ALP PINAR
25 Nisan 1980 doğumluyum. Yeşilköy’de dünyaya geldim. Ardından Fatih’e yerleştik ailece. Ailemiz çekirdek bir aileydi, üç kişiden oluşuyordu. Annem, babam ve ben. Babam oto yedek parça işiyle uğraşıyordu. Şu anda emekli kendisi.
İlkokulu Atik Ali İlköğrenim Okulu’nda okudum. Ardından girdiğim sınavda, Arnavutköy’deki Eseniş Koleji’ni kazandım. Eseniş bir sosyete okuluydu. Burada okuduğum sırada Fatih’te oturuyorduk; servisle gidip geliyordum. Ama Mine Eseniş ölünce, sanıyorum mirasçılar arasında bir anlaşmazlık yaşandı ve okul kapandı. Ben de Tercüman Koleji’nden mezun oldum bu nedenle.
Okula ilk gelişimde ve sınıfları gezdiğimde çok şaşırmıştım. Çünkü sınıfların içinden ağaç geçiyordu. Okulun teras katında bir spor kompleksi bulunuyordu. Okul zengindi, Boğaz ayaklarınızın altındaydı. İlginç olan başka bir şey de, kız öğrencilerin bacaklarına güneş kremleri sürüp, teneffüslerde güneşe yatmalarıydı. Yasemin Kozanoğlu, Pınar Altuğ’un eski sevgilisi, Tanju Çolak’ın yeğeni, Süper Baba’nın kızı, maşallah tüm sosyete okuldaydı.
İtiraf etmek gerekirse, kalite nedir, ne değildir, orada öğrendim ben. Ama zaten içimde de vardı bu. Özenirdim güzel şeylere. Ama ticari hayatın verdiği olgunluktan sonra bunların geçici hevesler olduğunu gördüm. Ama o günlerde baba parası yiyor, harçlıklarımla geçiniyordum. Hayatın gerçek yüzüyle tanışmamıştım henüz. Biraz parlak şeylere meyilliydim bu nedenle.
Okul yıllarında haylaz bir öğrenci sayılmazdım, ama derslerimin de çok iyi olduğu söylenemezdi. İçimdeki futbol aşkı yüzündendi bu. Ali Atik aracılığıyla Davut Kılıç’a ulaştım ve kahverengi kavuniçi formayı giymeye başladım 14-16 takımından başlayarak. Sene 1994 galiba.
Sevdim ben Davutpaşa camiasını. İdmanlara büyük bir zevkle geliyordum, takımdaki arkadaşlık duygusu ve aile havası hoşuma gidiyordu. Öteki kulüplerden çok farklı bir ortam egemendi burada. Sık sık başka takımların idmanlarına da, maçlarına da gidiyordum ve karşılaştırıyordum kulübümle. Oralarda herkes birbirine bağırıp çağırıyordu, bir kargaşa hakimdi. Ben bunları hiç gözlemlemedim Davutpaşa’da.
14-16’daki takım arkadaşlarım arasında Sıtkı hocamızın oğlu Onur da vardı. Hepimiz birbirimizi çok severdik. Ayrıca arkadaşlıklar sahada kalmıyordu, hafta sonu da bir araya geliyor, bütün zamanımızı birlikte geçiriyorduk.
Eseniş sonrası öğrenim hayatımı sonlandırdım. Çünkü üniversite sınavlarında Spor Akademisi’ni kazanmış olmama karşın babam buna hayır dedi. İkinci sene de aynı şey oldu. Sınava girdim ve yine aynı bölümü kazandım. Niyetim babamdan gizli Akademi’ye kayıt yaptırmaktı. Ama kaydolmaya giderken bir kaza geçirdim. Kısmet işte.
Davutpaşa’da iyi oynadığım için genç takımdan A takıma aldılar beni. Genç takıma yükseldiğimde sene 1997, A takıma yükseldiğimde ise 1998’di galiba. Hala oynayan ve takım kaptanlığımızı yapan Ertan A takımdaydı o sırada. Dört yıl da A takımda top koşturdum.
