KORKUT ÇİTERGİ





 





General Kılıç Davutpaşa tarihinden söz ederken sadece iki takım için ‘efsane’ tanımlaması yapar. Kılıç’a göre ilk efsane 1968/69 mevsimindeki jünyör takımdır (Enver Tuna, Tahir Temur, Behçet Vardarcı, Yavuz Bentürk ve Cumhur Değer’li), öteki ise 1975/76 mevsimindeki genç takım (Hüseyin Çakıroğlu, Özcan Kır, Demir Önen, Ali Mete ve Ömer Ali İpekoğlu’lu).
                  
Alipaşalı kedilerin biraz korku, biraz da ürpertiyle hatırladıkları Korkut Çitergi işte bu şahane jünyör takımın bir parçası, sol kanat oyuncusuydu. Korku ve ürperti diyorum çünkü ÇitergiDavutpaşa tarihinin en çelik disiplinli, en demir iradeli yiğitlerinden biri. Sözlüğünde ‘yanlış yapana af’ kelimesi yazmıyor.
 
Mustafa Korkut Çitergi 16 Ocak 1955 doğumlu. Dünyaya Alipaşa’da açmış gözlerini, hep burada yaşamış. Sadece 1975-85 arasını Bahçelievler semtinde geçirmiş.
 
Meliha anne ev hanımı, Yüksel baba ise Çizmeciler Holding ve Hanımefendi Çorapları benzeri büyük kuruluşlarda genel müdürlük yapmış. Üç kardeşler, ikisi erkek, biri kız.
 
Çitergi, Hekimoğlu Alipaşa İlkokulu ve Davutpaşa Lisesi’nde ilk ve orta öğrenimini görmüş. 1972 yılında lise diplomasını cebine koymuş. Ankara Siyasal Bilimler Fakültesi’ndeki (SBF) yükseköğrenimi ise biraz karışık ve kesikli. Çünkü 1978 senesinde yarıda bırakmış, askere gitmiş, dönüşte almış diplomayı, 1983 yılında.
 
Çitergi ayaktopuna mahalle arasında başlamış. 1968’ta açılan Çukurbostan’ın taşını toprağını minik elleriyle toplayan, sahayı düzleyen, isimsiz nice yiğitten biri de oymuş. Seçmelerde de başarılı olunca Rıdvan Şumlulu kendisini jünyör takıma almış, sol kanatta oynatmaya başlamış. Bir buçuk yıl boyunca. Sonra Nihat Sırdar’ın gözetiminde genç takımda da bir yılı geçmiş.
 
1971 yılında Çitergi’yi Zeytinburnu’nda görüyoruz. O günlerde Zeytinburnu ve Telsiz takımları bir aradaymış. Birinci amatör kümede bir yıl oynamış ama ortamı hiç sevmemiş. Oyuncularına ayakkabı verecek kadar bile maddi olanaklara sahip değilmiş kulüp. Bu nedenle gencecik yaşta futbola soğumuş ve 1972 senesinde erkenden indirmiş kepenkleri. Harç bitti, yapı paydos, demiş.
 
Çitergi’nin iş yaşantısı çok erken başlamış. 1971 senesinde. Pazarlamacılık olmuş ilk mesleği. Hanımefendi Çorap Sanayi’nde. Boğaz’da Kuruçeşme’deymiş mekanları. Galatasaray’ın yüzme tesislerinin tam karşısında. Daha sonra Hürriyet gazetesi, Profilo, Korozo, Tekstüre, Feza Yünleri gibi şirketlerde yine pazarlamacılık, pazarlama şefliği gibi görevlerde yer almış. 2010’da emekli olmuş.
      
Çitergi vatani hizmetini 1978-80 arasında Sivas’ta yapmış. Tabur takımında düzenli futbol oynamış, zinde kalmış. Bolu’nun panter kalecisi Çetin’in de gayretiyle yengiler birbirini kovalamış, komutanlardan takdir görmüş. 
 
Davutpaşa ailesinin değerli üyesi Behçet Vardarcı takım arkadaşının futbol biçemini şöyle anlatıyor. ‘’Korkut sol kanat oyuncusuydu daha çok, savunmanın ve orta sahanın solunda oynardı.Arada sırada stoperdede görev alırdı. Boyu 1.75 filandı ama kafa toplarında çok iyiydi. Kuvvetli, sağlam, çok sert bir oyuncuydu. Ama kırmızı ve sarı kart görmemeyi başarırdı sertliğine karşın. Çünkü çok kurnaz biriydi. Saha içinde de, saha dışında da. İyi topa vururdu, bu nedenle gol şansı da vardı. Ama daha çok savunmaya yönelik bir orta saha olduğu için gol yollarında fazla dolaşmazdı.’’
 
