HAYATİ KÜÇÜKÇAVDAR

 

 
 

 
‘’19 Kasım 1947 tarihinde Fatih, Karagümrük’te doğdum. İlkokul öncesi Cerrahpaşa’ya taşındık. Ailem Üsküp muhaciridir. Yedi kardeşiz. Ablam, iki abim, ben, iki erkek kardeşim ve kız kardeşim. Ben tam ortada denge unsuru olmuşum kardeşler arasında. İki büyük abim de futbol oynamış zamanında. Mustafa Eyüp abim Fenerbahçe genç takımında Can Bartu döneminde oynamış, Sabahattin abim de Davutpaşa ve Karagümrük’te.
 
Babam Osman, annem, ben ve diğer altı kardeşimle dokuz kişilik mutlu, neşeli, kalabalık bir aileydik. İstanbul’a gelince, çelik eşya üzerine bir işe girmiş babam. Daha sonra esnaf olarak devam etmiş aynı işe. Bir dönem İstanbul Maden İşleri Sanatkarları Derneği başkanlığı da yapmış.
 
Kapalıçarşı yanındaki dükkanımızda geçmişti çocukluğumuz. Dükkanımız 1985’e kadar sülalemizin erkeklerinin sohbet etmek için kullandığı bir mekandı aynı zamanda. Aksaray’da, Beyazıt’ta alış verişe çıkmış sülalemiz kadınlarının da soluklanma yeri.
 
İlkokulu Hekimoğlu Ali Paşa İlkokulu’nda okudum. Zararsız, ancak afacan bir çocuk olduğum söylenirdi. Öğretmenlerim beni çok severlerdi bu yüzden. Hala unutamadığım ve elli yıllık arkadaşlarımla karşılaştığım zaman bana sorduklar bir anım vardır. Üçüncü sınıfa giderken, çok hoşlandığım bir kız vardı. Adı Serpil’di. Öpmüştüm onu. Yaptığımın yanlış olduğunu biliyormuşum ki, hemen okuldan kaçmış, eve gelmiştim. Ertesi sabah isteksizdim okula gitmek için. Annem tutmuştu elimden ve götürmüştü. Özür diletmişti bana öğretmenler odasında. Belki de okul müdürümüzün ve öğretmenlerimin, olayı yüzlerinde sevecen bir gülümsemeyle izlemeleri unutulmaz kılmıştı bu anıyı.
 
O dönemler en popüler oyun kalem yutmacaydı. Neredeyse her sokak arasında bir gurup vardı bu oyunu oynayan. Kalem ileriye doğru atılırdı. Sıradaki arkadaş da atardı kalemini aynı istikamete. Bir önce atılan kaleme isabet ettirirse, ilk atılan kalem onun olurdu.
 
Aynı mahallede yetiştiğimiz Hadi Türkmen, Selçuk Alagöz çocukluk arkadaşlarımdı. Hadi ile yaşıtız ancak Selçuk benden birkaç yaş büyüktür.
 
İlkokuldan sonra Davutpaşa Ortaokulu’na başladım, ancak aynı yıl okulu bırakıp, baba mesleğine yöneldim. Hala çok iyi elektrik, oksijen kaynağı yaparım ve demirden çok iyi anlarım.
 
On beş yaşımda, abilerim ve dayılarımın yönlendirmesiyle Aksaray Langa’da başladım futbol hayatıma. Takım birinci amatör kümedeydi. İki-üç sezon oynadım orada. İlk lig maçımızı 1962-63 sezonunda Darüşşafaka ile Fenerbahçe Stadı’nda yapmıştık. Stadın ahşap türbünlü olduğu dönemlerdi.
 
1965’de babamın ısrarıyla da memleketimizin insanlarından kurulmuş olan Vardar takımına transfer oldum. Orada da bir sezon oynadım. Çok güzel bir anım var o sezonla ilgili. Gol kralı olmuş, şampiyon yapmıştım takımı. Hiç unutmam, şampiyon olduğumuz maçta, ilk yarıda beş gol atmıştım rakip takıma. Adamlar averajları daha çok bozulmasın diye ikinci devre sahaya çıkmamıştı.
 
1963 yılında İstanbul genç karmasına gidip geliyordum. Ali Mortaş’ın talebesiydim. Yasin ve Gökmen’le beraber oynuyorduk. Ali Yavaş’ın abisi Günay İstanbulspor’da oynuyordu. Avukat oldu sonra. Nişantaşı’nın şampiyon olduğu yıllar.
 
