NECATİ BALABAN
Davutpaşa1926 ve Tekirdağspor tarihlerinin en iyi solaçıklardan biri olan Necati Balaban 21 Aralık 1945 yılında İstanbul’da doğdu.Fındıkzade çocuğuydu. Kızılelma Caddesi’nde otururdu ailesi.
2011’de aramızdan ayrılan Nadile Anne ev hanımı, 1971’de erkenden gezegenimize elveda diyen Kenan Baba dökmeciydi. Dört kardeştiler. Güler 1944, Necati 1945, 2010’da çok genç kaybettiğimiz Leyla 1947, Necla 1950 doğumluydular.
Nadile Anne Trabzon, Kenan Baba İstanbul Gerede kökenliydi. Beş kuşaktır Kızılelma’da yaşamıştı Balaban’lar. Cadde üstünde bir köşktü oturdukları ev, 1897’deki Fatih Yangını’nı geçirmişti.
Küçük Necati’nin çocukluk yılları Kızılelma’nın topraklı, taşlı, kumlu, çamurlu sokağında geçti. Menderes’in burayı asfaltlaması için biraz zaman geçecekti. Kızılelma henüz işlek ve sayısız ambulans gürültüsüyle inleyen bir cadde olmamıştı henüz.
Şirin bir çocuktu Balaban, açık renk saçları, güzel yüzü ve şeftali yanaklarıyla. Ailesi onu fırına gönderdiğinde bazen Bediz Baysal ve Eşref Yetiş ile karşılaşırdı; annesinin fırıncı amcaya gönderdiği pide ya da keklerin ya da başka enfes şeylerin pişmesini beklerken. Hatta konuşurdu ayaküstü yaşıtları olan bu minik topçularla. Balaban henüz Marshall Planı, emperyalizm, sömürü ya da Vatan Cephesi gibi kavramlarla tanışmamıştı.
Necati Balaban ilköğrenimini Hekimoğlu Alipaşa İlkokulu, orta öğrenimini Davutpaşa Lisesi ve Pertevniyal Lisesi’nde yaptı. Çok başarılı bir öğrenciydi. Daha sonra İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni kazandı. İki senesi burada geçti (1962-64). Ama gönlü resim aşkıyla doluydu. Bu nedenle rotasını kaydırdı ve Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’ne dönüşen, Beşiktaş’taki Tatbiki Yüksek Sanatlar Yüksek Okulu’na girdi. Sene 1967’ydi. Oldukça parlak seneler geçirdi burada ve 1971 yılında grafik bölümünden mezun oldu.
Necati Balaban’ın futbol yaşantısı okul takımlarında başlamıştı. Altmışlı yılların hemen başında,İstanbulspor genç takımında meşin yuvarlakla buluştu, lisansı sarı siyahlı armadada çıktı.
Balaban 1964/65 mevsiminde, İstanbul mahalli kümede yer alan Davutpaşa’ya geldi. Müfit Değer’in yarattığı diri ve zinde takımın da, Ali Mortaş’ın kılavuzluğunda, 1965/66 mevsiminde ikinci lige çıkan kadronun da acar topçularından biri oldu.
Balaban altı yıl top koşturdu Davutpaşa formasıyla. Ve Müsellim Kesse’nin sinirli ve hırçın yönetiminde, 1968/69 mevsiminde gol atmayı bir türlü başaramayan ve mahalli ligin yolunu yeniden tutan kavuniçi kahverenklikulübünü 1969 yazında terk etti. Yeni takımı Trakya’nın dişli ekibiTekirdağspor’du.
Yetenekli solaçığın attığı çalımlar, yaptığı ortalar, bu ortalardan attırdığı goller, filelerle kucaklaştırdığı vuruşlar uzun yıllar anıldı Tekirdağ’da. Küçük Necatidiye bilindi. Çünkü Balaban Trakya ekibine geldiğinde forvette oynayan daha deneyimli bir Necati daha vardı.
Balaban futbolcu arkadaşlarına futbol dışında da zaman zaman hayat dersleri verdi. Konuştuğunda lafı dinlenir, öğütleri tutulurdu. Davutpaşa ve Karagümrük’ün sert ve haşin savunmacısıZihni Aydın, Onu sevmeyenin aklından şüphelenirim, demişti.
Davutpaşa’nıntartışmasız tek ve biricik paşası Davut Kılıç ise, Sürekli bir şeyler çizerdi kağıtlara, eli hiç boş durmazdı, çizmediğinde de fotoğraf çekerdi. Çok kızdığında söylediği en ağır küfür ‘’dingil’’ olurdu, demişti.
