ENVER TUNA
1952 yılında, Makedonya’nın Manastır kentinde dünyaya gelmişim, doğum günüm belli değil.
1956 yılında Türkiye’ye geldik ailemle. Babam yaşça benden büyük ablamların Sırplarla evlenmesinden çekiniyordu çünkü. Komünist bir rejim hüküm sürüyordu Yugoslavya’da, iktidar baskı yapabiliyordu kolayca. Yapıyordu da, hem de dayanılmaz biçimde. Bu nedenle 1956 yılında bir trene atladık, İstanbul’a attık kapağı. Cerrahpaşa hastanesinin arka tarafındaki Esekapı semtine geldik böylece.
Çocukluğum güzel geçti. Arsa çoktu, top oynuyorduk. İşimiz sokakta top oynamaktı. Daha sonra okul hayatımız başladı. Kocamustafapaşa İlkokulu’na gittim. Sonra Davutpaşa Ortaokulu ve Pertevniyal Lisesi’ni bitirdim.
Üniversite sınavlarında, İktisat fakültesini kazanmıştım, gece bölümüne devam ettim. Fakat okulda anarşik olayların fazlalığı yüksek öğrenim hayatından alıkoydu beni. Bir anlamda ön kapısından girdim okulun, arka kapısından çıktım.
Babam iki kez evlenmişti. İlk evlilikten bir ablam olmak üzere altı kardeşim daha var. Biri vefat etmişti.
Futbol kendimi bildim bileli yaptığım bir şey. İlkokuldan beri oynuyorum. Hakikaten küçükken çok güzel oynuyordum. Kamil Bonbon adlı arkadaşımla birlikte Kocamustafapaşa İlkokulu’nun bahçesinde özel seyircilerimiz oluşmuştu. Öğretmenler bile gelip bizi seyrederdi. Gerçi sonra sınıfa kan ter içinde girdiğimizde, öğretmenimiz bizi paylardı ama severdi beni.
Mahalle takımları kurup maç yapardık aramızda. Halkalı’ya giderdik devamlı, orada sahalar bedavaydı çünkü. Bayağı transfer teklifi almıştım daha küçük yaşlarda.
Bir gün Alipaşalı arkadaşlarım beni Davutpaşa’ya getirdiler. 1968 yılıydı. Çukurbostan’a geldim denenmek için. Davutpaşa’nın jünyör takımı da mevcuttu bu yıllarda. Az görülen bir şeydi bu yurdumuzda. Sahaya geldiğimde, hiç unutmuyorum, mavi bir şort giymiştim üzerime. İki tane topa vurdum, başka bir şey yapmadım. Antrenörümüz Rıdvan Şumlulu, Tamam, hemen geliyorsun, dedi. Onu sakın bir yere bırakmayın, dedi, yanındakilere.
Gerçekten de önemli biriydi Rıdvan abi, bütün arkadaşlarımın, bir yere gelmesinde, çok büyük emek harcamıştı. Çok güzel bir insandı, belki antrenörlük bilgisi biraz kısıtlıydı ama insanları çok severdi, futboldan da iyi anlardı. Gençleri de önemserdi, hemen takıma koyardı.
Ben jünyörlerde oynamaya başladım ve kısa zamanda kaptanlığa yükseldim. Genç takıma geçtim hemen. Daha ilk maçta forma şansı buldum, ikinci devrede. İlk maçım Beylerbeyi karşısındaydı. Penaltı kazandık, Rıdvan abi bana attırdı. Başarılı olmuştum, takım da 2-1 galip gelmişti.
O günkü genç takımlar çok güçlüydü, şimdikilerle kıyas filan edilemezdi. Karşımızda dev gibi adamlarla mücadele ederdik. İkinci maçta Kasımpaşa ile oynadık. Benim hayatımda ilkler ve ikinciler büyük rol oynamıştır, çok önemlidir. Maçı bir kadın hakem yönetiyordu, Drahşan Arda’ydı adı. 1968/69 mevsimiydi. Bu maçta penaltı kaçırdım, berabere kaldık bu kez.
Takım arkadaşlarım Behçet, Yavuz, Tahir, Cumhur, Muharrem, Abdül, Yılmaz, Ali, Ahmet filandı. Kuvvetli bir takımdık. Ama ben ayrıldıktan sonra kurulan genç takım daha da güçlüydü, cidden çok iyiydi. Ama şampiyonluk alamadık yine de. Fizikleriyle bizi ezen takımlar karşısında finalde kaybettik. İstanbulspor’a mesela. Boy ortalaması 1.80-1.90 filan, dev gibi adamlardı İstanbulsporlular.
