berabere kalsaydık şampiyonduk.
 
Sonra üçüncü kümedeki Uzunköprü’ye gittim. Gediz hoca çalıştırıyordu. İkinci lige çıkmak için hamle yapmıştı. Bu nedenle gitmiştim oraya. Çok da para harcamışlardı. Yığınla transfer yapmıştılar. Ligi galiba üçüncü bitirdik. O günlerde çekiştiğimiz kulüplerden birinden bir şike teklifi gelmişti. Sen ne diyorsun diye adamı 200 metre kovalamıştık.
 
Sonra yeniden ikinci lige geldim, Beykoz’a. Kardeşim Hüseyin, 1986’da Fenerbahçe’de oynarken vefat edince kalamamıştım Uzunköprü’de.Fenerbahçe’nin gözde bir oyuncusuydu kardeşim Hüseyin. Milli takımda da oynuyordu. 20 gün önce, yani Nisan başında Adana’daki milli maçta ilk onbirde oynamıştı. O hafta Trabzon deplasmanına gitmişlerdi. Telefon ettiler bana, Uzunköprü’ye. Salı akşam üstüydü. Kardeşin antrenmanda topa kafa vurdu, bayıldı dediler. Sert şuttur, şuur kaybıdır,diye düşündük. Doktorlar farklı farklı konuşuyordu. İzin aldım geldim İstanbul’a. Amerikan hastanesindeydi. Doktor ErgonMengi’yi bahçede yakaladım. Durum nedir diye sordum. Çok kötü, dedi. Ne kadar kötü, dedim. Dua edin bir an evvel ölsün, dedi. Dizlerimin bağı çözüldü. Amerika’ya götürelim, dedim. Bir şey olmaz, dedi. Fenerbahçe kulübünün de katkılarıyla Amerika’ya gönderdik. Bir müddet kaldı orada, geri geldi. Üç ay yaşar dediler. Altı ay yaşadı. Tabii normalden daha kuvvetliydi bünyesi, sporcuydu.
 
Sonra geldim buraya, ikinci lig takımı olan Beykoz’la anlaştım. Çeklerimiz vardı ödemediler. Uzun süre boşlukta kaldık. Kiralık olarak üçüncü ligdeki Darıcaspor’a gittim. Güvenç Kurtar’ın ilk antrenörlük denemesiydi. Güvenç Kurtar Kocaeli’nden takım arkadaşımdı. Bir sene daha kaldım Beykoz’da. 5-6 maç oynadım. Yine aynı sorunları yaşadık. Yine çeklerimiz ödenmedi. Ben de gittim bir sene daha kiralık oynadım.
 
Futbolu kesin bıraktım diye düşünürken Çengelköyspor’dan teklif geldi. Üçüncü  lige çıkmak istiyorlardı. Asil Nadir’in oğlu Birol Nadir başkan olmuştu kulübe. 1988’de Fotospor gazetesini çıkarmaya başlamıştı. Çengelköyspor’dahem takım kaptanlığı, hem de hocalık yaptım. Türkiye şampiyonu olmuştuk. Hocalık yaparken Hasan Özaydın’ın bana çok yardımları oldu. Üçüncü kümeye yükselme maçlarında başarılı olunca üçüncü lige de çıktık. Artık bırakayım futbolu da spor yazarlığı yapayım Fotospor’da dedim. Birol Nadir, Sen takımı çalıştır, dedi. Beş altı genç oyuncu transfer ettik. 1989-90 sezonunda o takımla şampiyonluğa oynadık. Üsküdar Anadolu ile çekişiyorduk. Takım başarısız dediler. Gençtim çok, heyecan ve öfke doluydum. Kızdım, bıraktım hocalığı. Gazetede köşe yazarlığı yapmaya başladım. Yarım sezon sürdü.
 
