KAMURAN ATAKAN




 

 





11 Eylül 1954’te, o günün Yugoslavya’sı, bugünün Makedonya’sının Üsküp kentinde dünyaya geldim. 2 ay sonra kundakta Türkiye’ye gelmişiz.
 
İlk geldiğimizde üç yaşıma kadar Fatih’in Sofular semtinde oturduk. Yine de çok net hatırladığım şeyler var o günlerden. Mesela, Yugoslavya’dan kaçarak gelmenin sonucu olan maddi imkansızlıklar nedeniyle, bir dairede 3 aile otururduk. İki aile kira için, bir aile de gıda için çalışırdı. Uzun süre böyle yaşadık.
 
Maddi imkanlar biraz elvermeye başlayınca, Aksaray’da Çıngıraklıbostan sokakta, Cerrahpaşa’da, sonra tekrar Aksaray’da oturduk. 7 yaşıma geldikten sonra da Fındıkzade’ye taşındık. İlkokulu Alipaşa’da okudum. Sonra Davutpaşa Ortaokulu’na başladım.
 
2 kız kardeşim var. Babam 2008, annem 2010’da vefat etti. Fatih’te yorgancılık yapardı babam. Çok yaramaz bir çocuk değildim. El sanatlarına çok merakım vardı. Tahtadan bilyeli kaykay yapardım. Zamanın berbat sokaklarında pek kullanılacak bir şey değildi ama etrafta araç olmadığı için, doya doya kullanırdım kendi imalatım kaykayımı.
 
1964’te babam beni çırak olarak Sultanhamam’da bir yere verdi. 1964’ten 1979’a kadar, yaz tatillerimde çıraklıktan, tezgahtarlığa, sonra da aynı işyerinde yöneticiliğe kadar çalıştım.
 
1968 yılında, Çukurbostan’ın ilk senesinde, Davutpaşa’dajünyörtakımına başladım. İleride iyi kulüplerde de oynayacak olan arkadaşlar vardı takımda. Babamın ticarete atılmamı istemesi ısrarı ile sadece bir sene oynadım takımda. Orta ikinci sınıftan bıraktım okulu, iş hayatına atıldım.
 
Jünyör takımdan 2 arkadaşım İstanbulspor genç takımına gitmişti. Celal ve rahmetli Tahir. 1970 senesinde ben de İstanbulspor gençte 3-4 ay oynadım. Gönül top oynamak istiyor ama iş hayatı, topa ayıracak zamanı imkansızlaştırıyordu. İşi aksatamazdım, izin almam ise imkansızdı.
 
Bir gün, babama, Ben İstanbulspor’da oynuyorum ama işten izin vermiyorlar, ne yapayım, diye sordum. Evladım, sakatlanırsın, devam edemezsin, elinde hiçbir işin de olmaz, çok zor duruma düşersin. Senin yerinde olsam işimi bırakmazdım, dedi. Ben de İstanbulspor gençten ayrıldım.
 
Futbol oynamayı sevdiğim ve Rumeli Türklerinden olduğum için, 1. amatör kümedeki, memleketin takımı Vardarspor’da oynamaya başladım aynı yıl. Yaklaşık 10 yıl orada top oynadım. 26 yaşlarımdaydım artık. Kulüp yönetimi tarafından takım arkadaşlarımıza yapılan haksızlıklar canımı çok sıktığı için, bende onlarla birlikte takımdan ayrıldım ve futbolu da bırakmış oldum.
 
İyi bir oyuncuydum sanırım. Herhafta, haftanın karmasındaydım. Haftanın futbolcusu olurdum sık sık. Takım hep şampiyonluğa oynardı. Bugünün takımları ile kıyaslarsak, ikinci ligde rahat şampiyon olabilecek bir takımdık. Ozamanlar çok fazla takım da yoktu İstanbul’da. Olanlar da hep dişli takımlardı. Vardar’da oynarken 4 kez amatör genç milli takıma çağırıldım. Hiç oynamamış olsam da, davet edilmiş olmak benim güzel anılarım arasındadır.
 
1979 senesinde, kız kardeşimin eşi ile ortak olarak iç çamaşır işine soyunduk. O gün bugündür aynı işteyiz.
 