Üç yıl Tekirdağspor’da futbol oynayan Balaban’ın efendikişiliği nedeniyle bütün futbolcular ve Tekirdağspor kamuoyu kendisini özel bir ilgiyle sahiplenmişti. Tekirdağspor formasındaki logoyu çizen de oydu zaten, aynen Davutpaşa’nın özgün logosunu çizmiş olduğu gibi.
Balaban Tekirdağ dönüşü yeniden aramıza katıldı. 1972/73 mevsimiydi. Bu onun futbolla kucaklaştığı son sene oldu. Ama Davutpaşa ailesiyle bu birliktelik seksenlere kadar devam edecekti. Belki Balaban profesyonel futbolu bırakmıştı ama Perşembe maçlarına sık sık geldi ve Çukurbostan’daki heyecanlı karşılaşmaların kahramanlarından biri oldu. Kulüp yönetiminde de, yoğun işlerinden başını kaldırıp kaşıyabildikçe, etkin olmaya çalıştı, düşüncelerini paylaştı yönetim kurullarıyla.
Balaban’ın askerlik yılları futbolu bıraktıktan sonra Çorlu’da geçti (1973-75). Disiplinli ve düzgün bir yaşamı bir aile hayatıyla pekiştireceğini bildiği için de 1979 yılında dünya evine girdi. Aynı ajansta çalıştığı grafikerYeşim Uçman ile hayatını birleştirdiğinde takvimler 18 Eylül 1979 gününü gösteriyordu.
Ertuğrul Gemisi’nin 1890’da Japonya’da batıp 540 denizcinin sulara karıştığı, ya da rock gitarcılarının en büyüğü, en irisi JimiHendrix’in 1970’de aşırı uyuşturucudan daha iyi bir gezegene göçtüğü gün böylece Balaban/Uçman çiftinin birleşmesiyle biraz aydınlanmıştı sanki.
Necati Balaban’ın 1975’den 1988’e kadar uzanan iş hayatında grafikerlik yeteneklerini reklamcılık dünyası için kullandığına tanık oluyoruz. Bu uğraşı iki ayrı firmada sürdürüyor Balaban. İlki nerdeyse meslek yaşantısının tamamına yakın bir sürenin geçtiği Fulmar (1975-87), öteki ise Ekol (1987-88). Ama bu yıllar içinde gerçekleştirdiği bir eylem var ki bu Türk grafikerleri için devasa bir önem taşıyor. Necati Balaban 1977 senesinde ilk kez tüm grafik sanatçılarını bünyesinde toplayan ve güçlü bir meslek kuruluşunun oluşmasında öncü kimliği taşıyan Grafikerler Meslek Kuruluşu’nun kurucularından biri çünkü.
Necati & Yeşim çiftinin dokuz yıllık beraberliklerinin taze meyveleri Uçman (1980) ve İpek (1987) oldu. Uçman günümüzün başarılı bir video animasyoncusu, İpek ise sanatçı menecerliği yapıyor.
Güler Balaban onu ‘çok yumuşak ve yardımsever’ biri olarak tanımlıyor. Üniversitede üç çocuk okuttuğunu söylüyor. Ama bu arada Yeşim Uçman’ın da hakkını teslim ediyor. Genç yaşta Balaban’ı yitirdiklerinde Yeşim’in iki çocuğu çok iyi sahiplendiğini, büyüttüğünü, yetiştirdiğini, dahası Nadile Ana’ya da gözü gibi baktığının altını çiziyor. Yeşim Balaban da gülümseyerek doğruluyor bunu. Ben Necati’den çok Nadile Anne ile evli kaldım, diyor.
Güler Balaban’ın bir anısı da çanak oyunuyla ilgili. Çok küçük, miniminicik paralarla oynadığı çanak oyunları için Necati Balaban ona sık sık şunu dermiş. ‘’Abla parasız kalırsan sakın Bahri Enişteye bir şey deme, çok kızar. Benden iste!’’