Vardarcı, kankasının kişisel özelliklerini şöyle betimliyor. ‘’Korkut düzgün biriydi, doğru bir insandı. Ama sinirli bir yapıya sahipti. Haksızlığa tahammül edemezdi, kavga etmesi an meselesiydi. Top oynarken de kavga çıktı mı vurucu timin başında yer alırdı.’’  
 
Çitergi’nin dünya evine girişi 1985 yılında. Nilgün hanım ile gerçekleşen birleşme bugün de devam ediyor, Bozkurt (1985) ile Mine (1986) bu mutlu birlikteliğin ürünleri. Bozkurt vücutçuymuş, Mine ise okul hayatında başarıyla voleybol oynamış. Böylece ‘armut dibine düşer’ sözünü doğrulayarak, sporcu babalarına layık evlatlar olduklarını göstermiş çocuklar.   
 
Çitergi Cumhuriyet, Milliyet okurmuş eskiden, şimdi okumuyor. NTV ve TRT’den haberleri ve siyasi izlenceleri takip ediyor bunun yerine. Spor yapımlarını da kaçırmıyor. Müziği çok seviyor, özellikle de batı popunu. Ama hiphop, rap, metal, hard rock, disco, electronica gibi gürültülü türlerden nefret ediyor. Emekli olduğu yıl, 2010’da geçirmiş olduğu beyin kanamasını hüzünle hatırlıyor. Çalışma temposunu düşürmüş çünkü.
 
Yüzmeyi seviyor, yazlık Çanakkale Asos’ta. Çocuklukta Samatya Yenikapı halk plajından girermiş denize. Dalıyor da, ama tüpsüz. Yemek konusu uzmanlık alanlarından biri. Sahici bir aşçı. Patlıcanlı yemeklerini yiyenler parmaklarını da yiyorlarmış yanında. Rahmetli anneciğinden miras kalmış bu yetenek. 
 
Zararlı alışkanlıklardan neyse ki arınmış. Cigarayı askerlik sonrasından 1998 yılına kadar kullanmış, alkolü de 2005 yılına kadar. Sosyal hayatta çok etkin olduğunu söylüyor. Çin ordusunu kıskandıracak sayıda arkadaşı var. Araba kullanıyor, ToyotoCruisecibini. İyi şöför.
 
Top oynarken hiçbir Türk topçusunu kendine örnek almamış. Şimdi de hiçbir topçuyu beğenmiyor. Tek istisna yurdumuzda nedense başarılı olamayan Anelka.
 
Davutpaşa ailesi içinde en çok Behçet Vardarcı,  Enver Tuna, Celal Demirsoy, Cumhur Değer ve Davut Kılıç’a yakın. Davutpaşa topçularından en değerli buldukları ise Necati Balaban, dev kaleci Bediz Baysal ve Rafet Vural.
 
Seyahati seviyor, ‘hobi değil seyahat, bir ihtiyaç’ diyor. Daha çok yurtiçinde yolculuğu yeğliyor. Nerdeyse il il, güzel yurdumun tamamını dolaşmış. Bir başka çok sevdiği şey ise balık tutmak. İstanbul’un deniz kenarındaki her köşesinde balık avlamış bugüne kadar. 
 
Aile yaşantısında ‘otoriter’ olduğunun altını çiziyor. Çok disiplinli. Hatayı asla affetmiyor. Çok sert. ‘Hep doğruları gösteririm, bende tolerans sıfırdır’ diye özetliyor yakın ve uzak çevresine gösterdiği davranış biçimlerini. Şiddet kullanıp kullanmadığını sorduğumda ise  ‘Nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir’ diye yanıtlıyor şirince gülümseyerek.   
 
Siyasal görüşünü belirtirken, ‘islamik sosyalistim’ diyor. ‘Kuranın emrettiği ilkeleri, sosyalist bir bakış açısıyla yorumladığını ve uyguladığını’ söylüyor.
 
Nükleer santrallar, hes’ler ve Doğu Karadeniz kazıklı yolu içinse ’Allah’ın yardımıyla her derdin çaresi bulunur. Nükleerler için altyapılar iyi kurulursa sorun çıkmaz, kırk beş yıl sonraki enkaz nasılsa bir şekilde halledilir.Hes’ler doğayı katletmez, tarihi katletmez, insanlığın yaşaması daha önemlidir. Karadeniz dağları ise sarptır, geçit vermez, kazıklı yol şarttır, ihtiyaçtır’ biçiminde düşünüyor.