Sonra üçüncü kümeden Beylerbeyi ısrarla istedi beni. Hedefiniz ne, dedim. Paramız yok, genç oyuncularla ligi orta sıralarda bitirmek istiyoruz, dediler. Senin gibi idealist hoca istiyoruz, dediler. Fikirlerimiz örtüştüğü için kabul ettim. Fenerbahçe, Beşiktaş, İstanbulspor ve Beylerbeyi’nin kendi alt yapısından çocuklarla oluşturdum takımı. Futbol federasyonunda antrenör arkadaşlarım, Çetin Güler hocam, Nasıl böyle bir riske giriyorsun, diye sordular. 18 takımlı ligde dört takım küme düşüyordu. Oyuncuların tümü 17-18 yaşlarındaydı. Sadece kalecimiz Kıvırcık Mustafa 32 yaşındaydı.
 
Ereğli deplasmanına gittik. Maç 0-0, yetmişinci dakikada Kıvırcık Mustafa ceza sahası dışına çıktı, rakibi düşürdü. Hakem de kırmızı kart gösterdi attı. Ondan sonra bir gol yedik. Maçı 1-0 mağlup bitirip döndük İstanbul’a. İkinci maçı İstanbul’da Yücespor’la oynuyoruz. Selimiye toprak sahada. Altmışıncı dakikada bir frikik kullandı rakip. Top barajdaki oyuncuya çarpıp ters tarafa gitti ve gol oldu. Yine 1-0 yenilmiştik. İki maçımızı da kaybetmiştik, ama takım iyi oynuyordu. Oyuncularıma hep, Özgüveninizi yüksek tutacaksınız, futbol bir güven oyunudur, bir şeyi yapmaktan korkuyorsan yapamazsınız, diyordum. Şut atmaktan çekinirsen atamazsın. Çalım atmaktan kaptırırım diye çekinirsen çalım atamazsın. Rahat olun, diye öğütler verirdim. Üçüncü maçımız Paşabahçe’de Ümraniyespor’laydı. Ümraniye ilk maçını kazanmış, ikinci maçta berabere kalmıştı. 4-0 yendik Ümraniye’yi. Maçtan sonra kulübe geldik. Başkan Mehmet Karlı beni eve bırakmak için arabasıyla aldı. Evlerimiz yakındı. Valla hocam, dedi, sana itiraf edeyim, bu maçı da kaybetseydik seni gönderecektik. Hissediyordum, dedim. Sonra müthiş bir sezon geçirdik. Çok güzel maçlar oynadık. O günün parasıyla 40-50 milyon harcamıştık.En pahalı oyuncumuz kaleci Mustafa 15 milyona oynuyordu. Diğer oyuncular4-5 milyona oynuyorlardı. O dönem Zonguldakspor sadece kalecisi Faruk’a 200 milyon ödemişti. 1-0 yendik onları Selimiye’de ve liderlikten düşürdük.
 
Takımımın özel seyircisi vardı. Sırf oyundan keyif duydukları için gelirlerdi maça. Zaman zaman yönetim kurulu toplantılarına girer, takımın sorunlarını yönetimle yüz yüze konuşarak çözmeyi isterdim. Bir yönetici demişti ki bana 1991’de, Tamam hocam, kazanıyoruz ama neden bukadar pas yapıyorlar, ileri vursunlar biraz topu.
 
Hollanda futbolunu çok yakından izlerim. 2000 Avrupa şampiyonasında da izledim yakından, yirmi gün kaldım Hollanda’da. Avrupa’daki en iyi alt yapı PSV Eindhoven’e ait olduğu söylenir durur. Uefa’nın tespiti bu. Beş yıldızlı futbol akademisi ünvanına sahipler. Ve orada bize verilen brifingde de her şeyin başının teknik olduğu, teknik üzerine çalışıldığı vurgulandı. Ve PSV’ninbenim tarzıma, prensiplerime çok yakın, çok benzer antrenmanlar yaptıklarını gördüm. Futbolda gelişme ancak teknik oynayarak sağlanabilir. Alt yapılarda mutlaka bunu öğretmemiz gerekir. Sadece savaşan, boğuşan takımlar yaratmanın yanlış olduğunu düşünüyorum.
 