Necla Balaban ise insancıllığını vurgulayan şu anıyı dillendiriyor. ‘’Necati araba kullanmazdı, işine taksiyle gidip gelirdi. Özel şöförü alırdı her sabah. Öldüğünde araba yine geldi, adamın haberi yoktu elbette olan bitenden. Kaybımızı söylediğimde başladı ağlamaya.’’ Devam ediyor sonra. ‘’Necati abim küçüklükten beri okur ve kitap biriktirirdi. Televizyon meraklısı değildi ama Cumhuriyet ve Hürriyet gazetelerini okuduğunu anımsıyorum. Sinema sanatına da düşkündü. Daha çok yabancı filmler izlerdi. Arkadaşları bıyık bıraktığında kendisini Charles Bronson’a benzetmişlerdi!
Abim hep çalışırdı, tatil nedir bilmezdi. Bu nedenle yazlıkçılıkla filan alakası yoktu. Sadece arada sırada yakınlarının Datça ya da Yalova’daki yazlıklarına gelip kısa süreler kalırdı. Denizi sevmezdi, sudan korkardı. Araba kullanmazdı, ehliyet bile almamıştı.
Necati abimin el becerileri fazlaydı ama mutfakta asla iş yapmazdı. Bunda üç kızkardeşe sahip olmasının neden olduğunu sanıyorum. Arada lütfen salata hazırlardı. Ayırıcı özelliklerinden biri de tatlılara olan aşırı düşkünlüğüydü. Favorileri Şam tatlısı, baklava ve tulumbaydı. Ama az yemek yerdi.
Eşim Atilla Yalçın askerdeyken Bakırköy’deki evimizde yetmişli yıllarda başbaşa bir buçuk sene geçirmiştik. Çok yakındık birbirimize, çok düşkündük.’’
Dev kaleci Bediz Baysal da Balaban’ın yardımseverliğini vurguluyor kız kardeşler gibi. Tekirdağ’da birlikte oynadıkları iki sene boyunca Necati’nin ayakkabılarını hep kaldıkları lojmanda kendi boyamasına karşın, zavallı çingene boyacı çocukları çevresini sardıklarında yeniden boyatmaya razı olduğunu söylüyor.
1987-93 yıllarında Davutpaşa 1926’nın başkanlığını yapan ve Güler Balaban’la hayatını birleştiren Bahri Aybastı’nın kızı Dilek Aybastı başka bir yönünün altını çiziyor. ‘’Necati Dayım öncü ve ilerici biriydi. Toplumun önünde yürürdü. Ben en güzel kalemleri, bilgisayarları, teknolojik araçları hep onun sayesinde tanıdım. İlk bilgisayarı aldığında sene 1983’tü. Çalışma odasında gördüğüm kalemler akıl alır gibi değildi. Bir de Asterisk sevgisinden söz edeyim. Osmanbey’de bir dükkandan alırdı bu dergileri. Hepimize Asterisk aşkı aşılamıştı.’’
Eşi Yeşim Balaban’ın dediklerine kulak verelim şimdi.’’ Necati çok çalışkandı. Çok titiz çalışırdı. Elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışırdı, bu nedenle kılı kırk yarardı. İntizamlıydı. Adidas tutkusunu hatırlıyorum. Futbol malzemelerini de en iyisinden seçer, dışardan getirtirdi. Giyim kuşamına çok özen gösterirdi. Fred Perry tişörtlerine tutkuyla bağlıydı. Bir eğitimbilimciydi aslında. İnsanlarla hiç kırmadan konuşur, yol gösterirdi. En yakın arkadaşları Fulmar’dangrafiker arkadaşı Reha Erkal, Ekol’u kuran Bülent Güray ve İlhan Bilge’ydi.
Necati okul sonrası resim filan yapmadı. Ama fotoğraf sanatına büyük ilgi duydu. Ve bu ilgi hiç eksilmedi. Fotoğraf makinasını yanından asla ayırmazdı. Küçüklükten bu yana hep böyle olduğunu söylerdi. Kalemler ve fotoğraf makinası hayatında en çok önem verdiği nesnelerdi. Fotoğrafçılık üstüne kitapları okur ve yenilikleri takip ederdi.
Necati bir reklam işini aldığında çalıştığı firmayı iyice araştırır, çizdiği amblem ve logoların bu kuruluşu gerektiği biçimde ifade etmesine çabalardı. Bilgisayarlarla haşır neşir olmasına karşın hep eski usul çalışırdı. Yani kara kalemle kağıt üstüne.
Necati genelde geceleri çalışırdı. Odasına kapanır, saatlerce uğraşırdı. Sporculuk zamanında cigara içmezmiş ama askerde alıştığını söylemişti. Günde bir paket Marlboro içerdi. Hasta Fenerbahçeliydi. Dayısı Zihni Yılmaz ile tatlı tatlı atışırlardı. Zihni Dayı Cimbomluydu. Fener yenildiğinde tabut yaptırıp getirirdi Necati’ye.’’