Hakem abimiz Müfit Sun beni Eskişehirspor’a götürmek istedi. O yıl yeni kuruluyordu takım. Ailem izin vermedi buna. 1966 Temmuz ayında Karagümrük’e iyi bir paraya transfer oldum. Hem genç, hem de A takımında oynuyordum. İlhan Söyler, Ender Dündar filan takım arkadaşlarımdı. Sekiz ay sonra da askere gittim zaten. Erteleme şansımız da yoktu.
 
Karagümrük’e geldiğim yıl ilk maçımızı Ali Sami Yen’de oynadık. Galatasaray’la. Bir hazırlık karşılaşmasıydı. Galatasaray Avrupa kupalarına katılacaktı kısa bir süre sonra. Rapid maçıydı galiba. Kaleyi Turgay koruyordu. Rahmetli Metin Oktay da takımdaydı. Talat, Ergün, Ayhan, Doğan, Uğur, Turan  filan vardı.  Hakemliği Gündüz Kılıç yapıyordu. 1-0 galiptik. Yılmaz abi atmıştı golü. Sol çizgide oynuyordu. Ben de santrfor oynuyordum İlhan’la birlikte. Gündüz Kılıç iki tane gol yedirdi bize sonrasında. Resmen kaleciyi ite kaka atmışlardı golleri. Kaptanımız Doğan itiraz eder gibi oldu. Gündüz abi, Müsaade edin çocuklar da yensinler, abilerinizin Avrupa’da maçları var, demişti. 2-1 yenilmiştik. Ama yine de mutluluğumuza diyecek yoktu. Galatasaray’la oynamıştık çünkü.
 
1967 Mart ayında askere gittim. Aslında Kasım ayında gitmem gerekiyordu. Jandarma subay okulunda, Sporgücü’nde yaptım askerliğimi, Ankara’da. Bir ara Beden Terbiyesi genel müdürlüğü de yapan Yücel Seçkiner’in öğrencisiydim. Kondisyon hocamız Balkan şampiyonu maratoncu İsmail Akçay’dı. Futbol hayatımda en yüksek performansı, kondisyonu o dönem yakaladım işte. Bu nedenle 1969-70 sezonu Karagümrük’te çok başarılı oldum.
 
Sporgücü’nün basket takımı da birinci ligde şampiyonluğa oynuyordu. Tuna Huş’un, İsmet Badem’in olduğu dönemlerdi. Jandarmagücü’nde de top oynuyordum bir yandan. Ankara 1. amatör kümedeydi. Benden bir önceki sezon Havagücü’nü yenip Ankara şampiyonu olmuşuz. Benim dönemimde ise Havagücü’ne yenilip şampiyonluğu kaçırdık. Ankara’da rakiplerimiz çoktu ama biz rakip olarak Muhafızgücü ve Havagücü’nü görüyorduk. Muhafızgücü’nü Sabahattin Erman çalıştırıyordu.
 
Askere geldikten bir ay sonra babamı kaybettim. 15 Nisan 1967. Çok kötü günlerdi. Firar etme girişimim oldu. Tunceli Hozat’taydım dört aylık eğitim için. Subaylarımın anlayışı ve iyi niyetleriyle, kulübümün de beni Ankara’ya aldırmasıyla olay tatlıya bağlanmış, futboluma da kavuşmuştum.
 
Askerliğim bitip İstanbul’a döndüğümde, o mevsim üçüncü kümeye düşmüş olan Karagümrük’e çok faydalı oldum. Arkadaşım İbrahim ve ben en çok gol atanlar arasında baştaydık. Takımdaki tüm arkadaşlarla aram çok iyiydi.
 
1969-70 sezonu sonunda Tekirdağspor’u çalıştıran İsmail Kurt, Ali Yavaş, ben ve Nezih’i bir gece Aksaray’da bir otelde tutup, sabah erkenden Isparta’ya götürdü transfer etmek için. Bir banka müdürüydü başkanları. Bize otel tuttular, belirli miktarda para da verdiler. Fakat o zamanlar Temmuz ayına kadar yapılan anlaşmalar geçerli sayılmıyormuş. Sonra Tekirdağspor’lular kaçırmaya geldiler bizi. Bediz’e, bana ve Sarı Selim’e onar bin lira verdiler. Ön mukavele yaptık güya ama özel bir anlaşmaydı. Tabii onun da geçerliliği yokmuş. Sonra Karabüklüler istediler Ali’yi Nezih’i ve beni. Ardından da İstanbulspor devreye girdi benim için. Arkadaşlarını yalnız bırakma sen de onlarla git Karabük’e, bir-iki sene oyna Anadolu’da, deneyim kazan, sonra ben seni yine aldırırım İstanbulspor’a, dedi Ali’nin avukat abisi Günay Yavaş. Ama bir tarafta üçüncü lig takımı olan Karabük, diğer tarafta da birinci lig takımı İstanbulspor vardı. İstanbulspor’la yaptım mukaveleyi.  Ispartaspor ve Tekirdağspor’dan aldığımız paraları geri verdik. Ali ile Nezih Karabük e gitti.
 