1991’deki Beylerbeyi deneyimimin bitişi epey tatsız. Takım benden önceki sezon bir sezonda dört antrenör değiştirmişti. Ben o sezon on beşinci maça kadar takımı ortalarda tuttum. Kalecimiz Mustafa’yı da kiralık vermiştik bu arada. Yönetim bana danışmıştı. Eğer alınan para oyunculara dağıtılacaksa tamam demiştim. Genç kaleci oynatırız, daha az puan alırız, belki birkaç maç da kaybedebiliriz. Ama oyuncularımıza da paralarını vermiş oluruz. Zaten hedefimiz orta sıralar. Genç kaleci Bahattin’i oynattık. Sekizinci bitirdik ligi. Mustafa olsaydı çok daha iyi yerlerde bitirebilirdik. Sonra Bahattin Sakarya ve Kayserispor’da uzun yıllar oynadı. Ona da öyle bir şans vermiş olduk aynı zamanda. Ama garip gelişmeler oldu. Son beş maça geldiğimizde istifa ettim.
 
1991/92 mevsiminde, teknik direktörlük kurslarına gittim. Kursta çok değerli arkadaşlarım vardı. Bülent Ünder, Samet Aybaba gibi. O sezon Lüleburgaz bana teklif yaptı. Üç maçta topu topu bir puan toplayabilmişlerdi. Son sıradaydılar. İlk yarının sonunda 21 puanla sekizinci sıradaydık. Ama orada da bazı ilkesel anlaşmazlıklar yaşadım. Bir oyuncuyu kadro dışı bırakmıştım. Genel kaptan, Yapamazsın, diye olayı başkana götürdü. Başkan da, Hoca ne derse o olur, onu ilgilendiren bir konu bu, dedi. Ya o, ya ben, dedi genel kaptan. Sizler buralısınız, ben yabancıyım, öyleyse ben gidiyorum, dedim ve bıraktım.
 
Sonra Selimiyespor bana kucak açtı. Gruplarında birinci olmuşlardı ama playoff maçlarında sorun yaşıyorlardı. Bizi çalıştırır mısınız diye sordular. Seve seve çalıştırırım dedim. Bana da çokiyi şartlar sundular. O günün şartlarında kulüp binası, tesisleri, ayın birinde bana ve oyunculara ödeme yapmaları filan. Hepsi çok iyiydi. Keyif aldığım bir kulüptü. Hala üyesiyim ve dostluklarım devam ediyor. Üç sezon çalıştırdım takımı. Kendi gurubumuzda birinci olduk hep. Ama üç sezon da Türkiye şampiyonasına gidip şanssız son dakika golleriyle, şanssız penaltı golleriyle elenip geldik.
 
1994’te Selimiye’den ayrılmamın nedeni Çengelköyspor’luların beni zorlamasaydı. Evime gelmişlerdi yöneticileri. Son sekiz maça gelinmişti ve üçüncüligden düşmek üzereydiler. Bu takımı sen çıkarttın bu lige, sen kurtarırsın demişlerdi. Ben de Selimiye’den izin aldım, İdris Kalaycı başkanımdan.
 
Takımı aldığımda Çengelköy’ün beş kuruş paraları yoktu. Küme düşmenin eşiğine gelmişlerdi. İlk antrenmana çıktığımızda futbolcuların başları yerdeydi. Biz ayrılacağız diyen çatlak bir sürü ses duyuyordum. Ayrılıp da ne yapacaksınız dedim. Nereye gideceksiniz? Kahve köşelerinde pineklemektense gelin burada top oynayın. Top oynama zevkinizi gidermek için halı sahalara para vereceğinize, kalın burada oynayın. Belki transfer olursunuz. Buradan kazandığınız paranın 3-5 katını kazanırsınız, kimbilir. Herkes ligde oynamaya çalışır. Siz ligdesiniz. Evet paranızı alamıyorsunuz, haklısınız. Ama bunu telafi etme şansınız var, çünkü genç oyuncularsınız.
 