Davut abiler Çukurbostan’da Perşembe maçları yapıyorlardı. Beni de çağırdılar. Yahu, dedim, çok uzun zamandır hiç oynamadım, nasıl oynarım? Sen gel yeter, çok eğleniyoruz, dediler. Böylece 31-32 yaşımdayken, ünü İstanbul sınırlarını aşmış, Davutpaşa tekaütler takımına katılmış oldum.
 
Kar da yağsa, yağmur da yağsa oynardık Perşembe günleri Çukurbostan’da. Daha önce milli olmuş, şöhret olmuş oyuncular da katılırdı maçlarımıza. Mesela Fenerbahçe’li Zeki oynuyordu bizimle. Biraz hırçın bir kişiliği vardı Zeki’nin. Rakip oyunculardan biri ile sürtüşmeye girmişti bir keresinde. Yok fauldü, sen yaptın, ben yaptım derken, çocuğun gözüne bir yumruk indirdi. Oğlanın bir anda gözü şişti, balon gibi oldu. Meğer çocuğun o gece nişanı varmış. Okadar üzülmüştük ki…
 
1988’in Şubat ya da Mart ayında, Almanya’dan bizim gibi yaşları ilerlemiş topçulardan oluşan bir takım geldi ve bizimle maç yapmak istedi. Davut abi sayesinde Şenlikköy sahası ayarlanmıştı.  Maç sonunda, bizleri çok sevdiklerini, davet etseler Almanya’ya gelip gelemeyeceğimizi sordular. 15 Haziran 1988’de 22 kişi Almanya’ya gittik. Fenerli Hüseyin’in abisi Mehmet Çakıroğlu, Hayati, İstanbulspor’lu Kemal, Galata’lı Faruk, Selçuk, Piçİsmail, Ünal filan. Sıtkı Özcan’ın eşi, Sen gidersen ben de gelirim, demişti, bu nedenle Sıtkı gelememişti.
 
Kaptan Ersin bizi çok severdi. Allah rahmet eylesin. İnanmıyorlardı Almanya’ya gideceğimize. Bunlar Tekirdağ’dan dönerler, diyordu Ersin abi. O arada firmadan otobüs geldi. Siz Almanya’ya gidecekmişsiniz, dediler. Ama çoğumuzun ne pasaportu, ne de vizesi vardı. Otobüs şoförlerinin de yokmuş vizeleri. Davut abi, ben ayarlarım, dedi.
 
Rahmetli Kadir abiyle birlikte emniyet müdürlüğü pasaport şubesine gittiler. Vize işlemleri, İstanbul’da yaşayanlar için 1 haftada, taşralılara için de 15 gün sürüyordu. Bırakmışlar evrakları ve 2-3 saat içerisinde almışlar vizeleri. Kimse gidebileceğimize inanmadığı için, ben bile kaygılanmaya başlamıştım. Acaba bizi geri çevirirler mi diye. Kapıkule’den Bulgaristan’a girene kadar bu kaygılarım devam etti.
 
Avusturya’ya geldik, sağlı sollu sahalar var etrafta. Hadi, inelim oynayalım diyorlardı. Ben de, biraz daha ileride oynarız, diye geçiştiriyordum. En önde oturduğum için, kaptan misali sözümü de dinliyorlardı. Biraz ileride, antrenmanlarını henüz bitirmiş bir gurup vardı sahada. Hadi burada inelim, oynayalım, dedim. Rahmetli Necati Balaban’ın yeğeni de bizim kafiledeydi ve iyi yabancı dil konuşuyordu. Burada top oynamak istiyorduk, müsaade eder misiniz, diye sordu. Çocuklar da bizi gözlerine kestirmiş olacaklar ki, bizimle oynar mısınız, diye sordular. Takımın hangi seviyede olduğunu bilmiyoruz tabii. Soramıyoruz da. Ama genç bir takımdı. Maça hızlı başladık, ilk yarım saatte 3-0 öne geçtik. Ünal santradan atmıştı, bir de Hayati yine uzaklardan çakmıştı. Maç 3-1 bitti. Sonradan öğrendik ki, Galatasaray’ın da oynadığı SK Strum Graz takımıymış yendiğimiz.
 
Çok güzel geçti Almanya seyahatimiz. Ben çok formdaydım Almanya seyahatinde. Seyahat dönüşü, gel A takımda oyna, diye bir teklif yaptı Davut abi. Ben 34 yaşındayım o zamanlar. Amatör ligdeydi Davutpaşa. 2 yıl oynadım orada.
 