1968-69 mevsimi sonunda beni ve Bediz’i Beşiktaş’a tavsiye etmişler. Şeref Stadı’nda 10 gün kadar idmanlara çıkmıştık. Tavsiye üzerine izlemişler bizi. Gözlerine girmişiz ki beni alıp Giresun’a özel maça götürdüler. Para toplamak amacıyla, hayır için yapılmış bir maçtı bu. Giresunspor’un bir oyuncusu, Aydın deplasmanında trafik kazasında hayatını kaybetmişti. Ailesine yardım amacıyla düzenlenmişti. Küçük Ahmet’le çift santrfor oynamıştık maçta. Yani çok kısa da olsa, tek bir maç boyunca da olsa o şerefli Beşiktaş formasını giymiştim.
 
1970’de İstanbulspor’a transfer olduğumda elime geçen transfer parasıyla Kumburgaz’da yazlık bir daire aldım. Eşim Nesrin hanımla orada  tanıştım. 1971’in Temmuz ayında nişanlandık, 1972 Haziran ayında da  evlendik. Evlendiğimde İstanbulspor’dan ayrılmış, o dönem güçlü bir takım kuran Kasımpaşa’ya transfer olmuştum.
 
Beni Karagümrük’ten İstanbulspor’a isteyen rahmetli Basri Dirimlili’ydi. Bir sezon önce Ziya Taner çalıştırıyordu takımı. Şeref Stadı’nda Beyoğluspor’a üç gol attığım maçı izlemiş, beğenmiş ve bizzat benim için gidip konuşmuş kulübüyle.
 
1970 yaz sonunda, Uludağ’a kampa gitmiştik mevsim başında. İstanbul’a döndüğümüzde ilk maçımız Fenerbahçe ile Dolmabahçe Stadı’ndaydı. Basri abi, yarım saat sonra Kasapoğlu’nu oyundan alıp beni sürdü sahaya. İlk ve çok önemli bir lig maçında oynamıştım. Ancak şöyle bir problem yaşamıştım takımda. Cemil, Sarıyer’den birlikte geldiği arkadaşı Ahmet ile çift santrfor oynuyordu. Sıkı arkadaşlardı. B.Ahmet iyi bir insan olmasına rağmen özel hayatında alkol ve gece hayatı düşkünlüğü nedeniyle sahada bitik kalıyor, verimli olamıyordu. Bu nedenle Cemil’in tüm çabalarına rağmen formayı kapmıştım Ahmet’ten. O zamanlar Cemil ile Alpaslan milli takımda da oynuyor, milli takım maçlarına gidip geliyorlardı. Cemil’le iki sezon çift santrfor oynadım. Bu iki sezonda attığım goller toplamı altı ya da yedidir. Adana’ya iki gol attığımı hatırlıyorum. Basri abi, Senden gol istemiyorum, sadece Cemil’in serbest oynamasını sağla, demişti.  Cemil büyük yetenekti tabii, çevikti, zekiydi, gol vuruşları iyiydi. Orada Karagümrük’te attığım golleri atamadım elbette. Ve anladım ki birinci lige erken gelmişim. Günay abinin dediği gibi, Karabük’e gidip iki sene Anadolu’da pişip gelseymişim, birinci ligde çok daha sağlam yerleşirmişim.
 
İstanbulspor’da Alpaslan’la çocukluk arkadaşı olduğumuz için genelde onunla gezerdim. Sonra Beşiktaş’lı Tezcan katıldı aramıza arkadaş olarak. Alpaslan çok sakin bir insandı. Sahada ağır görünmesine karşın 50-100-200 metrelerde kimse onu geçemezdi. İkili mücadelelerde çok başarılıydı. Davutpaşa Ortaokulu bahçesinde çocukluğumuzdan beri top oynardık Alpaslan’la. Bu arada Alpaslan benden bir yaş küçüktür.
 
