DİMİTRİ PANTAZİ





 

 


Dimitri Pantazi 27 Mart 1953 tarihinde dünyaya geldiğinde, hiç farkında olmasa da yazgısı Davutpaşa ile doğrudan  kesişmiş oldu. Doğumuyla birlikte DP’lerden biri olmuştu çünkü o da. Sayın Cumhur Değer bu DP’yi Demokrat Parti ile bitiştirmeye kalksa da, Küçük Dimitri’nin ilk yedi yılında Menderes ve cemaatine yakınlığı söz konusu olamadı. Doğu Perinçek ile de.
 
Dimitri Beyoğlu çocuğu, Alman hastanesinde doğmuş. Ailesi ve çocukluğuyla ilgili bilgilerden sözetmek istemiyor, yaşam öyküsünü doğrudan Arnavutköy’deki Eseniş Koleji’nden başlatıyor.
 
Belki de o henüz iki yaşındayken gerçekleşen, derin devletimizin imalatı kanlı, hasarlı, gaddar 6-7 Eylül olayları, altmışlarda Rum vatandaşlarımızın yurdumuzdan kaçmalarına neden olan sistemli baskı, Gökçeada ve Bozcaada’da bugün hepimize inanılmaz gelen uygulamalar (söz gelimi Rum vatandaşların balıkçılık yapmasının yasaklanması), dahası 1974 Kıbrıs Harekatı sonrası sayısız Rum’un Yunanistan’a göçmesine neden olan devlet şiddeti nedeniyle içi hala hoş ve şirin olmayan duygularla tıka basa dolu olabilir. Dimitri bunlardan hiç söz etmese de, bu olası bence. Türkiye’de bir Rum olmanın, bir azınlık olmanın dayanılmaz ağırlığı, diyorum.
 
Dimitri 1967 senesini önemli buluyor yaşamında. İstanbulspor seçmelerine katılıyor ve Ali Mortaş tarafından çok beğeniliyor bu yıl. Lisansı çıktığında karar veriyor futbolcu olacağına. Ama Eseniş Koleji’nde okurken, derslerle uğraşırken futbolunu yeterince geliştiremeyeceğini düşünmüş olmalı ki okulu bırakacağını söylüyor babasına. Sene 1968. Dünyayı gençlerin adalet ve barış çığlıklarıyla alt üst ettiği, tozun dumana karıştığı günler. 
 
Baba çok şaşırıyor, öfkeleniyor bu isyankarlığa. Çünkü Arnavutköy’deki Eseniş Koleji paralı bir okul; sosyetik ailelerin çocuklarının gittiği, fıstık kızların, havalı oğlanların cirit attığı bir karma orta ve lise. Baba da fedakarlık gösterip yazdırmış sevgili oğlunu buraya. Kızmaz mı, köpürmez mi!
 
Al takke ver külah tartışıyor baba oğul; baba tek koşulla razı oluyor Dimitri’nin okuldan ayrılmasına. ‘’Eğer sıradan adam olacaksan oku, eğer aranan adam olacaksan futbolcu ol.’’ Bu cümle Dimitri’nin kafasına kazınıyor, kırk dört yıl geçtikten sonra bile yineliyor bunu. Hem de inançla, heyecanla.
 
Dimitri net bir cevap veriyor babasına. ‘’İki sene içinde, İnönü Stadı’nda, şeref türbününde maç seyrettirecem sana.’’ O da bu unutulmaz tümceyi söylüyor büyük bir özgüvenle; dahası yerine getiriyor.
 
Dimitri hayatını İstanbulspor’a indirgiyor, 45 yılının geçtiği kulüpteki deneyimi dışında hiçbir şey söylemiyor. Dili kilitli.
 
Yani küçük şeyler anlatıyor. Ali Mortaş’ın yetişmesinde büyük emeği olduğunu, iki yıl genç takımda mücadele ettiğini, hep şampiyon olduklarını, 1970 yılında A takıma yükseldiğini, Arap Yılmaz, Cemil Turan, Alpaslan Eratlı, Türker, Yetim Ali, Kasapoğlu, Tayfun gibi müthiş topçularla aynı havayı soluduğunu, 1969-70 yıllarında genç milli takım formasını terlettiğini söylüyor.
 
Ümit milli takım formasını giyememesinin nedeni ise uzun saçları. Altyapılara vermiş olduğu önem ve şike maçları ayarlama konularındaki müthiş becerisiyle futbol dünyasının hayranlığını kazanmış olan heybetli çalıştırıcı Gündüz Tekin Onay, kampa katılmadan saçlarını kesmesini söylüyor genç topçuya. Yoksa oynatmayacağını belirtiyor sert bir dille. Dimitri ise inat ediyor kesmemekte, Oynatmazsan oynatma, diye yanıtlıyor. Affını istiyor ulusal takımdan.
 
Dimitri kendi futbol biçemini şöyle tanımlıyor. ‘’Çok teknik bir topçuydum ama pek süratli sayılmazdım. Sağ ayağım da, sol ayağım da iyiydi. Zekam ile oynardım. Zekam ile alt ederdim rakipleri. Top ayağıma gelmeden düşünürdüm hep. Rakibi nasıl aldatabilirim diye kafa yorardım. Ayaklarım harikaydı, kafam da öyleydi. Ama gücüm azdı. Bayağı koşardım maçlarda çünkü topla oynamayı severdim. Topla oynamayı seven bütün topçular koşmak zorundadır. Yoksa top ayaklarına nasıl gelsin!’’
 
