ALİ METE


Davutpaşa forması için yetmişli yıllarda kova kova ter dökmüş, dişli savunmacı Ali Mete direncini saha dışına da taşımayı bilmiş, bilinçli futbol emekçilerden. Sesi dik çıkan, omurgası sağlam, vatandaşlık bilinci gelişmiş bir emekçi.
 
Ali Mete Süleymaniye’de dünyaya gelmiş ama onu Fındıkzade çocuğu olarak tanımlayabiliriz. Doğum tarihi 23 Eylül 1957. Efsane Coltrane ile aynı gün doğmuş ama tenor saksofona da, caza da yakın biri değil.
 
Mete Malatya kökenli. Ama hemşoculuğu sevmiyor hiç. Kentlileri için övgüler düzmüyor. Efsane Kemal Sunal’a bile mesafeli duruyor, Turgut Özal dendiğinde ise hanedan kavramı çağrışıyor kafasında. Sadece İsmet İnönü onda sıcak duygular uyandırıyor. 1973 senesinde İnönü öldüğünde babası çok ağlamış çünkü.
 
Aslında ülkemizde halkların kardeşliği kavramını Mete’nin çok dolu ve renkli geçen yaşamından anlamamız olanaklı. Mete Kürt kökenli çünkü. Hem anne, hem de baba tarafı Kürt. Ve Ali Mete, ailesi Makedonya İşlip’den gelip Türkiye’ye yerleşmiş Hasine hanım ile evli yıllardır. Ve ‘dışarıya’ kız vermeyen Rumeli cemaatiyle etle tırnak olmuş bu mutlu birlikteliğin içinde.
 
Ali Mete’nin babası Aziz banka memuruymuş, anne Gazel ise ev hanımı. Beş kardeşlermiş. İki kız, üç erkek. Ali ortanca çocuk olarak gelmiş dünyaya.
 
Öğrenim yılları Uzunyusuf İlkokulu ve Şehremeni Ortaokulunda geçmiş. Ortadan terk etmiş Mete, hayata atılmış erkenden.
 
Mete’nin futbolculuk yılları tamamen Davutpaşa ile sınırlı. İlkin mahalle aralarında oynuyormuş. Yetmiş başlarında, dönemin futbolcu tarlası Çukurbostan’a gelmiş, denenmiş, beğenilmiş. Yaş henüz 14-15. Jünyör takımına alınmış. Dinçer hocası futbolun ana ilkelerini öğretmiş Mete’ye. Ama Sivaslı malzemeci İsmail’e de gereken göndermeyi yapmak boynunun borcu Mete’nin. Çünkü abilik yapmış İsmail ona da, arkadaşlarına da. Hayat mektebinin bilinmesi gereken maddelerini ezberletmiş gencecik fidanlara. Yöneticilerin gözükmediği yerlerde hep İsmail abisi koşmuş yardıma.
 
Ali Mete 1974 senesinde genç takıma gelmiş. Ama yeri gelmişken belirteyim, Mete’yi kulüpte herkes Cımbız Ali adıyla tanıyıp seviyor. Semtinin, Fındıkzade’nin baharatçısı Gürbüz takmış bu lakabı kendisine. Ali Mete çok zayıf olduğu için böyle demiş. Ama hala bu lakapla anılıyor Mete. Takma adı hiç terk etmemiş kendisini. Bir de aynı dönem Gavur Ali vardı, diyor Cımbız Ali. Yani  Ömer Ali İpekoğlu’ndan sözediyor. Ali’ler karışmamış böylece.
 
Cımbız Ali’nin lakabı gibi, bıyıkları da epey ünlü Davutpaşa ailesinde. Cımbız gencecik yaşta bıraktığı bıyıklarını askerlik dönemi dışında hiç kesmemiş çünkü. Hasine hanım öyle diyor.
 
Yetmişlerin ortasında, genç takım Davut Kılıç yönetiminde sıkı çalışır, haftada iki idman yaparmış. Oyuncular arasındaki güçlü arkadaşlık ve dayanışma 1975-76 mevsiminde, Davutpaşa tarihinin en dişli armadalarından birinin yaratılmasında etkili olmuş. İstanbulspor gibi bir dev ekip yenilgiye uğratılmış. Ama ne yazık ki  şampiyonluk  hakem İsmail Hendek’in Fener maçındaki taraflı yönetimiyle uçup gitmiş.
 
Cımbız Ali bu günlerden Demir Önen, Özcan Kır ve Hüseyin Çakıroğlu’nu sevgiyle anıyor. Ama Özcan Kır’ın yeri onun için benzersiz. Uğursuz Fener maçının son dakikasında kolu kırılmasa bir yıldız olurdu, diyor bu yetenekli orta saha oyuncusu için. Türk futbolundan bir yıldız kaydı, Özcan çok büyük topçuydu, diyor. Kır’ın 1976 senesindeki Beykoz maçındaki şahane futbolunu bugün bile unutamıyor. Messi’ydi diyor.
 
Beykoz maçının Mete için büyük önemi var. Paşabahçe Stadı’nda oynadığımız ve 1-0’lık yengimizle biten karşılaşmada Mete, Hüseyin Çakıroğlu’nun soldan kullandığı köşe vuruşunda, ceza sahasının sağ yanından, kaleye nerdeyse 30 metre mesafeden topun gelişine mermi hızında çakıyor ve meşin yuvarlağı ağlara gömüyor. Ve bu gol iki puan getiriyor. Şahane bir anı.
 
