HÜSEYİN ÇAKIROĞLU

 

 
 

 

HÜSEYİN ÇAKIROĞLU (26.9.1957 – 26.10.1986)
 
Mehmet Çakıroğlu kardeşi Hüseyin Çakıroğlu’nun anlatıyor.
 
‘’Kardeşim rahmetli Hüseyin Çakıroğlu 26 Eylül 1957’de dünyaya geldi, benden iki buçuk yaş küçüktü. O da ilkokulu benim gibi Aksaray Deneme İlkokulu’nda okudu. Ortaokul ve liseyi de Davutpaşa Lisesi’nde.
 
Biz Davutpaşa jünyör ve gençte oynarken onu da getirirdim ara sıra antrenmanlara. Hatta bizim formaları giymişti ve dizlerine kadar inmişti forma. Ben Yaylaspor’da oynarken rahmetli kardeşim on beş yaşında Davutpaşa genç takımına girdi. Sene 1972. Semt sahalarında çok iyi oynuyordu. Ben ona, semt sahasında oynamakla, bir kulüpte oynamak arasında büyük fark vardır, kulüp takımlarında oynamak o kadar kolay değildir, derdim hep. Ama çok başarılı oldu. Sonra duyduk ki, Galatasaray, Fenerbahçe de dahil olmak üzere birçok takım izliyormuş Hüseyin’i. Kişilik olarak çok kaliteli, dünya iyisi bir çocuktu. 
 
Ben Yaylaspor’a gittiğimde Davutpaşa amatör kümedeydi artık. Kardeşim hem  Davutpaşa genç takımında, hem de A’da oynuyordu.
 
1976-77 sezonu başında ısrarla Galatasaray istedi Hüseyin’i. Ali Sami Yen stadına davet ettiler. Birlikte gittik. Turgan Ece’ydi sarı kırmızıların meneceri. Ben dışarıda bekledim kardeşim görüşmeye içeri girdi. Ünlü Malcolm Allison gelmişti takımın başına. İşler pek iyi gitmiyordu Galatasaray’da o sıralar.
 
Ben kardeşimi beklerken, dışarıda Galatasaray’ın altyapı hocası Ahmet Karlıklı’yla sohbet etmiştim. On defa izlemiş Hüseyin’i ve mutlaka alınması gerekir diye yazmış raporuna. Hüseyin’e de içeride o günün parasıyla 25 bin lira teklif etmişler. Oynadığın sürece para almaya devam edeceksin, demişler. Kardeşim dışarı çıktı. Ahmet hoca, Başka bir teklifim daha var size, dedi. Saat on üç civarıydı. Saat on beşte Karagümrük’te Vefa Stadı’nın arkasındaki kahvede buluşalım mı, diye sordu. Geliriz, dedik. Kahveye giderken yolda, Abi ne diyorsun, diye sordu kardeşim. Gazetelerden okuduğumuz kadarıyla o sene Galatasaray çok transfer yapmaya, yeni kadro oluşturmaya çalışıyordu. Oynayabileceğini düşünüyorsan kabul et, Galatasaray büyük kulüp, dedim. Ama abi ben Fenerbahçeliyim, nasıl olacak, diye sordu. Profesyonellikte takım seçmek olmaz, dedim. Neyse geldik kahveye. Ahmet hoca karşıladı bizi. Ben Karabükspor’a gidiyorum. Galatasaray’ın teklifini kabul etmezsen benimle gel. Galatasaray’da oynamak çok zordur. Çünkü yirmi beş tane çok kaliteli oyuncu transfer ediyorlar bu sene. Forma kapmak çok güç olabilir. Benimle Karabük’e gelirsen, seni takımda ilk onbirde oynatma sözü veririm. Galatasaray sana yirmi beş bin lira veriyor, ben sana yüz bin lira veririm, dedi. Karabük Demir Çelik o zaman ikinci ligde.
 
Hocam bize on dakika müsaade eder misiniz, iki kardeş baş başa konuşalım biraz, dedim. Çıktık dışarı oturduk duvar üzerine. Söyle düşüncelerini, dedim. Ne bileyim abi, nasıl yapsak, ne etsek, sen ne düşünüyorsun, dedi. Galatasaray çok büyük kulüp, birinci kümede, oynama şansın yüzde 20 ve yirmi beş bin lira. Karabük ikinci kümede, oynama şansın yüzde 100 ve yüz bin lira. Burada kararı tamamen sen vereceksin, dedim. Ben Galatasaray’da oynayamam, çok mücadele etmem gerekir,  önce Karabük’e gideyim, sonra gerekirse Galatasaray’a tekrar gelirim, dedi. Girdik içeri ve anlaşmayı yaptık. Hüseyin de Karabüklü oldu.
 
