CEVAT AKSAY



 
 



1972-1981 seneleri arasında Davutpaşa’nın çeşitli yönetim kurullarında denetim kurulu başkanı, ikinci başkan ve başkan olarak görev yapan Cevat Aksay doğrusunu söylemek gerekirse Alipaşa kedilerinin pek aşina olmadığı bir İstanbul beyefendisi. Ama kulübün demirbaşlarından, emektar Sıtkı Özcan da yetmişleri anımsamaya çalışırken, kaptanlık yaptığı yetmişlerin ikinci yarısında bile Aksay’ı topu topu iki kez gördüğünü itiraf ediyor. Bu nedenle zavallı Alipaşa kedilerini boş yere suçlamayalım vefasızlıkla.
 
Cevat Aksay demişken hemen düzeltelim. Aksay soyadını 1981 senesinde Aksoy’a çevirmiş. Nedenini sorduğumda, Aksay ile Aksoy karışıyordu diyor. Nasıl ve neden karışıyor ben anlamasam da böyle işte. Kırk yıllık Kani Yani olmaz diyenlere inat, yaşlı ve kirli yeryüzünde tam tamına 47 yıl devirmiş Aksay böylece mahkeme kararıyla Aksoy olmuş. Alipaşa kedilerinin kafası biraz karışsa da durum böyle.
 
Cevat Aksoy’un henüz Aksay olduğu yıllara dönelim ilkin. Aksay 2 Aralık 1934 tarihinde açıyor gözlerini gezegenimize. Aile Üsküp kökenli. Davutpaşa ailesinin sayısız üyesi gibi. Baba Ali mobilyacı, anne Hasibe ise ev hanımı. Cevat ve şu an hayatta olmayan Şükrü iki kardeşler.
 
Küçük Cevat, Hekimoğlu Alipaşa İlkokulu’nu bitiriyor. Ardından Sultan Ahmet Ticaret Lisesi’nin yolunu tutuyor. Ama bitiremiyor. Lise son sınıfta gelen baba ölümü engelliyor genç Cevat’ı öğrenimini tamamlamaktan. Taşlı çakıllı hayat yollarına dalış böylece başlıyor. Sene 1950, yaş 16.
 
Genç Cevat mobilya ve halıcılık işine erkenden atılıyor, yol alıyor. Bu arada top oynamaya da yetenekli olduğunu görüyoruz. Ama bu yetenekler ne yazık ki sadece okul ve mahalle takımlarında sergileniyor, gelişemiyor. Ticaret sporu yeniyor, zor oyunu bozuyor.
 
Genç Aksay her şeyi genç yaşlarda yapıyor, hayat hikayesi bunu tanıtlıyor. Erken yapılan evlilik de bunun başka bir örneği. Hayrinisa hanım ile 1952’de evlendiğinde sadece 18 yaşında. Genç Cevat’ın bıyıkları terlememiş henüz. Bu birlikteliğin ürünleri dört tane. Vedia (1954), Semiha (1957), Semra (1959) ve Ali (1967).
 
1954 ile 1956 yılları arasında Genç Aksay’ı askerlikte izliyoruz. Er. Ankara Etimesgut’ta 11. Uçaksavar alayı, 11.bataryada. Alayın ve bölüğün takımlarında meşin topu tepiyor fırsat buldukça.
 
Aksay ara vermeden altmış yıl sürdürüyor ticaret yaşamını. Yaşamının ekseninde hep ticaret oluyor. Halıcılık ve mobilyacılığın yanında sayısız faaliyete de bulaşıyor. Söz gelimi araba ithalatına. Mekanı bu altmış yıl boyunca hiç değişmiyor. Kapalıçarşı’da dükkanı, Keseciler Caddesi, numara 73.
 
Aksay’ın Davutpaşa kulübü bağlantısı Cerrahpaşalı dostları aracılığıyla kuruluyor. Nejat Ayberk yakın arkadaşı. Tuncer Doğanca da, Nail Kır da, belediyeci Nihat Sırdar da, komiser Hakkı Yağız da. 1972 senesinde Ayberk ve çevresinde konuşlanmış profesörler yönetimi büyük savlarla ele aldığında Cevat Aksay’a da görev veriliyor. Denetim kurulu başkanlığı.
 
Aksay 1972-74 arası bu görevi başarıyla yerine getiriyor. Ama Ayberk’in muayenehanesinde düzenli yapılan ve içkinin başköşede yer tuttuğu toplantılarda Müfit Değer’in yokluğu dikkat çekiyor. Başkan Ayberk’in içki içmeyenlerden nedense nefret etmesi, adam yerine koymamasının bunda ne kadar payı vardır bilemeyeceğim ama yönetim kurulu Taksim Gezisi’ne bakan mekanda düzenli içki içip, uzun toplantılar yapıyor. Akşamları da lüks lokantalarda bu saadet zinciri devam ediyor olmalı. Aksay bu konuda pek ayrıntıya girmiyor ne yazık ki. Ama açık olan bu saadet ve neşe ortamının Davutpaşa kulübüne pek sirayet etmemiş olması. Çünkü 1972-3 mevsiminde zar zor kümede kalan kulüp, 1973-4 mevsimi sonunda amatör kümenin tozlu topraklı yolunda buluyor kendini.
 