Genç takım maceramın sonunda beni profesyonelliğe davet ettiler. O sırada İstanbulspor istedi beni. Bırakmadılar. Ben de profesyonel olmamayı, amatör kalmayı seçtim. Yanlış yaptım. Çünkü bizim çok bilmiş abilerimiz, Yahu profesyonel olup da ne yapacaksın, deyip yanlış yöne sürüklediler beni.
Amatör kümeden Altınok takımı da bana iki bin beş yüz lira verdi. Ben de bu tutar karşılığı Altınok’a imza attım. Ama bu kez de yer yerinden oynadı. Davutpaşalı abilerimiz kıyameti kopardı. Bu abilerim benim takımdan ayrılmamı istemiyorlardı. Babam rahmetli olmuştu. Abiler eve gelip annemi ve kardeşlerimi tehdit ediyorlardı. Ayağını kırarız onun, Davutpaşa’ya dönecek, diyorlardı. Rıdvan abi de, başkan Müfit Değer de, öteki abiler de. Ama bu aşamada benim Davutpaşa’ya dönmem için profesyonel olmam gerekiyordu. Müfit abi, Gel, dedi, ben parasını veririm onların. Sana da bir şeyler veririz, bizde oynamaya devam et. Ben de geldim, profesyonel oldum. Müfit abi, 2.500 lira Altınok’a, 2.500 lira da bana verdi. Sene 1970.
A takıma geldim. Ama iki takımda da oynayan bir topçuydum. Muharrem Önen de benim gibiydi. A ve genç takımlar arasında gidip geliyorduk. A takımı mahalli ligdeydi o yıl. Süleymaniye, Yeşildirek, Eyüp, Hasköy filan rakiplerimizdi. Ama ben profesyonelliğe geçtikten sonra üçüncü küme yeniden kuruldu ve biz de o ligde yerimizi aldık öteki eski İstanbul takımlarıyla birlikte.
İlk iki maç benim hayatımda önemli diyorum ya; burada da bir örneği var. İlk maçta Yeşildirek ile oynuyoruz, ben yedeğim. Rıdvan abi beni ikinci yarıda sahaya sürdü. Yine bir penaltı oldu, topu kaleye sokmayı başardım. İki gol attım o maçta. Böylece devam etti, bir daha Davutpaşa formasını sırtımdan çıkarmadım. Rıdvan abi gerçekten de bana çok değer veriyordu, çok seviyordu.
Söylemekte sakınca görmüyorum; ben bazen Samatya’da batakhane benzeri yerlerde arkadaşlarımla içki de içerdim. Rıdvan abi bazen gelip beni dövmeye kalkardı, çok kızardı. Sen buralara layık değilsin, neden buralarda içki içiyorsun, derdi. İçecekseniz, gidin nezih yerlere, güzel yerlere, Davutpaşalılara yakışan yerlere gidin, derdi.
On sekiz yaşında fabrikaya gidiyordum, ablam da cam fabrikasında çalışıyordu. Davutpaşa’da haftanın üç günü idmana çıkıyordum. Akşam da üniversiteye gidiyordum. Böyle bir yoğunluk içindeydim. Ama severek yapıyordum hepsini. Her şeye zaman buluyordum.
Ben kız arkadaşımla Davut abinin kahvesinin önünden geçemezdim. Davut abi görür de bir şey der diye. Kahveye giremezdik bile. Üniversiteye girdikten sonra başladık kahveye girmeye. Üniversitedeyken de, zaten bir kahve içer; sonra derhal eve giderdim, derslerimi çalışmaya.