Rahmetli Hasan Özaydın’a gittim o hafta. Takımın kurucusudur. İyi bir Fenerbahçeli olduğundan sarı lacivert yapmıştı forma renklerini. Sonra Birol Nadir gelince yeşil beyaza çevrilmişti renkler. Sayın başkanım, dedim, kurduğunuz takım küme düşme tehlikesi ile ciddi şekilde karşı karşıya. Bize nasıl destek verebilirsiniz ? Ne istiyorsun, ne yapabilirim söyle, dedi. Maç primi verelim takıma, dedim. Git muhasebeye ne istiyorsan söyle, dedi. Ben de hesaplama yapıp 50 milyon lira istedim ve verdiler. Parayı aldım bantlı olarak ceketimin cebine koydum. Anadoluhisarı stadına Pendikspor ile oynamaya gittik.
 
Pendiksporüçüncü, biz sonuncu sıradaydık.  Antrenörlük yaşantımda hiç unutamayacağım bir maçtı. Maçın onuncu dakikasında 1-0 mağlup duruma düştük. On beşinci dakikada penaltı kazandık ama oyuncumuz kaçırdı penaltıyı. Aynı oyuncum yirminci dakikada kırmızı kart gördü. İlk yarı bitiminde on kişi kalmış, penaltı kaçırmış ve 1-0 mağlup olarak girdik soyunma odasına. Futbolda 1-0 mağlubiyetten maç kazanan takım yok mudur? Mutlaka vardır. Bunu başaranların altı gözü, sekiz ayağı falan mı vardı? Karşımızdaki takım da olağanüstü bir takım mıydı yani ?Sonuçta bizimle aynı ligde oynuyordu. İsterseniz başarabilirsiniz, dedim çocuklara. Oyun düzeninde de ufak tefek değişiklikler yaptım. Takım tam sahaya çıkacakken cebimden paraları çıkardım. Bu maçı kazanın bu paralar sizin. Hem de burada soyunma odasında dağıtacağım. Galibiyet terleriniz paralarınızın üzerine akacak.Oyuncular aylardır beş kuruş para almamışlardı. Çıktılar ve olağanüstü oynadılar. Maçı 3-1 kazandık. Sonra müthiş bir seri yaptık.Arka arkaya dört maçımızı içerde dışarda kazandık. Gebze’de kaybettik sadece. 95. dakikada gol yemiştik. Hakem maçı bitirip soyunma odasına kaçmıştı. Son sekiz maçta beş yengi, iki beraberlik, bir yenilgi alarak başarılı olmuştuk. Son sıradaki takım ligi beşinci bitirmişti böylece.
 
Sonra kızdım Çengelköylü yöneticilere. Benimle anlaşmadılar çünkü. Oysa çok makul bir ücret talep etmiştim. Benden önceki üç antrenörede 650 milyon lira para vermişlerdi. Ben 400 milyon istedim sadece. Çok dediler. Küme düşerseniz bunun on katına çıkamazsınız, dedim. Bana o parayı veremediler. Sonra tekrar görüşelim dediler. Ben bir daha sizinle görüşmem, dedim. Çağırdıklarında da bir daha görüşmeye gitmedim.Sonra Düzce’den bir antrenör arkadaşımızı getirdiler. Benimle çalışırsanız ben bu takıma en fazla dört kişi alırım ama başka bir çalıştırıcı getirirseniz en az on dört transfer yapar; aradaki fark bayağı bir yekun tutar, demiştim. Sonra duydum ki 20-25 tane oyuncu almışlar. Sonuç beklediğim gibi oldu ve o sene Çengelköy üçüncü kümeden düştü.
 
1994 sonrası iki mevsim  kulüp çalıştırmadım. Sabah ve Takvim gazetelerinde yazdım. Federasyonun açtığı antrenörlük kurslarında hocalık yaptım. Yalova, Zeytinburnu ve Sarıyer’de kurs açmıştı federasyon. Evim Kozyatağı’nda olduğu için Yalova’yı tercih etmiştim. Çetin hocam bana orada görev vermişti. Ve o kurstan benim imzamla diploma alıp mezun olan arkadaşlar şu an birinci kümede görev yapıyorlar.
 