Aksay amatöre tekme tokat yuvarlandığımız 1974 senesi yazında yönetimi Hakkı Yağız’ın aldığını belirtiyor. Yağız 1974-8 arasında başkanlık ediyor. Aksay ise ikinci başkan bu yıllar boyunca. Aksay’ın başkanlığı ise 1978 yazında. 1981 Ocak ayına kadar kulübü yönetiyor.
 
Aksay üç yıla yakın süren başkanlık dönemini değerlendirirken önce biraz zorlanıyor, sonra şöyle diyor. ‘’Genç takımla iyi bir altyapı oluşturuldu.’’
 
Aksay 1981 Ocak ayında bırakıyor başkanlığı. Yeniden Hakkı Yağız’ı göreve çağırıyor. Tarih Aksay için bir yenilenmeyi imliyor galiba. Soyadı Aksoy’a dönüşüyor ve Davutpaşa kulübü bırakılıyor. Demek ki tamamen ticari faaliyetlere odaklanıyor olmalı.     
 
Aksay’ın Davutpaşa dönemiyle ilgili anıları biraz parçalı bulutlu. Galiba tansiyon yüksekliği belleğine tatsız oyunlar oynuyor. Yetmişlerin sonlarında üçüncü lige terfi maçlarımızdan birinde, Vefa Stadı’nda, penaltılara kalan bir eleme karşılaşması onu çok etkilemiş. Hırslı savunmacı Muhittin Boşat’a penaltı atma denmesine karşın, Boşat’ın altıncı penaltıcı olarak gelmesini, bütün gücü ve imanı ile topa abanmasını hüzünle hatırlıyor. Meşin yuvarlak dağa taşa fırlıyor çünkü. Eleniyoruz böylece kaçan bu penaltıyla.
 
Aksay futboldan başka hiçbir şeyle ilgilenmediğini söylüyor. Koyu Fener’liymiş. Ve hayatının ekseninde disiplin olduğunu vurguluyor. Sosyal yaşamı kuvvetliymiş. Geziler hep gündeminde olmuş. İş için, dinlenme için, gezip tozma için. Ama İstanbul’un kaosundan çok şikayetçi, trafiğin berbatlığından. Bu nedenle araba kullanmıyor.
 
Aksay kulüpten en çok İskender Keleş’i seviyor. Keleş’in varlığının Davutpaşa’ya güzel günler getireceğine inanıyor. Bizim için büyük şans, diyor. 2014 senesi doğruluyor Aksay’ın bu öngörülerini.
 
Son on yıl emeklilikle geçmiş. Ama bugün pişman gözüküyor kepenkleri indirmiş olduğuna. Demek ki yapacaklarını tam yapamamış, tam edememiş. Kader diyelim, kısmet diyelim.  
        
Muhittin Boşat’tan bir terfi ligi anısıyla noktalayayım.
 
‘’ 1978-79 mevsimi, amatördeki maçlarımız bitmiş, terfi ligi başlamıştı. Ceyhanspor düşmüştü bize. İstanbul da 1-1 kalmıştık. Ekim ayında deplasmana bir gidişimiz vardı ki, tam bir komediydi. Gencecik bir takımla çıkıyoruz maça. Daha işe girmemişim o günlerde. Başımızda Rıdvan abi vardı ama yönetici gelmemişti. Cevat abi kulüple ilgilenen Kürt Apo’ya vermişti deplasmanda ihtiyacımız olan parayı. Orada tüccar bir arkadaşım var, parasız kalırsanız bu verdiğim telefon numarasından arayın onu, arkadaşım ihtiyacınızı karşılar, demişti. Ulaşım için de Çayırağası Turizm otobüslerinin birinin en arkasından 15 kişilik yer ayrılmıştı. Neyse geldik Adana’ya sıradan bir lokantada gayet alçakgönüllü bir yemek yedik. Ama daha ilk ilk yemekte paramız bitti. Neyse bulduk Cevat abinin arkadaşını da üç beş kuruş aldık. Ben de uzak deplasman diye babamdan zar zor bir elli lira almıştım. Yani en kötü durumda, geri dönüş parası olarak kullanmayı düşünüyordum bu parayı. Çıktık maça. Adamlar hazırlanmış. İnanılmaz güzel bir çim saha. 3-0 yenildik. Cevat abinin tüccar arkadaşı çok az para vermiş olacak ki, cebimdeki elli lira da harcanmış, on beş saat hiçbir şey yemeden aç yolculuk etmiştik İstanbul’a kadar.
                 
Cevat abinin parası çok kıymetliydi, ama yine de hizmet etmişti kulübe, kendi cebinden yığınla para harcamıştı, hem de karşılıksız harcamıştı bu parayı.’’