Davutpaşa A takımında iki sene oynadım. İlk sene, sezon bitiminde ortalarda yer almıştık. Düşme yoktu o mevsim. İddaasız maçlar oynamıştık yıl boyunca. Sene sonunda, Ceyhanspor’lular teklif yaptılar bana. Ahmet Karlıklı’ydı hocaları. Beni ve Arap Ali’yi Karagümrük’e çağırdı. Ne istediğimizi sordu bize. Ben elli bin lira istedim. Arap Ali ise yetmiş beş bin. O halde sizi görmem lazım, dedi Ahmet Karlıklı. Biz de Zuhurat Baba’daki maçımıza davet ettik kendisini. O gün benim karşımda Fenerbahçeli Cemil oynuyordu. Ben Cemil’e adım attırmadım. Arap Ali de şahane top oynadı. O gün oraya Cemil’i seyretmeye gelenler Arap Ali’yi seyrettiler. Maç bitince, bir baktım, Ahmet Karlıklı bir araba tutmuş, Ali ile beni hamama götürdü. Hamamda yıkandık, sonra bir kahveye çöktük. Bu kez ben konuştum ilkin. Elli olmaz, yetmiş beş isterim, dedim. Tamam, dedi Karlıklı. Ertesi gün geldik, Davut abinin kıraathanesine, Karakaş’a. Rahmetli babası çok sevinmişti transferimize. Çünkü biz yoksulduk çok, gariptik. Yokluktan yetişmiştik, her şeyin kıymetini bilenlerdendik. Ahmet abi de geldi. Yetmiş beş bin büyük paraydı. Tam da denk gelmişti aslında. Evden çıkarmışlardı çünkü bizi. Başka bir yere taşınıyorduk. Zor durumdaydık ailece.
Ama Müfit abi bu transfere karşı çıktı. Yine eve gelmeye başladı. Annem korkuyordu. Müfit abi, Oğlun üniversite okuyor, Ceyhan’a gitmemeli, okulu daha önemli, diye itiraz ediyordu. Bırakmam, diye tutturmuştu. Ben yalvarıyordum, Ben bedava profesyonel olmuşum, bırakın beni, diye. Ama bırakmadı Müfit abi, bana beş bin lira daha verdi sadece. Kaldık yani. Ama Arap Ali’yi bıraktı çünkü daha yaşlı bir topçuydu o.
Ben bir sene daha Davutpaşa’da oynadım. 1971/72 sezonuydu. Engin Verel ile birlikte oynuyorduk. Düzce’de bizi duşa sokup, transfer teklifi yaptılar. İkimizi de Düzce’ye transfer etmek istiyorlardı. Hakkı Yağız araya girdi, İstanbul’da konuşuruz bunları, dedi. Aldı bizi ellerinden.
Bu arada Zuhurat Baba’da Suat Mamat seyretmiş beni, Balıkesirspor’un antrenörüydü. Çağırdı Balıkesir’e. 1972 yazında gerçekleşti transferim. İdareciler geldi, Çukurbostan’da pazarlık yapıldı, anlaşıldı. Davutpaşalı yöneticiler benden otuz bin istediler. Başkan Nejat Ayberk geldi yanıma. Ben gitmek zorundayım, dedim. Davutpaşa’da kalırsam ne uzarım, ne kısalırım; oysa Balıkesir şampiyonluğa oynuyor ikinci kümede, dedim. Ayberk sinirlendi, Parayı getirirsin, ancak öyle gidersin diye üsteledi. Otuz bin lira büyük paraydı. Kulüple birlikte 75 bin lira veriyorlardı. Beş bin lira da vergi için gidecekti. Bana ancak kırk bin lira kalıyordu. Tamam, dedim yine de. Çünkü gitmesem, kaybolacaktım İstanbul’da. Hiç şansım yoktu. Ama Hakkı abi çok severdi beni. Nejat Ayberk ile konuşurken hep camdan dışarı baktığını hatırlıyorum. Gözlerinin dolduğunu da. Kulüp o mevsim benden aldığı 30 bin lira ile tam on tane oyuncu transfer etmişti.
Unutamadığım anılardan birisi Tirespor’a attığım şahane gol. Tire’ye gitmiştik; iddaalı değildik. Maça santrayla başlamıştık. Baktım kaleci Nevzat nazlı nazlı eldivenlerini giyiyor. Hemen santra yuvarlığından çaktım topa, meşin yuvarlak Nevzat’ın şaşkın bakışları arasında ağlarla kucaklaştı. Ama Muharrem son saniyede tuhaf bir gol yedi, berabere kaldık o maçta. Top son saniyede tıngır mıngır kalenin üst direğinde dolaştı, sonra içeri düştü.
Davutpaşa’da doktorların geldiği dönemi gururla hatırlıyorum. 1971/72 mevsiminin ikinci devresiydi. Takım çok iyi toparlanmıştı, çok iyi bir düzeye çıkmıştık. Sürekli kamplara girer, tertemiz malzemelerimizle mücadele ederdik. Örnek bir takım görünümündeydik.