Antrenörümüz Davut Kılıç’tı. Bülent Yaman geldi bir ara. Haftada 2-3 idman yapıyorduk Uzunyusuf’ta. 1990’da futbolu bıraktım. Sadece tekaütler takımında arkadaşlarla birarada olmak, spor yapmak amacıyla oynuyordum Perşembe günleri.
 
Sonra iş hayatımıza ağırlık verdik. Şu anki firmam Bayrampaşa’da Yeni İnci İç Giyim. 470 kişiye ekmek veren bir firma. Sektörün en önemli firması. Bu konuda alçakgönüllü olmamın bir anlamı yok. Tüm çabalarımız, birçok ailenin geçimlerini sürdürebilmesini sağlamak, kendi çoluk çocuğumuza daha rahat bir hayat bırakabilmek.
 
Rumeli Türkleri Derneği’nde 4 yıl başkanlık yaptım. O dönemde çok dostlarım oldu. Yardım kurumları ile ortak çalışma olanaklarımız oluştu. Rumeli Türkleri Vakfı’nda hala aktif görevdeyim.
 
Okadar az boş vaktim oluyor ki, bir arkadaşımla oturup tavla oynamayı bile çok özlüyorum. Çocuklarıma hep şunu söylüyorum. Mutlaka sosyal bir gurup içerisinde yer alın. Bu bir spor kulübü olabilir, bir vakıf olabilir. Bu tür etkinliklerde, çok verimli yardımlaşmalar olmakta.
 
Bir gün Çatalca’nın Subaşı ilçesinde bir çukulata fabrikası yapmıştım. Resmi işlerin halledilebilmesi için görüşülmesi gerekenyetkili kurum Bayındırlık Bakanlığı’ymış. Oraların, Bayındırlıktan izin alınarak kullanıldığını bilmiyordum. Bakanlığa davet ettiler. Bizimle görüşmeden nasıl resmi hale getirebileceksiniz, diye sordular. Çok büyük bir salondu. İleride de adamın biri oturmuş, gazete okuyordu. Benzetiyordum ama… Orada bir memura sordum. Şuradaki beyin adı İbrahim Yazıcı mı, diye. Nerden tanıyorsun, dedi. Yahu o bizim Davutpaşa’nın meşhur kalecisidir, dedim. Derken sarıldık, öpüştük. Dairede yol gösteren bir tanıdık olduğu için işlerim daha kısa bir sürede hallolmuştu. Bir camianın içinde olmanın işleri her zaman daha kolaylaştırdığının çok minik bir örneği bu.
 
Bir gün Çatalca’daki çiftliğimde artezyen kuyu açtıracaktım. Cumartesi günüydü. Gelecek kişi randevu saatini geçirince, ben İstanbul’a gitmek zorunda kaldım. Adam geliyor ve ortağım Selahattin ile görüşüyor. Kamuran bey yok mu, diye soruyor. Siz gecikince gitmek zorunda kaldı, diyor ortağım. Ya, diyor, bu Kamuran Atakan’ın Davutpaşa ile ilgisi var mı, diye sorduğunda, evet, diyor ortağım ve beni oradan arıyorlar. Merhaba Kamuran ben Davutpaşa’dan Mete…
 
Rumeli Türkleri Derneği başkanlığı yaparken, her yıl Balkanlar’da yaşayan Türk ressamların sergisini oluşturuyoruz İstanbul’da. Her dönem de bir kokteyl daveti ile açılış yapardık. Açılışlara da dönemin popüler insanlarını davet ederdik. O yıl Tayyip Erdoğan’dan sonra İstanbul Büyük Şehir belediye başkanlığı yapan Ali Müfit Gürtuna’yı, açılışı birlikte yapmak için davet ettim. Geldi davetime. Bir ara elinde bir çantayla biri geldi yanıma. Merhaba başkan, dedi. Çıkaramadım, deyince, tanımazsınız, ilk kez görüşüyoruz, diye ekledi. Çıkardı kartını verdi. Kartta İsmail Kocaoğlu İstanbul Defterdarlığı başkan yardımcısı yazıyordu. Defterdar deyince, ticaretle uğraşan herkes gibi ben de irkildim tabi. Ben de Rumeli Türklerindenim. Bu faaliyetten haberdar olunca belki bir tanıdığa rastlarım düşüncesi ile uğradım, dedi. Hoş geldiniz dedim. Ancak tüm misafirlerle ilgilenmek zorunda olduğum için ben de kartımı uzattım ve diğer konuklarla ilgilenmek üzere yanından ayrıldım.
 