1996-97 mevsimi amatör kümede yer alan Çengelköyspor beni tekrar aradı. Bize kırgınsın ama gelmeni istiyoruz, dediler. Profesyonellikte kırgınlık olmaz, dedim. Ne istiyorsun, diye sorduklarında, araba istiyorum, dedim. 400 milyon vermeyen yönetim 1.200 liraya bana araba aldı. Ama takımı o sene üçüncü kümeye çıkaramadım. İzmit’te final maçında, Edirne Trakya Üniversitesi ile yaptığımız maçta dört oyuncumuza kırmızı kart gösterdi hakem. Elle atılan bir golü de verdiayrıca. Sonra öğrendik ki karşı takımda yeğeni kaptan olarak oynuyormuş.
 
Yaşadığım bu tatsız olay sonrası soğumuştum futboldan. Çok sevdiğim, Adidas’ta müdürlük yapan bir abim, Bırak antrenörlüğü, görüyorsun hakemler, yöneticiler, bir sürü dolaplar; bütün bunlar senin yapına uygun değil, dedi. Senin gibi futbolu bilen biri lazım bize, gel, diye teklif yaptı. Zaten uzun süredir de yapıyordu. Ben de kabul ettim. Dört yıl promosyon müdürlüğü yaptım Adidas’ta. Ayrıca İstanbul’da amatör bir takım çalıştırma izni de vermişlerdi. Amatör takımlar akşamları antrenmanlara çıkarlar. İş mesai bitimi, 17’den, 18’den sonra zaman ayırabilirdim buna. 1998’de İstanbul Akdenizspor’u, 1999’da da Yıldırım Bosnaspor’u çalıştırdım böylece.
 
İstanbulAkdenizspor’daŞahin bey adında çok değerli bir başkanımız vardı. Bir maçta galibiyet primi vereceğini söylemişti. Maçı 3-0 gerideyken 3-3’e çevirdik. Oyunumuzu çok keyif alarak izlediğini, bu nedenle galip gelememize rağmen galibiyet primlerini vermişti. Birinci ligde başkanlık yapabilecek bir adamdı. Ancak yine dalavereler yüzünden, futboldan kopup gitti. Yapılacak iş değil bu, dedi.
 
Dört beş sene Adidas’ta çalışırken Galatasaray’la önemli deneyimler yaşadım. Fatih Terim iyi arkadaşımdı. Onunla birlikte Galatasaray’ın bütün yurtdışı maçlarına gittim. Takımla birlikte kaldım. Hem görevim icabı, hem de Fatih Terim’le dostluğum nedeniyle. Hagi’yi çok yakından tanıdım. Emre çocuğum gibiydi. Antrenörlüğüme ciddi katkılar sağladı o çalışmalarım.
 
2000 Avrupa Şampiyonası’nda, Adidas milli takım sponsoru olduğu için, ben de milli takımla birlikte Hollanda’ya gittim ve bütün maçları izledim. Hollanda’nın yüzölçümü Trakya kadar. Trakya kadar bir ülkede üç ayrı kamp yeri değiştirmiştik. Hatta Mustafa hocayı eleştirmiştim. Oysa her yere bir saatte ulaşılabilecekken neden üç ayrı yerde kamp yaptık diye. Bayağı uzun bir kamptı ve çok da malzeme vardı. Ama milli takım başarılı oldu orada.
 
2001 senesindeki ekonomik kriz nedeniyle, orta düzeyli müdürlerin neredeyse hepsi şirketten ayrılmak zorunda kaldı. Ben de tekrar antrenörlük hayatıma geri döndüm. Tutunacak her zaman bir dalım vardı.
 
Amatör kümeden üçüncü kümeye çıkmak için uğraşan Küçükçekmece’yi çalıştırdım bu kez. Gurubumuzda şampiyon olduk. Sonra Türkiye şampiyonasına gittik. Maç 1-1 berabere devam ederken 90+3’te bir gol yedik, elendik. Defans oyuncumuz dışarıda tedavi oluyordu o anda.
 