Davutpaşa’da arkadaşlık bağları çok güçlüydü. Herkes kardeş gibiydi. Yoksulla zengin kucaklaşırdı. Müfit abinin oğlu Cumhur aramızda top oynardı ama asla varlıklı biri olduğunu hissettirmezdi, bizlerden biriydi o da. Bizi çok severdi; alırdı, evine götürürdü. Annesi bize yemek yapar, çok iyi davranırdı.
Balıkesir’deyken de gelir izlerdim takımı, bayağı iyi top oynardı bizimkiler. Davutpaşa’yla gururlanırdım. Örneğin Eyüp’teki maçta şiir gibi oynamıştık. Ersin, Engin filan.
1972 yazında bavullarımı topladım, Balıkesir’in yolunu tuttum. Balıkesir’de üç sene oynadım. Üçüncü sene şampiyon olup, birinci kümeye yükseldik. O sene Aydın’a attığım gol, haftalarca televizyonda gösterilmiş, ayın en güzel gollerinden biri seçilmişti. Böylece büyük sükse yapmış, tanınmıştım. Şampiyonluk maçı için Aydın’a gitmiştik. Özer birinci yarı sonuna doğru bir gol attı, öne geçtik. Hemen ardından santra yakınlarında bir frikik kazandık. Sezer atacaktı, vazgeçti. Bana kaldı vurmak. Geldim ve abandım topa. Mermi gibi gitti, filelere yapıştı. Kırk beş, elli metreden vurmuştum. İç demire çarptı top, dışarı çıktı. Kaleci kurnazlığa yatıp, Oyna oyna diyordu. Ne oynası ulan, hadi yürü, dedim santraya koştum.
Hayatımın dönüm noktalarından biri Galatasaray’a gelemememdi. Balıkesir’de oynadığım sürelerde, fırsat bulup da İstanbul’a geldiğimde Davutpaşa ile idmana çıkardım. Mustafa Yürür antrenördü, beğenirdi beni. Taş gibisin maşallah derdi. Davutpaşa sonrası çok kuvvetlenmiştim, iyi besleniyor, kendime çok iyi bakıyordum. İdmanlarda iyi çalışıyordum. Davutpaşalı futbolcular gözüme sinek gibi gözüküyordu. Bastığımda çoğu kaçardı önümden. Galatasaray’da Metin Oktay transfer komitesinin başındaydı. Mustafa Yürür onunla konuşmuş benim için. Bana, Enver git Balıkesir’den bonservisini al, biz istersek çok para talep ederler dedi. İki senem bitmişti o sırada. Ben Balıkesir’e gittim ama bana öyle bir teklif sundular ki reddedemedim. Elli bin lira verdiler bir sene için, otuz binlik bir senet koydular cebime. On bin peşin, on bin de mukavele sonrası ödenecekti. Hayır diyemedim, çok cazip bir teklifti çünkü. Hatta Reşit’i de götürmüştüm oraya Davutpaşa’dan. Şu anda Tolunay Kafkas’ın şöförlüğünü yapıyor, federasyonda görevli. Ailece yaşadığımız ekonomik zorluklar da beni Galatasaray transferinde çıkmaza sokmuştu. Evden atılmıştık çünkü, paraya ihtiyacımız vardı, hem de kısa sürede ihtiyacımız vardı, bir an önce düze çıkmak istiyorduk ailece.
Balıkesir’de herkes ile aram iyiydi. Belediye başkanlığı da yapan Ziya Tan senetlerimi vaktinden çok önce bile öder, bana kolaylıklar sağlardı. O yıl sonunda Belçika’daki abim üç daire almıştı, ikisi kendine, biri de bana. Böylece ev sahibi olduk. Ev sahibi olduk olmasına da, kısmetimiz de burada kesildi. Yığınla şanssızlık yaşadım sonrasında.
Sene sonunda transfer konuşmaları yapılırdı, anlaşmalar da iki yıllık imzalanırdı. Bir sene de uzatılabilirdi. Şampiyon olduğumuz mevsim bitiminde bana 20 bin lira teklif edildi. Oysa biz şampiyon yapmışız takımı, olur mu! Arkadaşlarla da konuştuk, kabul etmedik bu teklifi. Lokalde biraz da kızgınlık ve kırgınlık içinde ağzımdan laflar dökülmüş. Yanlış tabii. Biz bu takımı çıkardığımız gibi, düşürürüz demişim! Ama küskünlükle söylenmiş sözlerdi bunlar. Kulüp müdürü duymuş bunu, idare heyetine yetiştirmiş. Benim de biletim kesildi haliyle. Balıkesir’den ayrılışım böyle.