14-16 grubunda bir arada olmanın, iyi arkadaşlık kurmanın meyvelerini seneler geçtikçe topladık. Çünkü hepimiz birbirimizi hem insan olarak çok iyi tanımış, hem de futbolcu özelliklerimizi ezberlemiştik. A takıma geldiğimde Davutpaşa ikinci amatördeydi. Burada şampiyonluk yaşamışsak, bu, takımın çok anlaşmış, birbirini seven oyunculardan kurulu olmasından kaynaklanıyordu.
2001 yılıydı galiba şampiyonluğumuz. İlk tattığım şampiyonluktu, çok sevinmiştim. Aile havası içinde olmamız bizi başarıya ulaştırmıştı. Ulvi beyin başkanlığı sırasındaydı. Sağ olsun, kendisi Asya yakasından gelip maçlarımızı izlerdi. Manevi desteği büyüktü. Antrenörümüz Sıtkı Özcan’dı, onun da katkısı büyüktü.
Davutpaşa’da toplam sekiz yıl top oynadım. 1994-2002 arası. Mevkim sağbekti. Ama aslında sağ kanat oyuncusu olarak başlamıştım. Çünkü çok hızlıydım. Yıllar geçtikçe hocalarım beni sağbeke çektiler. Bayağı iyiydim. Hocalarım da, arkadaşlarım da çok beğenirlerdi beni.
Şampiyonluk kutlamaları Davutpaşa anılarımda büyük yer tutuyor. Birinciliğe ulaştığımızda maçlarımızı çok açık farklarla kazanmıştık. Yedi sıfır, altı bir, ona bir filan. İki sıfır, üç bir biten bir maç hatırlamıyorum. İlginç olan bir şey de, ilk yarıda hezimete uğrattığımız birkaç takımın ikinci yarıdaki maçlara çıkmaması ve böylece aldığımız hükmen yengilerdi. Korkup kaçmışlardı bizden
Her yengi sonrası da, kafa arkadaşlarımızla yemeğe giderdik. Bunlar da unutulmaz anılarım arasında. Solbek Özcan Hirik, kaleci Onur Özcan, yedek kaleci Oral, Davutpaşa’da oturan Oktay en yakın arkadaşlarımdı. Çok yakındık birbirimize, hafta sonlarını da beraber geçirirdik.
Antrenman düzenimiz haftada yaptığımız üç idmandı. Pazartesi, çarşamba ve cumaydı çalıştığımız günler. Namık Sevik’te yapıyorduk; ama toprak sahaydı o günlerde. Bize nasip olmamıştı suni çimde oynamak. Bizler idman yaptıktan sonra kulaklarımızdaki kumları çıkarırdık. Zor günlerdi, bugünkü şartlarla karşılaştırılmayacak kadar zordu hem de. Ama arkadaşlığımız o kadar güçlüydü ki seve seve çalışırdık. Çakıl, çamur, yağmur, kar yıldıramazdı bizi. Tek yürek vardı takım içinde. Abilerimiz Ertan ve Ramazan abiler takımı toparlayanlardı. Savunmada arkalı önlü oynarlardı.
Futbolu çok genç yaşta bıraktım; çünkü hayatımı kazanmam gerekiyordu. Futboldan para kazanmak mümkün değildi. Kendi işimi kurmalıydım. Ticaretle uğraşmak istiyordum. Babam yedek parça işi yapıyordu ama ben elektroniğe meraklıydım. Ama babam başlangıçta büyük destek verdi bana. Ve elektronikle başladım; çok ortaklı bir firma kurdum.
Ama askerlik geldi hemen ardından. 2003 yılında gittim vatani hizmete. On beş ay sürdü. İlkin Samsun’daydım, çavuş talimgahında. Üç aylık acemilik dönemim orada geçti. Sağlıkçı olarak gitmiş, sahrayı sıhhiye okulunda eğitim almıştım. Üç ay sonunda Van’a sevk edildim, orada büyük bir askeri hastanede hizmet verdim. Doğuda terör büyüktü o günlerde. Hafta sonu çarşı izinlerimiz çoğu kez kilitlenirdi. Biz de çimle kaplı helikopter sahalarında top oynardık.