Dimitri’ye arkadaşları, tanışları hep Miço diyorlar. Lakap ailedenmiş.
 
Dimitri kendisini sayısız kulübün istediğini söylüyor, söz gelimi Brian Birch zamanında Turgan Ece’nin. Ama kulüp vermemiş. Öyle diyor.
 
Dimitri çok önemsiyor İstanbulspor’un düzenini. Liseden gelen bu düzende küçüklerin büyüklere saygı gösterdiğini, büyüklerin küçükleri koruduğunu, kolladığını söylüyor. Bugün çalıştırdığı  İstanbulspor takımına bu anlayışı aşılamak istediğinin altını çiziyor. 
 
Eskileri sevgiyle hatırlıyor. Unutulmaz kaptan Kasapoğlu’nu özellikle. Yunanistan’a gittiğinde onu bulduğunu anlatıyor doksanlı yıllarda. Atina’nın Kukaki semtinde manavlık yapan Kasapoğlu’nun sırtına oturduğunu gülerek anımsıyor.
 
İtalyan yobazı Berlusconi’ye özenen Cem Uzan dönemiyle ilgili ise nedense ne olumlu ne olumsuz bir şey demiyor Dimitri. Sanayi, enerji ve basın alanında büyük yatırımlar yapan, ama her attığı dala yolsuzluklarını taşıyan ve sonunda Genç Parti deneyimiyle AKP’ye ciddi bir tehlike yarattığında, iktidarın yakasına yapışıp tuzla buz ettiği Uzan’ların gürültülü ama sonu tatsız biten deneyimiyle ilgili ağzını açmıyor. Sadece lise geleneklerinden uzağa düşüldü diyor. Altyapıdan gelen oyunculara önem verilmedi, diyor.
  
Evet, Dimitri anlatısında İstanbulspor dışına çıkmıyor pek. Yani hiç çıkmıyor. 1974-6 arası Sivas’ta askerlik yaptığını, bu ikinci küme kulübünde fazladan bir yıl kaldığını söylüyor en fazla. Sivas antrenörü Hamdi Serpil Tüzün’ün topçuları idmanlarda çok yorduğunu, hatta öldürdüğünü belirtiyor.
 
1986-7 mevsiminde de Davutpaşa deneyimini anlatıyor birkaç kırık dökük cümleyle. Bu transferin nedeni İstanbulspor antrenörü Ergun Kantarcı. Dimitri otuz üç yaşında o sırada ve takım üçüncü kümede. Antrenmanlara az geliyor. Haftada bir kere filan. Kantarcı tutturuyor, her idmana geleceksin, diye. Dimitri de çareyi kaçmakta buluyor.
 
Ya Kemal Açmaz, ya da Hasan Meriç aracılığıyla kavuniçi kahverengi renklerle buluşuyor. Güzel günlerdi diye hatırlıyor bu günleri. Ama Davutpaşa şanssız oldukça. İyi top oynamamıza karşın uzak ara küme düşüyoruz sene sonunda.
 
Saray deplasmanı unutamadığı maç bu günlerden. Kocaman bir alan Saray sahası. Çevresi açık, kamyonlarla çevrili. İçeri girmek isteyenlerin hemen yanına geliniyor, para alınıyor. Tuhaf bir düzen. Bir kaos alanı. Miço takım kaptanı olarak çıkıyor sahaya. Mevsimin en iyi topunu sergiliyor. İki sıfır geriye düşmemize karşın şahane oyunuyla beraberliğe tutunmamıza yardım ediyor.    
 
1988 senesi futbola elveda deyişini imliyor Miço’nun. 1990 ise antrenörlük diploması edinmesini. 1992 yılında teknik direktörlük yaşantısı başlıyor. İstanbulspor’u çalıştırıyor hep; altyapıları, üstyapıları. Alibeyköy, Feriköy ve Bayrampaşa ayrıksı birkaç deneyim.
 
Dimitri bugün İstanbulspor’un teknik sorumlusu. Ama hemen ekleyeyim, günümüzde liglerde iki İstanbulspor var. Biri Ömer Bey yönetiminde üçüncü kümede oynayan, paralı, yarını çok aydınlık gözüken bir İstanbulspor; bir de lise yönetimli, BAL liginde yer alan ve maddi sıkıntılarla boğuşan İstanbulspor. Dimitri bu İstanbul Erkek Lisesi kökenli takımda çalıştırıcılık yapıyor.
 
Dimitri’nin aile yaşantısı ise bayağı eski. 1971 senesinde tanışmış olduğu ve Müslüman olduğunun nedense altını çizdiği bir kadınla 1980 yılında evleniyor. 1984 doğumlu bir oğlu var.   
 
Ama görünen köy kılavuz istemez, Dimitri’nin yaşamından birkaç roman çıkar diyorum ben. Çok sır barındırıyor yaşantısı çünkü. Onun onca yeteneğiyle neden Manchester United ya da Barselona’da oynayamadığını bu sırlarda, bu karanlık, izbe köşelerde bulabiliriz belki. Ama çok önemli değil bu. Sonuçlar nedenlerden çoğu kez daha önemli çünkü.