Ama idareciler yüzde yüz haksız bu durumda. Yerime biri alındığında en az yüz bin ödenecek, rayici bu çünkü. İş mi bu? Şimdi düşündüğümde, bir yıl daha oynamalı, kendimi birinci ligde de göstermeliydim diye düşünüyorum. Bunu bedava olarak bile yapmaya değerdi çünkü.
Tekirdağspor’a transfer oldum bu kez, antrenör Selahattin Torkal götürmüştü. Ama bir yıl yetti bu kentte. Çok içiyorlardı. Ben ayyaş olacağım diye korktum ve ayrıldım birinci yılın sonunda.
Davut abinin kahvesinde oturuyorum bir gün. Fenerli Zeki ile Hikmet o sırada Mersin İdman Yurdu’nda oynuyorlar. Bir mahalle maçı yapacaklardı. Mersin genel kaptanı Kazım Tunci de seyredecekmiş. Gittim, ben de oynadım. Hem de şahane oynadım. Herifin ağzı açık kaldı. Maç sonunda hamama gittik yine. Yıkandık. Sonra kahvede konuştuk. Ve Tunci başkanını aldı geldi, Lokman Kondakçı’ydı başkanları. Beni ve Muharrem’i transfere karar vermişlerdi. Muharrem ile otele gittik. Fındıkzade’de, köşede bir oteldi. Önce Muharrem girdi konuştu ama anlaşamadılar. Ben 125 bin istedim, hiç itiraz etmediler. Uçak biletimi sıkıştırdılar elime. Ertesi gün uçağa bindim. Bir baktım antrenör Kadri Aytaç İstanbulspor’dan Feridun’u almış getiriyor. Mersin’e indik, kulübe gittik. Kadri abi girdi ilkin içeri, yanında da Feridun. Tahir geldi bu arada, sarıldık, öpüştük. Mersin’de oynuyordu. Davutpaşa’dan jünyör takımdan beri arkadaştık. Kaptanları İbrahim’di. Yaklaştı, kulağıma fısıldadı. Enver, bunlar seni almayacaklar. Terbiyesizlikti bu. Hiç konuşmadan geri çevirmişlerdi. Nezaketsizlikti. İlkin konuşmalı, beni almayacaklarını söylemeliydiler. Konuşmamışlardı bile. O arada bir şanssızlık da, Bandırmaspor’un bana yapmış olduğu teklifti. Mersin nedeniyle onları geri çevirmiştim.
Ama beklenmedik bir olay daha gerçekleşti Mersin dönüşü. Beşiktaş’ta oynamış olan Muzaffer ile havaalanında karşılaştım. Gel İskenderunspor’a götüreyim seni, dedi. Sene 1976. Birlikte gittik İskenderun’a. Anlaştık ama çok pişman oldum. Çünkü paramı almakta çok sorun yaratıyorlardı. Ayrıca müthiş sıcak bir kentti. İki ay kadar İstanbul’a kaçtım bu nedenle. Top oynamam burada, dedim. Ama sonra yeniden döndüm. İdare heyeti değişmişti. İki sene top koşturdum orada da. İstanbul’a döndüm. Serbest kalmıştım üstelik.
İskenderun’dan iyi hatırladığım biri de Samet Aybaba. O savunmada oynardı. Çok iyi çocuktu. Ana babası da harika insanlardı. Parasız kaldığımda cebime harçlığımı koyarlar, evlerine geldiğimde yemeğimi hazırlarlardı. Bekar arkadaşlarımızın da hepsine yardımcı olurlardı. Parasızdık. Para almak çok zordu kulüpten. Şimdiki gibi değildi koşullar.
Bu arada Kadri Aytaç’ın yaptığı çok koymuştu, aynı kahvenin adamıydık çünkü. Davut abinin yanında geçiyordu zamanımız. Beni kendisinden sorup öğrenebilirdi. Çok ahlaklı, çok efendi biriydim çünkü.