1972-73 mevsiminde Kasımpaşa’ya transfer oldum. İstanbulspor ikinci kümeye düşmüştü. Sol çizgide oynayan oyuncuları yoktu. Kasımpaşa’da başarılı olan, daha sonra da Beşiktaş’a transfer olan Şaban arkadaşımızı aldılar. Şaban karşılığında da beni, Yetiş’i ve Ali Açıkgöz’ü Kasımpaşa’ya verdiler. Biz yine de transfer ücretimizin ancak bir kısmını alabilmiştik. Başkanımız Sultan Demircan’dı. Şimdiki belediye başkanının amcasıydı.  Kasımpaşa’da kör topal bir sezon geçirdik. Üçüncü kümedeydi takım. Büyük transferler yapılmıştı ama Kasımpaşa bekleneni veremedi. Deli Doğan ve Mustafa Yürür gibi birinci küme topçularına rağmen fiyasko bir yıl yaşadık.
 
Başkan cezaevine düşmüştü, birinci neden buydu. Paralarımız ödenmiyordu. Mesela Mustafa’ya transfer ücreti olarak ev vermişlerdi. Mustafa gitmiş evi almaya, içerden çıkan adam, Defol git buradan, diye bağırmış. Burası benim evim ulan, seni öldürürüm, diye kovmuş Mustafa’yı.
 
Ben Kasımpaşa’dan belli miktar para aldım. Oynarsan üç ay sonra bu kadar, altı ay sonra şu kadar alacaksın diye vaatte bulundular. Devamını alamadım tabii. Beş profesyonel takımda oynadım, beşinde de param kaldı.
 
Kasımpaşa’da antrenörümüz Beşiktaş’ın sol beki Fehmi abiydi. Senatör Fehmi. Sonra Fenerbahçe’nin sol hafı Deve Necdet oldu antrenör. O da yarım sezon kaldı.
 
1973-74’te tekrar Karagümrük’e transfer oldum. O sezon boyunca hatırlanacak fazla bir şey yoktu. 1974-75 sezonunda da Tekirdağspor’a gittim. Takımın başkanının babası milletvekiliydi. Köy ağasıymış adam. Bir dereye bile bu ailenin ismi verilmişti. Beni çok istiyorlardı. Dört sene sonra kısmet olmuştu işte. Yani gecikmeli bir transferdi. Ama orada da aynı tuzağa düştüm. Altmış bin liraya anlaşmıştık. Al sana 15 bin lira dediler. Takımda oynadığın sürece, üçer ay arayla kapatacağız, diye söz verdiler. Tamam dedim. Nasılsa oynayacağım, paramı da alırım, diye düşünmüştüm. Tekirdağ’da da çok başarılı bir sezon geçirdim. Senelerce yenemedikleri Çanakkalespor maçında gol attım galip geldik. Şampiyon Bandırmaspor’u frikikten son dakikada attığım golle yenmiştik. Ayağımdan şortumu bile almışlardı o maçta. Bir de Lüleburgaz’ı 5-0 yenmiştik kendi sahamızda.  Ama sezon sonunda paralarımı alamadığım için protesto çektim kulübe.
 
Tekirdağspor’a gitmeden önce çok sıkıntılı bir dönem geçirmiştim maddi olarak. Çok kısa süre önce tanıştığım bir ailenin yardımlarıyla geleceğimi garanti altına almak için 1974’ün birinci ayında Hollanda’ya Rotterdam’a gittim. Dört buçuk ay kaldım. Feyenoord takımıyla antrenmanlara çıktım o ailenin tavsiyesi üzerine.  Bu süre içerisinde Karagümrük evi arayıp duruyormuş. Gelsin artık, bizde oynasın, diye. Hollanda’da sabah akşam antrenman yapıyorduk. Yahu, dedim sabahtan akşama kadar antrenman yapacaksam, başka hiçbir işle uğraşamayacaksam giderim Türkiye’ye, yüz bin liraya bir transfer yaparım. Alırım iki daire. Evi aradım. Tamam, göndersinler uçak paramı geleyim, dedim. Hemen gelsin, tüm masraflarını burada karşılayacağız, demişler.
 
Feyenoord’ta çift kale maçlarda çok başarılı olduğumu söylüyorlardı. Beni aldılar yönetim odasına. Yeni sezon için transfer yapmak istediler. Bayan arkadaşım tercümanlık yapıyordu. Profesyonel olduğumu, lisansımın Türkiye’de bir kulüpte olduğunu, söyledim. Basın takımınızla çalıştığımı duymadan önce, gidip sembolik bir ücrete bonservisimi alıp buraya getireyim, dedim. Çok hoşlarına gitti. Tamam, dediler, sen git gel, oturma müsaadeni alalım. Gerçi henüz bu kondisyonla A takımında oynayamazsın, ama B takımıyla çalışıp çıkarsın maçlara. Daha güçlendiğin zaman da A takıma geçersin, dediler.
 