Hüseyin çok teknik, çok çalışkan, pas trafiğinde çok iyi olan, bugünün şartlarına göre bile çok iyi bir oyuncuydu. Karabük’e gitti. Fenerbahçe genç karmasından, oda arkadaşı Haluk ile beraber oynadılar orada. İlk sene takım da başarılıydı, Hüseyin de. Ama birinci lige çıkamadılar. Karabük’te iki sene geçtikten sonra kalmak istemedi kardeşim. Birinci lig takımlarından çok isteyen vardı onu. Ama Karabük bırakmadı. Her sene ilk beş sırada bitiriyorlardı ligi. Zirveye oynayan bir takımdı.
 
Hüseyin üç sene Karabük’te oynadı, sonra birinci ligde oynayan Gaziantep aldı onu. Gaziantep’in kaptanı Fatih’ti. Kızılcahamam’da Gaziantep’le Karabük aynı yerde kamp yapıyorlarmış. Hüseyin’le Fatih birbirlerini oradan tanıyormuş. Tekvando Nurettin, Sarıyerli Fantom Ahmet, Büyük Hüseyin’in de bulunduğu çok iyi bir kadroya sahiptiler. Yirmi bir yaşındaydı kardeşim.
 
Televizyon yoktu o dönemler. Radyodan dinlerdik Hüseyin’in maçlarını. Çok iyi bir sezon geçirdi orada. İçerde, dışarda 12 gol attı ve A milli takıma seçildi. Genelde A milli takıma, hep büyük İstanbul takımlarından oyuncu seçilirdi. Bir Anadolu takımından seçilmek çok az rastlanan bir olaydı. O sene Antep dördüncü bitirdi ligi. Fenerbahçe ısrarla istemeye başladı Hüseyin’i. İkinci sene sonunda bırakmak istedi kardeşim Gaziantepspor’u. Bosman kanunu çıkmamıştı daha. Oyuncuların sözleşmeleri bitse bile yine kulübe bağlıydı. Kulüp onu bir bedelle satışa koyuyordu. O bedelin yüzde 25’ine oynatabiliyordu oyuncuyu isterse. Tercih hakkı ilk önce kulüplerindi. Hatta Ankaragücü bile çok iyi para teklif etmişti ama vermedi Antep.
 
Hüseyin Antep’te askere gitti. Kulübünde bir sene daha kaldı. Askerken 1984’te Fenerbahçe’ye transfer oldu. Antep’teki üçüncü yılı çok kötü bir yıldı onun için. Hatırladığım kadarıyla, çok sevdiği bir yönetici abisi, Sen merak etme gerekirse ben cebimden öderim sana, demişti. Bir trafik kazasında vefat edince çok problem yaşamıştı kardeşim. Rahmetli annem, kardeşimin hastalığında o dönemler yaşadığı problemin de rol oynadığını savunurdu.
 
1982’de ben İskenderunspor’da oynuyordum. ‘82 Dünya Kupası maçları yayınlanıyordu televizyondan. Hüseyin Antep’teydi. Adidas yeni bir kramponlu ayakkabı çıkartmıştı. Dünya starları giyiyordu. Ağustos ayında, milli maça gittiklerinde o ayakkabıdan alıp gelmişti ve bana vermişti.
 
1983/84 mevsimi. Fenerbahçe’deki ilk sezonu olağanüstü başarılı geçirdi. Şampiyon oldu o sene Fenerbahçe. Kadroda, kalede Yaşar, sağ bek İsmail, savunmanın ortasında kaptan Onur ve Müjdat, sol bek Erdoğan, orta saha Hüseyin, Pesiç, Önder, Tuğrul, forvette B.Şenol, Selçuk, İlyas vardı. Antrenör Veselinoviç’ti. Ertesi sene Macar Messoly gelmişti. O sene de Bordeaux zaferi yaşamışlardı. Elemişlerdi güçlü Fransız takımını. Maç iki ikiyken seksen altıncı dakikada Hüseyin’in attığı golle 3-2 kazanmıştık deplasmanda. Televizyon maçı vermemişti. Burada da maçın rövanşı 0-0 bitmişti. Fenerbahçe’nin tarihindeki en önemli zaferlerden biriydi.
 
Ben Fener’in altyapısında hocalık yaparken, Beşiktaş’ın başına Tigana geldi. Beşiktaş Fenerbahçe maçında, Fener taraftarı dev bir pankart açtı. Pankartta Hüseyin’in fotoğrafı vardı ve altında da Fransızca olarak, Hatırladın mı Mösyö Tigana, yazıyordu.
 