Aziz Alpturfan İstanbulspor başkanıydı, bana gelip kiralık oynamam için teklif yaptı. Çapa’da ortopedistti. Bir sene de orada top oynadım. Ama şansım dönmüştü bir kere. O yıl üçüncü kümeden amatöre düştük. Ben de askerin yolunu tuttum. Sene 1979; üçüncü tertip.
Askere Balıkesir’e gittim. Balıkesirli idareciler bana sahip çıktılar, arada geçenler unutulmuş gibiydi. Yardımlarını esirgemediler vatani hizmetim boyunca. Takım birinci ligdeydi, bana hazır olmamı söylemişlerdi. O yıl küme düşmeseler, beni yeniden almayı düşünüyorlardı. Ama ikinci kümede oynamak istemedim. Çünkü düşen takım tehlikelidir, hava bitmiştir, coşku kalmamıştır orada.
Askerlik sonrası yeniden Davutpaşa’ya geldim ben. Terfi liginin olduğu ve takımın ikinci kümeye yükseldiği dönemdi. Yarım sene oynadım; harçlık verdiler cebimize.
Artık tek hedefim vardı, Belçika’ya abimin yanına gitmek, evlenip orda kalmaktı. Böyle yapıyordum hesabı. Abim Brüksel’de beni dil kursuna yazdırdı. Davutpaşalılar çok muhalefet etmişti gitmeme. Adanaspor’dan gelen İbrahim’in dediklerini ise hiç unutmuyorum: Yahu mesele ekmekse, burada da kazanırsın ekmeğini, neden gidiyorsun yaban ellere?
Fenerbahçeli Selahattin benim dayımın oğlu olur. Onun ailesi orda, benim abim orda. Ahmet Mıcık da Brüksel’de. Top oynuyordu Ahmet. Beni görünce sarmaş dolaş olduk. Birlikte oynadık bir süre. Dil kurslarına da devam ediyordum ama bir şey öğrenmiyordum. Doğrusunu söylemek gerekirse, Türk kahvelerinde geçiyordu zamanımız. Baktım ki orası bana göre değil. Annem de yaşlanmıştı iyice. Ulan dedim kendime, ne işin var burada. Ve döndüm yurda.
Böylece abimle de papaz oldum. Çünkü onca masraf yapmış, emek harcamıştı, ben orda tutunayım diye. Abimin iyi bir vatandaş olması nedeniyle de dokuz ay oturma izni bile vermişlerdi Belçika’da. Bu arada dönüşümde, kız arkadaşımın da etkisi olmuştu. Bunu da belirtmeliyim.
Yeniden Davutpaşa’da oynamaya başladım. Sefer Türker çalıştırıyordu takımı. Yıldızımız barışmıyordu kendisiyle. Oysa Balıkesir’de bir arada da oynamıştık. Bir maçta diz bağlarım da kopunca, bu iş burada biter, dedim bıraktım futbolu. Sene 1982 galiba.
Davut abi ve Sıtkı Canaydın’ın yardımlarıyla Alipaşa’da bir kahve açtım bu kez. Dostlar kahvesi. Daha doğrusu işletmeyi ben aldım. Davut abi, yavru derdi bana; Yavru dedi, sen orayı işlet, ben buradan çıkarsam gelecek yerim olsun. Nitekim öyle oldu. Geldi. Orada bir arada kahvecilik yaptık. Sonra o Fındıkzade’ye döndü. Ben de kahveyi kapadım. Benim için en son yapılacak iki işten biri bu. Şöförlük bir, kahvecilik iki. Benim defterimde ikisi de yazmaz.
Necati Balaban abim devreye girdi bu kez. Beni bir pazarlama şirketinde bir işe yerleştirdi. Pangaltı’da. Altı ay kadar çalıştım orada da.
Sene 1985. Ersin Ergülten devreye girdi ardından ve hemşerilerimin etçilik işine dahil oldum. Ve o yerleştirme hala sürüyor; hala etçilikle uğraşıyorum. Ben kasaplığı yedi sene Rami’de, beş sene Sirkeci’de yaptım. Fındıkzade’ye geldim sonra. On beş yıldır da Kızıl Elma caddesindeyim.
Aile yaşamım ise şöyle. 1986 yılında evlendim. Umut 1988, Utku 1990 yılında dünyaya geldi. Utku iki senelik bir okulu bitirdi, İstanbul Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Radyo/Tv bölümünü ama basketbol antrenörlüğü yapıyor şu anda. Minikleri ve çocukları çalıştırıyor. Çocuklarla arası şahane, çok seviyor onları. 2014-15 mevsiminde Davutpaşa yıldızlarını kademe atlattı. Umut ise Kimya Fakültesi’ni bitirdi. Bursa Uludağ Üniversitesi’ni. Evlendi ve Bursa’ya yerleşti.