Sonra uzun süre takım çalıştıramadım. Anlaşamadım daha doğrusu. Zeytinburnusporısrarla istiyordu beni. Yönetim kurulu ile toplantıya girdim. Onlara bir örnek verdim. Uzun uzun açıkladım. Futbol takımı bir uçak, dedim. Bu uçak düşerse, bunun içerisinde siz de olduğunuz için, siz de düşersiniz. Bu nedenle uçağa iyi pilot koymalısınız ki kimse düşmesin. Çok paracı bir insan değildim ama hakkımı da istiyordum. Sonuçta bir iş yapıyoruz. Bunun da bir karşılığı var. Peşin para vermek istemiyorsunuz. İki üç maç kötü gidince de, Nasıl olsa hocaya para vermedik, değiştirelim, diyorsunuz. Hep işin kaçamak tarafına bakıyorsunuz. Böylece Zeytinburnu idarecileriyle de anlaşamadım elbette.
 
2003-4 senesinde Star Televizyonu’nda Turan Sofuoğlu ile birlikte bir spor programı yaptık. İstanbul ayağında planlama bana aitti. Bahçelievler,Yenibosna sahasında düzenlemiştim. Sorunsuz, tıkır tıkır işleyince İzmir’e gitmeye karar verdiler. Beni aradılar, hocam gelir misiniz, dediler. Şartlar da çok iyiydi. Kabul ettim. İzmir, Adana, Ankara, Trabzon, Diyarbakır. Çok da iyi bir jüri oluşturmuştuk. Tanju Çolak, Vedat Okyar, Ziya Şengül filan vardı. Cem Davran sunuyordu programı. Oradan da miniklerde oynayan birkaç tane oyuncu çıkarttık.
 
2005 yılında ikinci ligde yer alan Erzurumspor’la anlaştım. Gittim Erzurum’a, Bütçeniz nekadar, dedim. Bizim bütçemiz yok, dediler. Bir futbol takımında bütçe olmaz mı, dedim. Yıllardır uygulanan, yani dünyada bütün ülkelerin uyguladığı ama bizde nedense yok sayılan UEFA kulüp kriterleri diye bir şey var. Evrensel ölçütler bunlar. Gelirin nekadarsa, giderin de ona göre olacak. Tesislerin eksiksiz olacak falan. Nereden para bulacaksınız, diye sordum. Biraz validen, biraz belediye başkanından alırız, gece düzenleriz, dediler. Bunları altalta yazarsanız bütçe olur zaten. İki ay geçti. Beni getiren başkan istifa etti. Ben, ekibim ve götürdüğüm 7-8 oyuncu boşlukta kaldık. Ama vali, belediye başkanı ve milletvekilleri çok ilgilendi bizimle. Hocam sabredin, yaptıklarınızı takdir ediyoruz, dediler. Kanal 25 televizyonunda programa davet etmişlerdi beni. İki saate yakın sürdü. Şunu söylemiştim orada. Bu takımın çok borcu var. Bu nedenle ayağımızı yorganımıza göre uzatmalıyız. Daha düşük bütçeli, daha genç bir kadro ile borçları kapatmalıyız. Yani önce ligde tutunmalı, daha sonraki senelerde borçsuz daha sağlam bir takımla mücadele etmeliyiz. Kanal 25 tarihinde hiç bu kadar reyting alınmadığı söylenmişti bana yapımdan sonra.
 
Hakikaten çok yetenekli gencecik çocuklar vardı Erzurum’da. Çok kaliteli profesyonel oyuncular da vardı. Altaylı Toprak, Mersin’de kaptan olarak oynamış İbrahim filan. Ben de genç oyuncular götürmüştüm oraya. İnandığım, tanıdığım gençlerle çok güzel bir kadro kurmuştuk.
 