Türkiye cephesinde ise işler pek Avrupa deneyimi için uygun gözükmüyordu. 8 aylık oğlum bir yandaydı, ailem bir yanda.  Karagümrük de baskı yapıp duruyordu. Feyenoord’da iyi form tutmuştum. Atladım geldim Türkiye’ye. Sezon ortasındaydı sanırım. Beş-altı maç oynadım.  Takımı kümede bıraktım. Bayağı başarılıydım.  Sonra da 60 bin liraya Tekirdağ’a transfer oldum. Ama orada bir hata yaptım. 1970’te aldığım yazlık evimi sattım. Tekirdağ’da bir bankaya yatırdım parayı. Nasıl olsa geri kalan paramı da alırım kulüpten, para toplanır iyi bir ev alırım diye düşünüyordum. Ama bol paralı yaşamaya alışık olduğumdan, her maç sonunda bankadan para çekip İstanbul’a gelmeyi alışkanlık edinmiştim. Oysa kulüp paranın gerisini vermedi, bankadaki para da yavaş yavaş eridi. Evi de alamadım böylece.
 
Tekirdağ’dan sonra tekrar Karagümrük’e geldim, bir-iki sezon oynadım. Ama hiç para ödemiyorlardı. Baktım olacak gibi değil, bıraktım. Hep harcamalar ceptendi. Trabzon’a gidiyoruz. Gol atıyorum, prim bekliyorum. Tutuşturuyorlar elimize bir vakfı kebir ekmeği, yarım kilo tuzlu tereyağı. Giresun’dan fındık gönderiyorlar eve. Dedim, beni azat edin.
 
Kapalıçarşı’nın çehresi değişince toptan mobilyacılığa başladım. İnanılmaz  paralar kazanıyordum. Karagümrük’te antrenmanlara giderken, ceplerimdeki bütün paraları, çekleri saymadan çocuklara bırakır, gelince yine saymadan alır koyardım cebime. Kulüpten herhangi bir maddiyat talep etmiyordum. Ama baktım ki mobilyacılık işim, daha öncelikli olmalı.
 
Karagümrük’teki son maçımı hiç unutmuyorum. İstanbulspor’la oynuyoruz. Kornerden kafa ile yakın direkte gol attım. 1-0 öndeyiz. İkinci devre hocam Ahmet Karlıklı, Sen oyundan çıkıyorsun, dinleniyorsun, dedi. Ben de çıkardım formayı, patlattım suratına. Bir daha giymem bu formayı, dedim. Yapma etme, dediler, ama nafile. Kararımı vermiştim. Meğer İstanbulspor’un puana ihtiyacı varmış. Ben de formundayım. Ahmet Karlıklı bir gol daha atarım korkusuyla çıkarmış beni. Ondan sonra da giymedim bir daha Karagümrük formasını.
 
1979’da Davut Kılıç’ın daveti üzerine Perşembe günleri yapılan Çukurbostan maçlarına gitmeye başladım. İnanılmaz zevkli geçiyordu maçlar.  Bazen geç kaldığımızda, işi gücü olmayan arkadaşlar giymiş oluyordu formaları. 3-5 lira para verip alıyorduk üzerlerinden, biz giyip maça devam ediyorduk. Fenerbahçeli Zeki, Beşiktaşlı Lütfü, Kadri Aytaç, rahmetli Fenerbahçeli Hüseyin, Hilmi Kiremitçi her Perşembe oynamaya gelirlerdi. Adam Fenerbahçe’de top oynuyor. Perşembe günleri sizinle maça çıkabilir miyim, diye soruyordu. Futbol yaşantımda en keyifle oynadığım maçlardı bunlar. Perşembe maçları.
 
Davut abi Davutpaşa’da amatör olarak bana lisans çıkarttı. Kulüp başkanımız başkomser Hakkı Yağız’dı. 1980-81 sezonu. Sonra federasyondan bir yazı geldi. Terfi ligi düzenlenecekti. Kulüp içerisinde tartışmalara neden oldu bu terfi ligi. Bir kısım yönetici, amatör lig için çok güzel bir takım oluşturduk, boş verelim terfi lig için yeni bir takım yapılandırmasını, diyordu. Ama çoğunluk terfi lig için yeni bir kadro oluşturma taraftarıydı. Katılacağımızı bildirdik düşünüp taşındıktan sonra.
 