Davut abi ertesi gün beni aradı. Başkanım iyi çayın var mı, diye sordu. Ne demek yahu, dedim. Adam geldi mekanıma makam arabasıyla, şöförü, koruması falan. Tanış olmadığın bir defterdarla vergi mevzuatları dışında ne konuşabileceğimi bilemediğim için, ilçemizin emniyet müdürü Nihat İşlek’i, belediye başkanımız Hüseyin Gürge’yi tanır mısınız, onlar da Rumeli Türklerindendir, diye sordum. Tanımadığını belirtti. Zamanınız varsa sizi onlarla tanıştırayım, dedim. Memnuniyetle karşıladı. İkisine de telefonla ulaştım, durumu anlattım. Nihat beybuyrun beklerim, dedi. Hüseyin bey de, toplantıdayım, ama yarım saat sonra boşa çıkıyorum. Gelin beklerim, dedi. Önce Nihat beyin yanına gittik. Çayımızı içtik. Tanıştırdım onları. Oradan çıktık Hüseyin beyin yanına gittik. Toplantısı hala devam ediyordu. Bekleme bölümüne aldılar bizi. Oturuyoruz defterdarla. Ankaragücü’nde, Lüleburgaz’da oynamış eski futbolculardan kalem müdürü Mehmet Kalemci, Abi, dedi hala top oynuyor musun? Mevzu açılınca 1988’de 12 gün Almanya’ya gittiğimizi söyledim. Bu arada karşıda bekleyen iki kişiden biri, kaç yılında gittiğimizi sordu. 1988, dedim. Hangi şehir, diye sordu. Berlin, deyince poşetten bir klasör çıkardı. Bu fotoğrafta var mısınız, diye sordu. Bir baktım benim fotoğrafım. En son maçımızı yaptığımız Vatanspor’la toplu çektirdiğimiz bir fotoğraf. Adam da Vatanspor’un oyuncularından biri. Çok ilginç, dedim. Mehmet Kalemci ile onlarca kez biraraya gelmişizdir. Hiç toptan konuşmamışızdır. Tesadüfen bugün ilk kez bahsedildi ve siz tesadüfen buradaydınız ve yine tesadüfen duydunuz. Sonra da çantanızdan içinde benim de olduğum bir gurup fotoğrafı çıkardınız. Ben hala Berlin’de yaşıyorum, dedi adam. Ancak Türkiye’ye geldiğimde kaldığım evi taşıyor şu anda nakliyeciler. Bu albümün benim için çok büyük bir önemi var. Başına herhangi bir şey gelmesi korkusu ile bir tek bu albümü aldım yanıma, dedi. Şok edici tesadüfler silsilesi.
 
1981 senesinde Ayşe hanımla evlendim. 1982’de Furkan, 1985’de kızım dünyaya geldi.
 
1990 senesinde Fransa’ya gittim. Calais kentinden Manş Denizini geçerek İngiltere’ ye gitmek istiyordum. Kaç gün kalacaksınız İngiltere’de diye sordular. En fazla 2 gün, dedim. Fakat bir 6 rakamı gördüm pasaportumda. Herhalde 6 gün verdiler diye düşündüm. Feribottan karşıya geçtiğimde, elimdeki pasaportla geçişe gittim. Polis bana bir şeyler söyledi. 10 dakika sonra başka bir polis geldi. Buyrun, sorun nedir, diye sordu. O kadar mükemmel Türkçe konuşuyordu ki. Türk olup olmadığını sordum. İngilizim, dedi. Ancak gümrükten geçebilecek misafirler için, hemen hemen her ülkeye dil eğitimi almaları için polis gönderiyorlarmış. Bir Türk polisine derdimi anlatıyormuşum gibi, çok rahat ettim.
 
O zamanlar çocuğum Çapa İlkokulu’na gidiyordu. Yabancı dilin nekadar önemli olduğunu bir kez daha anlamış olduğum için, çocuğumu, İngilizce eğitim veren bir okula yazdırdım döndüğüm gibi.