Şimdi otuz beş yaşını doldurmuş olan yetenekli oğul Uçman ise babasını pek iyi hatırlamıyor çünkü Necati Balaban gözlerini kapadığında henüz sekiz yaşında bir çocukmuş. Onda kalan anılar ise renk renk, şekil şekil kalemler daha çok. Bir de kendisine getirdiği özgün oyuncaklar.
Esekapı kedilerinin Necati Balaban abilerinin sanatıyla ilgili tek üzüntüleri şu anda lokalimizin yönetim odasında, duvarları süsleyen ilginç çizimlerinin okul yıllarıyla sınırlı kalması ve bu tür gravürleri ve yapıtların yerine sevgili abilerinin sanatını reklamcıların hizmetine sunmuş olması. Kader diyelim geçelim!
Balaban’ın elini attığı her işte başarılı olduğu gibi, reklamcılık işlerinde de çok başarılı olduğunu söylemek gerekiyor. Söz gelimi isimsiz bir Müjde Ar’ı yetmişlerin ikinci yarısında patlatan, bir anda ulusal kahraman haline dönüştüren Fuar Kolonyası reklamı ya da Persil için yaptığı tanıtımlar meslek yaşantısında önemli yer tutuyor.
Bundan sonraki satırların bazıları, Balaban ile mahalle arkadaşı olan ve küçüklükte kendisiyle aynı fırında, hatta zaman buldukça Fındıkzade bahçe ve bostanlarında bayağı zaman geçiren Bediz Baysal’dan.
‘’Okul bitirme tezini Tekirdağspor’da oynadığı yıllarda veren Necati İspanyolların ünlü solaçığı Gento’yaçok benzerdi. Bu ilginç benzerlik nedeniyle spor kamuoyunda Gento Necati de derlerdi kendisine.
Sol ayağını çok iyi kullanır, rakiplerini sağa yatırıp soldan geçer, çok iyi ortalar yapar, arkadaşlarına çok sayıda golün pasını verirdi.Fırsat buldu mu ceza sahası dışındanya da içinden attığı sert şutlar ile unutulmaz gollere imzasını basardı.
Saha içinde takım arkadaşlarına moral verir, hata yapanlara, gol kaçıranlara ağabeylik yapar, onlara maçın devamında gol atacağını, başarılı olacağını anlatırdı. Rakiplerine bir dostmuş gibi yaklaşır, hırslı futbolunun maçın tamamına yansıtır, ama asla ve asla haksızlığa tahammül edemezdi.
Saha içindeki hırsı, güzel futbol dayanışması saha dışında da devam ederdi. Saha dışında her konuda sporcuların danışmanı konumundaydı.
Bütün sporculara her konuda yardımcı olur, morali bozuk arkadaşlarının durumunu hemen anlar, duruma el koyup, moral verirdi. Arkadaşlarının mutluluğu onun mutluluğuydu.
Yaşadığı ortamın her zaman düzgün, temiz, bakımlı olması için titizlik gösterirdi. Arkadaşlarıyla paylaştığı lojmanın boya badana ve temizlik sorunlarında sporcu arkadaşları ile birlikte çalışır, eline fırçayı, tineri alıp bizzat kendisi boyacılık yapardı.
Deplasmanlarda, kamplarda yüzlerce fotoğraf çekerek o günleri ölümsüzleştirir, arkadaşlarına anılarını yaşamaları için yardımcı olurdu.
Evli ve iki çocuk babasıydı Necati Balaban, eşini ve çocuklarını çok severdi. Onların mutlulukları için elinden gelen gayreti gösterirdi. Sporcu arkadaşlarını evlilik konusunda cesaretlendirir, evlenmeye yönlendirirdi.’’
5 Kasım 1988 günü hiç beklenmedik bir kalp kriziyle yaşama elveda etti Necati Balaban. Ayıları avladım, onların kanını içtim, diye haykıran sonra gencecik yaşta, sanki ilahi bir adaletin itkisiyle, kelimelere indirgenemeyecek acılar içinde dünya değiştiren Ufuk Güldemir’in ardından suskun kalan ve sadece anlaşılmaz sözcükler mırıldanan cami avlusunu doldurmuş cemaat bu kez Balaban için sadece ve sadece ve sadece iyi ve masum ve cici sözcükler fısıldadı.