İlginç olan, golü hazmedemeyen Beykozluların Cımbız Ali’yi futbol federasyonuna şikayet etmiş olmaları. Gerekçe Cımbız’ın bıyıklarıymış. Yaşı büyük diye itiraz yapılmış. Sahadaki 22 topçunun tek bıyıklı olanı Mete’ymiş çünkü. Ama elbette avuçlarını yalamışlar.  
 
Beykoz maçından başka bir anı da maç sonrasındaki antrenmandan. Bir iki gün sonra olmalı. Golün sevinciyle Mete çalışmaya, kendisine yeni hediye edilmiş yeşil beyazlı bir eşofmanla çıkmış. Alman malı, gıcır gıcır eşofmanı gören General Kılıç öfkelenmiş. Bu ne disiplinsizlik, bu ne başı bozukluk, demiş.  General Kılıç Davutpaşalıların kavuniçi kahverenkli malzemelerine ihanet olarak görmüş bu eşofmanı. Ve hemen çıkarttırmış.
 
Cımbız Ali o yılın tatsız anısını hiç unutamıyor. İsmail Hendek’in taraflı yönetiminde, 1-2 yenildiğimiz ve İstanbul şampiyonluğunu Fener’e kaptırdığımız karşılaşmayı. Belinden sakat olduğu için oynayamayan Mete’nin yaşadığı tatsızlıklar ilkin hastanede başlıyor o gün. Muayenesi için Cerrahpaşa’nın orta yerinde, insanların gözü önünde soyunmasını isteyen hemşire ile papaz oluyor önce, soyunmuyor, muayene olmuyor. Sonra maç sonunda o öfkeyle, soyunma odası koridorunda, başta Cem Pamir olmak üzere Fenerli topçuları bir güzel pataklıyor. Kanarya gazetesine başlık oluyor bu nedenle. 
 
Cımbız Ali savunmanın her yanında oynamış Davutpaşa günlerinde. Sağ ve sol bek, stoper, libero. Kafa toplarında özellikle iyiymiş. Süratliymiş, kemik gibiymiş. Sert oyunu doğal elbette. Kendisi ‘Nana gibi, kız gibi oynamazdım’ diye özetliyor biçemini. Ama sertliği adama değil topaymış. Hiç kırmızı kart görmemiş olması bunun tanıtı zaten.
 
Özcan Kır yakın arkadaşını, Cımbız Ali karakterli oğlandır, kimseyi satmaz, onurlu ve dürüst biridir, diye betimliyor. Para konusunda sağlamdır, sapına kadar harbidir, delikanlıdır, yardımseverdir, diyor.
 
Cımbız Ali’nin unutamadıkları arasında genç takımda oynadığı yıllarda sürekli A takımına çağrılışı da var. Genç takım şampiyonluğa giderken, Bakırköylü Ogan’ın çalıştırdığı ve sürekli tökezleyip duran A takım düşmemeye oynuyormuş. Ogan takviye için sürekli dört genç oyuncudan yararlanmak istiyor; bu da General Kılıç’ı çileden çıkarıyormuş. Cımbız Ali, Gavur Ali, Özcan Kır ve Hüseyin Çakıroğlu bu oyuncular.
          
Mete’nin askerlik yılları 1978-79. Ülkenin Milliyetçi Cephe döneminde iç savaşa sürüklendiği, karışık ve karanlık yıllar. Acemilik Samsun’da sıhhiye olarak geçiyor, usta birliği Ankara Tandoğan’da. İstihkam eri. Ama top oynama olanağı bulamıyor bu günlerde.
 
Mete’nin dünya evine girişi 1988. Hasine  hanım ile. Kızları Tuğçe 1989 yılında merhaba diyor dünyamıza. Sakarya Üniversitesi mezunu. Otomativ sektöründe çalışıyor. Mete’lerin gözbebeği.  
 
Ali Mete’nin erken atıldığı iş hayatı kahvecilikle geçiyor. 1976-2004 arası. Fındıkzade, Sırrıpaşa sokaktaki Sırrıpaşa kahvesi bu. Ailece işletilmiş. Cımbız Ali emeklilik sonrası ise kahveyle ilgilenmemiş. Çok yorucu buluyor bu işi, çok bıktırıcı, çok yıldırıcı. İnsanlarla sabahın köründen, gecenin yarısına kadar uğraşmak zor zanaat çünkü.  
 
Cımbız Ali evlenene kadar yoğun bir gece hayatım vardı diyor. Sonra durmuş. Aynen Özcan Kır gibi.  Sigara içiyor. Günde on tane tüttürüyor. Büyük keyfi bu. Ama alkol alışkanlığı yok neyse ki. Yemekleri ayırmıyor. Ama Özcan Kır’ın annesinin bir zamanlar yaptığı ıspanakların lezzeti hala damağında. Sevgiyle anımsıyor bunu. Ama Cımbız’ın eli yemeğe yatkın. Sadece yemekle yetinmiyor. Kır onun usta bir çiğ köfte aşçısı olduğunu söylüyor.
 
Mete sosyal demokrat, sol görüşlü olduğunu söylüyor. Ama dinine de bağlı olduğunu ekliyor, Cumaları kaçırmıyormuş. Bu arada özgün müziği seviyor. Livaneli’yi, Ahmet Kaya’yı filan.
 
Ali Mete Davutpaşa camiasında en çok Demir Önen, Özcan Kır, Hüseyin Çakıroğlu ve Ataman Şenyer’e yakınlık duyuyor. Koyu da Fenerliymiş. Öyle diyor. Yaşamından bir ayrıntı da bu.