Şartlar zorluydu, çevrede hazırlık maçı oynayacak takım yoktu. Takımı görecek maçlar yapamıyorduk. Erzincan, Kızılcahamam’a kampa gitmiş, Ağrı bilmem nerede kampta. Başkan bırakınca bir yönetim boşluğu oluştu. Muhatap bulamıyordum. Vali geldi bir gün. Hocam bir başkan bulduk, getireceğim, bir toplantı yapacağız, dedi. Merak etmeyin sonuna kadar arkanızdayız, dedi. İki üç gün sonra bir bey geldi. Vali bey de, Bir toplantı yapalım, bana durumu anlatın iyice, dedi. Ben de hazırlıklıydım zaten. İdari konular, tesisler ve kulübün yapılanması ile ilgili. Teknik konular takımdaki eksikliklerle ilgiliydi. Gelen o başkan adayı, Hocam dikkat et, alternatifin hazır, dedi. Ben bu lafı duyduğum gibi ajandamı kapadım. Sayın valim bana müsaade, hepinize iyi günler, dedim ve gitmek üzere ayağa kalktım. Vali, Hocam yapmayın, oturun lütfen, dedi. Başkan adayına dönerek, Başkanım olur mu öyle şey, biz ona müteşekkiriz, dedi. Ne gerekiyorsa yaparız, diyerek beni durdurdu. Tekrar oturdum, ama çok kızmıştım. İlk sorun ne, ne yapmamız gerekir, diye sordular. Takımın bir kampa götürülmesi gerekir, dedim. Ben bir kamp yeri ayarlar, otobüsle bu akşam gönderirim sizi oraya, dedi başkan adayı. Bolu Abant girişinde bir oteli ayarladılar. Tamam, dedim, fark etmez. Akşam tam yola çıkmak üzereyiz, size iki tane oyuncu buldum, dedi başkan adayı. Buyrun, dedim. Her türlü teklife açığım. Kimmiş onlar. Söylediği bir oyuncuyu tanıyordum. Altı aydır top oynamıyordu. Kadro dışı bırakılmış sorunlu bir oyuncuydu. Bu durumu Erzurum’da herkes biliyordu. Diğeri de Kırıkkale’den alınmış 34 yaşında bir topçuydu. Bunlar ne verecek takıma gelince, dedim. Bizim daha farklı, daha sorunsuz oyunculara ihtiyacımız var. Tamam hocam, sen ne dersen o, dedi.
 
Neyse çıktık Bolu’ya doğru yola. Ertesi gün saat on birde vardık kamp yapacağımız otelimize. Odalarımızı tespit ettik ayarladık. Saat on ikide de yemek yiyeceğiz. Başkanın yeğenini gördük otelde; yanında da söz ettiğim iki oyuncu. Gece arabayla gelmişler. Başkanın emri var bu iki oyuncuyu takıma alacakmışsın, dedi. Değil başkanın, başbakanın emri olsa uygun görmediğim kimseyi almam, dedim. Arayalım o zaman başkanı, dedi. Ara, dedim. Aradılar, bana verdiler telefonu. Hocam merhaba, nasılsınız, dedi. Teşekkür ederim de, akşam konuştuğumuz, ihtiyacımız olmayan oyuncuları göndermişsin buraya, dedim. Kov ozaman hocam onları, gitsinler, dedi. Yahu genç adamlar bunlar, hepsinin gururu var, nasıl böyle bir şey yapabilirim, yollamaman gerekirdi, dedim. Ya hocam bir deneyiver ozaman, dedi. Kusura bakmayın deneyemem, dedim bende.
 
İki gün sonra para getireceğim demişti, getirmedi başkan. Sonra bir antrenör ismi falan geçmeye başladı. Maçların başlamasına on gün falan vardı. Artık orada durmamın bir anlamı kalmamıştı. Orada kaldığım süre içerisinde hayatımın en sıkıntılı günlerini yaşamıştım zaten. Kamptan ayrılıp İstanbul’a döndüm. Yanımda gelen gençlerden dördü de benimle döndü, diğerleri orada kaldı.
 