Bu arada abimi kaybettim. Belçikalıyla da aram hala limoni. Nedenleri farklı, anlatması uzun sürer.
Ben bir kalp krizi de geçirdim, aynen Muharrem Önen gibi. Onda iki, bende bir stand var şu anda. Kalp ve damar hastasıyız yani Muharrem kardeşimle birlikte.
Top oynarken çok severdik yaptığımız işi, tatil matil düşünmezdik. Davut abinin kahvesinde konuşlanırdık sıcak günlerde. Herkes kolumuzdan tutup oraya buraya çekiştirirdi. Yazlık maçlara götürürlerdi.
Ben orta saha oyuncusuydum. Ama her mevkide oynardım aslında. Rıdvan abi benden bir orta saha oyuncusu yaratmıştı. Ama pozisyon değiştirir, bek, orta saha, hatta ileri uçta da yer alabilirdim. Hatta aynı maçın içinde yapardım bunları. Bir kalecilik yapmadım.
Ben çok sert oynardım; vurduğum kalırdı orda. İki ayağım da vardı. Suat abi Balıkesir’de beni stoper oynatıyordu. Bir maçta sol beke çekmişti. Arnavut derdi bana. Ulan Arnavut dedi, sol bek oynadığım maçtan sonra, beni kandırıyorsun sen, solaksın bayağı. Alakası yoktu oysa. Tamer Güney gelmişti ondan sonra. O beni orta sahada oynatıyordu. Ön libero mevkisinde. Rıdvan Kösemihal ise şampiyonluk senesinde sağ bek oynatmıştı. Çok sakatlanmıştım bu mevkide oynarken. Sık sık lifim atardı. Bir mevsimde yedi sekiz kere attığını hatırlıyorum. Adaleler çabuk ısınmıyordu çünkü.
Top oynarken sigara içerdim, kötü bu, ama içerdim. 24 yaşında başlamıştım sigaraya.
Şimdi en büyük hayalim bahçeli bir ev sahibi olmak. Kuş ve köpek beslemek. Karasu’da bir yazlığım var. Ama işlerin yoğunluğu nedeniyle ancak bir hafta gidebiliyorum oraya.
En yakın arkadaşlarımdan biri Muharrem Önen. Harika bir çalıştırıcı, örnek bir hoca o. Ben U-16’yı çalıştırıyordum Davutpaşa’da, Muharrem ise genç takımı. İkimizin de takımları iyiydi. 1988/89 mevsimiydi. İmrenerek bakardım hazırladığı takıma. Gençlere bütün hareketleri tek tek gösterirdi, bıkmadan usanmadan. Kemik gibi bir takımdı. Ama bir de eleştirim olacak kendisine, biraz çenesini tutması gerekiyor. Abi tavsiyesi. Muharrem içinden geleni söylüyor ama tavrı biraz hırçın. Olması gerekeni söylüyor belki, ama karşısındaki anlaması gerekeni anlamıyor. Ben onun hep bir numara olmasını istiyorum. Semtimizin çocuğu. Ailesi hep bizden alışveriş eder, aramız çok iyi hepsiyle. Torunu filan da çok şirin.
Davutpaşa çok önemli hepimizin yaşamında; biz ne olduysak, nereye geldikse hayatta Davutpaşa sayesinde geldik. Gerçi Nejat Ayberk’in davranışını hazmedemiyorum ama kulübümü çok seviyorum. Ve kulübe beş kuruş bırakmadan çekip giden topçular için de kızgınlık duyuyorum. Oysa Engin Verel Galatasaray’a gittiğinde 250 bin lira almış, bunun yüz bin lirasını kulübe bırakmıştı.
Çukurbostan’dan sayısız topçu yetişti, orası bir futbolcu tarlasıydı. Bu nedenle Çukurbostan gitti, Davutpaşa bitti, diyebilirim kısaca. Bu da çok üzüntü verici.
Hep şunu söyledim: hepimizin boğazında Davut Kılıç’ın lokması vardır. Hiçbir şey yapmamışsa, cebimize paramızı koymuş bizi içki içmeye yollamıştır.