Çok gol attım bu karşılaşmalarda. Ama Üsküdar Anadolu’yu geçemedik. İkinci kaldık. Birkaç gün sonra federasyondan bir yazı geldi. Yazıda, terfi liginde ikinci olan takımların da ikinci kümeye çıkacakları belirtiliyordu. Ben o sezon kesin bırakma kararı almıştım, ancak Davutpaşa ikinci kümeye yükselince gelecek sezon da oynadım.
 
Davut abi geri plana çekilince, aslında yakın arkadaşım da olan yöneticiler maddi durumum iyi diye beni genel kaptan yaptılar. Antrenörlerle anlaşmaları ben yapıyor, ücretlerini ben teslim ediyordum. Mekan olarak da iş yerimi kullanıyordum.  Önce Sefer Türker’i antrenör yaptık. Çok soğuk bir adamdı. Takımın ruhuna hiç uymadı. Başarılı olamayınca Davut abi ve rahmetli Necati Balaban’ın zoruyla bir maç sonra geri hizmete çektik. Sonra Güngör Tetik’i getirdik. O da olmadı. Hilmi abiye teklif götürdüğümde, Moruk, sen de oynarsan takımda gelirim, dedi. Ben de, işim gücüm nedeniyle sürekli oynayamam, dedim.  Neyse başladı hoca olarak. Arada sırada beni de sürüyordu sahaya. Takım kötü gitmeye başlayınca, aralıksız oynamaya başladım.
 
Hiç unutmam, Vefa ile oynuyoruz. Yenersek kümede kalacağız. Kırklareli küme düşecek. Kırklareli de Üsküdar Anadolu ile oynuyor. Biz banko yenilir gözü ile bakıyoruz tabii. Ligin en güçlü takımı ile, küme düşmeye oynayan bir takım karşılaşacaktı çünkü. Ben kırk metreden bir gol attım. Son dakikada kazanılan penaltıyı da gole çevirdim ve 2-0 galip bitirdik maçı. Kırklareli maçını seyretmeye giden bir-iki yöneticimiz maçın durumunu telsizlerle, bizim maçı izleyen yöneticilerimize bildiriyorlardı. Kırklareli 2-1 yenmişti Üsküdar Anadolu’yu. Hepimiz şoktaydık. Trabzon’lu Erdoğan kardeşimiz birkaç kişiyi çalımlayarak atmıştı Üsküdar’ın tek golünü. Üsküdar yöneticilerinin çocuğu bir dövmediği kalmıştı attığı gol yüzünden. Soyunma odasında yapılan hesaplamalardan sonra, tek gol averajı ile bizim ligde kaldığımız anlaşılınca dünyalar bizim olmuştu tabii. Benim son maçım oldu bu. Hayatıma sadece esnaf olarak devam etmeye başladım. Yine Davut abinin önayak olmasıyla kurulan veteran takımında maçlar oynadık. Hatta takım olarak Almanya’ya gittik. Sene 1988. Avusturya’da, Almanya’da maçlar yaptık birçok kulüple.
 
1985 senesinde anne de rahmetli olunca gayrimenkuller satıldı, paylaşıldı. Sonra Bayrampaşa’ya taşındım. 1990 yılına kadar orada mobilyacılık yaptım. Ama işler terse döndü ve çok para kaybettim. O zaman çekle, senetle mal veriliyordu. Her selam verene yükledik kamyonu, gönderdik malı. Çok alacağım oluştu etraftan. Birikimlerim de yavaş yavaş tükeniyordu. Alacak peşinde koşmaktan iş yapamaz duruma gelmiştim. Lanet olsun dedim ve bıraktım iş hayatını. Ve Bağkur’dan emekli oldum. Ama bunun için de bayağı uğraştım. Çünkü on üç yıl futbol oynadığım dönemde, sadece bir buçuk yıl primlerim ödenmişti.
 
Yirmi beş senedir Silivri, Gümüşyaka’da oturuyorum. Sakin bir köy yaşantısı. Eşimle baş başayım. Çocuklarım evlendiler, iş güç sahibi oldular ve kendi hayatlarını kurdular. Daha ağızlarında emzik varken kayıkla açılırdık. Atardım üçünü de denize, yarış yaparlardı. Futbol oynadılar ama meslek olarak iyi ki seçmediler futbolu.’’