Yeni gelen antrenör benim kurduğum takımla iyi giriş yaptı lige, ama haftalar ilerledikçe takımı tamamen bozup yeni bir takım kurdular. Ve yenilgiler art arda geldi. Tabii başkanla hoca birbirlerine girdiler sonunda. Çok para harcamıştılar, zar zor ligde kalabildiler mevsim bitiminde. Zaten kısa bir süre sonra da kaybolup gitti Erzurumspor.
 
2006’da, Fenerbahçeli Büyük Şenol kardeşim kulübünün alt yapısının başına getirilmişti. Benimle çalışır mısın, diye sordu bana. Tabii, dedim. İki sene süper genç takımı çalıştırdım. 16-18 yaş gurubunu. İki sene de Paf takımını çalıştırdım. 12 senedir şampiyonluk yaşayamayan Paf takımını şampiyon yaptım. Ödül olarak da işi bıraktım.
 
Şöyle oldu. Ben süper genç takımı çalıştırırken çok başarılıydı takım. Paf takımı da sekizinci, onuncu sıralarda yer alıyordu. Paf takımı bizim lokomotifimiz, diyorlardı. Vitrin olduğu için,o takım iyi olursa hepimiz iyi oluruz, diyorlardı. Takım kötü gidince, benden 8-10 oyuncu alıp takımı iyileştiriyorlardı. Üçüncü  sene ben aldım Paf takımını. Şampiyonluğa oynayalım, dedim. Şampiyonluk istemiyoruz, dedi Şenol kardeşim. Hani vitrindi? Şampiyonluğa gitmek demek, maç kazanmak demekti. Maç kazanmayın mı diyecektik! On yedideplasmana gittik. A takım kiminle oynuyorsa, o takımın Paf takımıyla da biz oynardık. Biz gündüz, onlar gece oynardı. Fenerbahçe’nin başında İspanyol Aragonezbulunuyordu. Kötü bir sezon geçirdiler. Özellikle deplasmanlarda çok maç kaybettiler. Biz deplasmanda 15 galibiyet, 2 beraberlik aldık.
 
A takımından önce gelirdik biz. Basın toplantıları, doping kontrolleri falan. Havalimanında hazırol vaziyetinde beklerdik genelde A takımını. Yenilir gelirlerdi. Başkan, Siz ne yaptınız, diye sorardı. Yendik başkanım, derdim. Başını sallar, geçerdi.
 
Takım kazanınca hedefe gidiyorsun tabii. İddiasız olmayı sevmem. Altyapılarda iki hedef vardır. İlki, oyuncu yetiştirmek, ikincisi de şampiyon olmak. Biz ikisini de başardık. Antalyaspor’la aynı puanda bitirmiştik ligi. Antalyaspor’un yaş olarak büyük oyuncu kullandığı tespit edilince üç puanını silmişlerdi. Bütün takımlar 1989 doğumlu çocukları oynatırken, bizim takımımızda 1990-91 doğumlu çocuklar vardı. Hatta 92’li bile vardı
 
Özgür Çek’e iki sene genç, bir sene de Paf takımında çok emek harcadım. 2010/11 mevsiminde Ankaragücü’nde altı gol attı. Bu sene de müthiş oynuyordu. Fener tekrar geri almış onu. Samsunspor’un kalecisi Ertuğrul da benim kalecimdi. Müthiş kalecidir. Kartal’dan almıştım. A takım kadrosunda zaman zaman oynayan Gökay da benim oyuncumdu. Berk’i de beğeniyorum. Genç takımda oynarken dikkatimi çekmişti, takip ediyordum. Paf liginde Beşiktaş’a karşı oynatmıştım Ümraniye’de. 2-0 gerideyken, Berk bir tane, Özgür bir tane atmış ve maçı 3-2 kazanmıştık.
 
Fenerbahçe’den ayrıldıktan sonra boştayım. Çok görüşmelerim oluyor ancak bir anlaşma sağlanamıyor. İlkeler örtüşmüyor bir türlü. Maçları takip ediyorum, görüşmelere gidiyorum. Eskiden iş adamları antrenör önerirdi. Şimdi politikacılar, bürokratlar öneriyor.