Hüseyin iki sene oynayabildi Fenerbahçe’de. Ve en sevdiği forma ile de vefat etti. Ben Uzunköprü’de oynuyordum üçüncü ligde. Futbolu bırakmak üzereydim artık. Hüseyin son derece sağlıklıydı. Bir ay önce A milli takımla, Adana’da Polonya, bir hafta önce de deplasmanda Trabzon karşısında oynamıştı. Annem, babam aradı beni, kardeşin sahada fenalaşmış ve hastaneye kaldırılmış, gelebilirsen gel, yanında ol, dediler. Hemen atladım geldim. Amerikan hastanesinde yatıyordu. Hastane bahçesinde doktoruyla karşılaştım. Durum nedir, diye sordum. Çok kötü, her yerine yayılmış, dedi.
 
Fenerbahçe’ye ilk transfer olduğu zaman baldırından bir et beni aldırmıştı. Ne gerek var bu tür şeylere, dediğimde, masörün eline takılıyor diye yanıt vermişti. Çok fazla takım istiyor diye, Fenerbahçe onu bir ay kaçırmış  Bodrum’da gizlemişti. Genç çocuk tabi, mayo falan da giyiyor. Gidiyor doktora Çapa’da, bir profesöre danışıyor. Beni aldırmak istiyorum, diyor. Dönüyor profesör asistanlarına. Alın şunu, diye talimat veriyor. Bu tür durumlarda biyopsi şartı olduğu için, alınan kütle laboratuvara gönderiliyor ve habis olduğu anlaşılıyor. 
 
Cerrahpaşa’dan çocukluk arkadaşım vardı hastanede görevli, onun vasıtasıyla tüm arşivi taradık ve dosyasını bulduk. Sümen altı edilmeseydi belki de tedavi edilebilirdi. Amerika’ya gidip geldikten sonra çok pahalı ve bulunamayan ilaçları vardı. Bu nedenle kanser vakfına gittim. Başhekimi Fenerbahçeliymiş. Bayağı uzun sohbet ettik odasında. Üzgünüm, maalesef doktor hatası, dedi. Beni teselli etmek için de, tedavi görseydi futbolu erken bırakabilirdi, Bordeaux zaferini yaşayamayabilirdi, demişti. Avukatlara da danıştık. Mahkemeye verebilmek, cezalandırabilmek için. Ama yasalar yeterli değildi. Boşuna uzatıp annenizi üzmeyin, dediler. Annem yıkılmıştı çünkü. Yani Hüseyin Fenerbahçe’de oynarken kanser içten içe yayılmış, beyne kadar ulaşmıştı. Topa kafa vurunca da bardağı taşıran son damla olmuş.
 
Son zamanlar arabasını nereye park ettiğini unutuyordu, anahtarını unutuyordu. O haldeyken bile o performansı sergilemiş rahmetli. Buradaki doktor üç ay ömrü var demişti. Amerika’ya gidip geldi, altı ay yaşadı. Son iki ay Amerikan hastanesinde kaldı. Son on beş güne kadar bilinci yerindeydi. Ziyaretçiler gelince aşağıdan telefon ederlerdi. Herkese izin vermezdi. Beni böyle görmelerini istemiyorum, derdi. Saçları falan dökülmüştü kemoterapiden.
 
1974’te Suadiye’ye taşınmıştık. Orada, Sahtekar Mahmut diye bir arkadaşı vardı. Çok sevimli, cana yakın, girişken, güler yüzlü, şeker bir çocuktu. Sürekli bize gelir giderdi. Hüseyin Antep’te oynarken Mahmut onu ziyaret etmiş. Misafir etmiş Hüseyin de. Sonra Trabzon’a deplasmana giderken yolcu etmiş Mahmut’u garajdan.  Şu valizimi de yanına alıp anneme bırakır mısın, yıkanacaklar var içinde, maçtan sonra İstanbul’a geleceğim, hazır olsun, demiş Mahmut’a. Mahmut da almış valizi, binmiş otobüse. Maçtan sonra Hüseyin İstanbul’a gelmiş ve Mahmut geldi mi, diye sormuş anneme. Yo, demiş annem, gelmedi. Sana içinde İtalya’dan aldığım kıyafetlerimi yıkaman için göndermiştim. Mahmut hiç ortalarda görünmemişti ondan sonra ve konu da kapanmış bitmişti. Hastanede yatarken, aşağıdan bir telefon geldi. Mahmut adında bir ziyaretçiniz var, diye. Hah, dedim, sorarım ona şimdi valizin hesabını. Yapma abi, belli ki benden daha çok ihtiyacı varmış onlara, demişti Hüseyin.
 
Sözlüsü vardı. Evlenmeyi düşünüyordu ama olmadı. Yirmi yedi, yirmi sekiz defa A milli takımda oynamış bir oyuncuydu. Fenerbahçe’de iki yıl oynayabildi. Yirmi dokuz yaşında ayrıldı aramızdan. Her sene Karacaahmet’te kabri başında tören yapıyoruz ama yeterli ilgiyi göstermediklerini düşünüyorum.’’