Zor geçen askerlik günlerin ardından, 2005 sonrası tamamen işe odaklandım. İlkin pazarlamadan başladım, başarılı olunca kurumsal firmalara bakmaya koyuldum. Kia Çelik Motor ile başlamıştık. Çeşitli şirketlerle de anlaşmış, ürünlerinin dağıtımını yapıyorduk. Kia’nın araçlarına mültimedya sistemi kuruyorduk. Ama sonraları babam ortaklarla terse düştü ve ayrıldı. Biz de Pınar Elektronik adıyla 2008 yılında kendi şirketimizi kurduk. Burada oto müzik ve görüntü sistemleri üretiyoruz. Ayrıca bir İtalyan markanın Türkiye dağıtımcılığını yapıyoruz.
Spor yapmaya gayret ediyorum aslında; haftanın üç günü Pazartesi, Çarşamba ve Cuma. Yakın arkadaşım Faruk Özbek ile birlikte. Bir spor salonunda tanışmıştık kendisiyle. Daha çok fitness ağırlıklı çalışıyoruz. Pazar günleri de spor salonundaki arkadaşlarla on birerden maç yapıyoruz. Hem de hiç sektirmeden. Ardından da mangal partisi.
Bekarım. Aslında, uzun süren bir ilişkim olmuş, hatta nişan aşamasına gelmiştim ama geçimsizlikler bizi 2007 yılında ayrılığa getirdi ne yazık ki.
Boş zamanlarımda sinemaya gitmeyi çok seviyorum. Günlük filmlerin hepsini takip ederim. Sinema salonlarında görmediklerimi de, evde dvd’den izlemeye çalışırım. Sinema hayatımın önemli bir parçası. Belki film adlarını belleğimde tutamam, ama sinema tutkum benim.
Arkadaşlarımla da zaman geçirmesini çok seviyorum. Çünkü iş hayatının yüklediği gerginliği üzerimden atmam gerekiyor. Özellikle Cumartesi geceleri kulüplere gidiyorum arkadaşlarımla. Bekarlığın da verdiği özgürlükle.
Ama haftanın altı günü çok yoğun çalışıyorum. İtalya ve Uzak Doğu bağlantılarımız çok önemli. Sık sık da yolculuklara çıkıyorum bu nedenle. Özellikle İtalya ilk göz ağrımdı, ilk iş seyahatimi buraya yapmıştım. Evet, İtalya çok sevdiğim bir ülke bu nedenle.
Uzak Doğu’ya ise fuarlar için gidiyorum. Otomatik sistemler, kameralar, görüntü sistemleri araştırıyorum buralarda. Bize uyabilecek olanların örneklerini buraya getiriyorum. Bunları ülkemizde test edip araştırıyoruz. Ve kendi markamızı yaratmış durumdayız. Uzun yıllar sonunda bunu yapmış durumdayız, çok şükür. Çünkü bu alanda herkes kendi markasını yaratmak zorunda tutunabilmek için. 2011 yılının onuncu ayından beri de Medya Market ile çalışıyoruz. Bayilere ürün veriyoruz.
Ayırıcı özelliğimin disiplin olduğunu söyleyebilirim. Babadan geliyor bu. Ataerkil bir ailenin üyesiyim. Annem ile arkadaş gibiyim. Ama babam beni telefonda arasa, ayağa kalkıp ceketimi ilikleyecek kadar saygı duyuyorum kendisine. Evet, iş disiplinini ondan almış olmalıyım. Ve çok tecrübeli biri o. Ve sık sık şöyle der bana. Oğlum bu tecrübelerden yararlan, bu tecrübeleri asla başka bir yerden parayla satın alamazsın.