KADRİ AYTAÇ





 





KADRİ AYTAÇ (6 Ağustos 1931- 28 Mart 2003)
 
Davutpaşa tarihinden sayısız kahraman geçmiştir ama Kadri Aytaç’in yeri bir başkadır hepsinin içinde. Kadri Aytaç kimseyle kıyaslanamaz çünkü, benzersizdir, biriciktir.
           
Aytaç futbol tarihimize özellikle futbolcu olarak adını kazımış, dahası, büyük Aziz Nesin’e bile altmışlı yılların ilk yarısında Basbayağı Bir Kadri adlı unutulmaz öyküsünü yazdırmıştır.
 
Aytaç’ın kavuniçi kahverengi renklerle ilk karşılaşması yetmiş ortalarında olmuş, Davut Kılıç’ın şanı Bağdat’ı tutmuş Karakaş kahvesine damlamıştır beyaz saçlı futbol dâhisi. Nedeni o günlerde İstanbulspor formasını giyen yetenekli topçu Tahir Timur’u kendi takımı İskenderunspor’a transfer etmektir. Tahir semtin çocuğudur ve Karakaş’a sık sık uğramaktadır.
 
Belki bu transfer gerçekleşmez ama Aytaç kahvede tanışacağı Davutpaşa’yla özdeşlemiş Davut Kılıç’ı çok sevecek ve  böylece uzun yıllar sürecek bir dostluğun temeli atılacaktır.
 
Kadri Aytaç Davut Kılıç dostluğu otuz yıl sürer, kahveden evlere, evlerden Perşembe maçlarının yapıldığı Çukurbostan ve Uzun Yusuf sahalarına kadar genişleyerek sürer hem de. Aytaç bu maçlarda hep Davutpaşa formasını giyer. O resmi olmasa da bir Davutpaşaoyuncusudur. Hem de yıllarca sürdürür Davutpaşa topçuluğunu. Çorlu, Babaeski ve Bayrampaşa’daki sayısız jübile maçlarını unutmayalım.
 
Aytaç ve eşi Akgül’ün Merter’de oturdukları sırada, usta teknik adam Karakaş’a saat on birde eşinin eşliğinde damlar, uzun süreler geçirir burada arkadaşlar arasında. Transfer işlerini de buradan yürütür. Üssüdür onun bu mekan.
 
Davut Kılıç efsane topçudan söz ederken onun hırslı yapısının altını çiziyor öncelikle. Aytaç’ın düz futbolu sevdiğini, topla fazla oynayan çalımcılara çok kızdığını söylüyor.
 
İşin şahane tarafı, Kadri Aytaç Kılıç’ın isteğiyle Davutpaşa’yı da çalıştırır.Mevsim 1980-81. Terfi ligi sırasında olur bu tarihi birliktelik. Birinci amatör kümeden ikinci profesyonel kümeye çıkma olanağını yakaladığımız bu günlerde, Kılıç terfi liginde işi garantiye almak için takımı kurt hocaya teslim edecektir terfi maçlarının ikinci yarısı başladığında. Ve mutlu sona ulaşılacak, Davutpaşa o günlerde Aziz Yıldırım’ın başkanlığındaki Üsküdar Anadolu’nun ardından ikinci olarak ikinci kümenin yolunu tutacaktır 1981 yazında.
 
Kadri Aytaç’ın Davutpaşa birlikteliğinde Çukurbostan’a yapmış olduğu büyük katkıdan söz etmemek de haksızlık olur kuşkusuz. Sahamızın zeminini beğenmeyen Aytaç düzeltme işlemlerinde öncülüğü üstlenir. İki kalas ister Kılıç’tan. Kalasları zincirle bir cibe bağlatır; üstlerine birkaç adam bindirir ayakta. Cipler hareket eder, kalaslar zemini düzler. Saha adamakıllı güzelleşir böylece.    
 
Kılıç başı sıkıştığında Aytaç uzaklarda da olsa başvurur dostuna. Söz gelimi kurt hoca Ankara’da Gençlerbirliği’ni çalıştırdığı sırada Futbol Federasyonu’ndan lisansları almakta zorluk çeker bizim yöneticiler. Aytaç araya girer halleder sorunu, tereyağdan kıl çekercesine. 
 
Ama Aytaç da yakınlarına hep şu tümceyi ezberletecektir: ‘’İstanbul’da başın düşerse dara, hep Davut Kılıç’ı ara’’.
 
Kılıç eski dostunun çalıştırıcılığını anlatırken disiplinli çok sert bir hoca oluşunu ayırıcı özellik olarak belirtiyor. Takım çalışmalarında kondisyondan çok, taktiksel yöntemlere daha çok zaman ayırdığını da ekliyor. Çok uğuru vardı, diye ekliyor Kılıç, söz gelimi cenaze gördüğünde kazanacağına, düğün gördüyse kaybedeceğine inanırdı, diyor.
 
Şimdi gelelim Aytaç’ın topçuluk dönemi anılarına.
 
6 Ağustos 1931 tarihinde dünyaya geldi Kadri Aytaç, 28 Mart 2003 tarihinde de gözlerine yumdu ozon tabakasının iki ayaklı hayvanlarca delindiği kirli ve kanlı gezegenimize.
 
Babası Kahraman yorgancı, annesi Hidayet ise ev kadınıydı. Beş kardeştiler ve hepsi erkekti. Baba hep kız çocuğu olsun istemiş, çabalamış ama kader hayır demişti.
 
Aytaç çocukken aşırı hareketliliğiyle dikkat çekti. Daha üç dört yaşlarındayken kendisinden altı yaş büyük abisi İsmail ile güreşiyor, boğuşuyordu. Aynalıçeşme’nin renkli ve hareketli yaşantısına erkenden katılmıştı.
 
Babasının dükkanından aşırdığı pamuklarla top yapar, veryansın ederdi karşı duvara. Altı yaşındaydı, bir gün ayağının rotası şaşmış, camlarını bombardıman ettiği marangozun şikayetiyle kendisini karakolda bulmuştu. Evde babasından yediği dayak da cabası.
 
Mahalle arkadaşları da sıkı oğlanlardı. Fikret Hakan, Feridun Karakaya, Orhan Günşiray, Gazanfer Özcan ve Saltuk Kaplangı gibi sinema ve tiyatroda mesleklerinin tepelerine tırmanacak oğlanlar. Bu yaramaz afacanlar altını üstüne getiriyordu mahallenin.
 
Aytaç parasızlıktan pabuçla oynamazdı ayaktopunu, çıplak ayakla bombalardı zavallı marangozun arabasını. Babası bayramdan bayrama alırdı ayakkabı. Ama küçük Kadri eskimesin diye giymezdi bunları korkusundan.
 
Aytaç ortaokula başladığında başka spor dallarıyla da tanıştı. Basketbol ve masa tenisinde de okul takımının aranan adamı oldu. Ama futbol kalbinin başköşesindeydi. Daha 12 yaşındayken BeyoğlusporluKoçis elinden tutup Beyoğluspor kulübüne götürdü onu. Aytaç masa tenisi ile uğraştı ilk iki yıl. Genç takımda meşin yuvarlağı koşturmaya başladığında yaşı 14’tü.
 
Antrenmanları Şeref stadında yaparlardı. Sabah saat altıda başlardı idman. Erkenden kalkardı Aytaç ve Bebek-Eminönü tramvayına asılarak stada giderdi. Okul saatinde ise dönüp sınıfına girerdi. Çoğu fakirdi topçuların, öğrenci ya da işçiydi. Aytaç Kasımpaşa Orta Okuluna bir gün geç kaldığında, hasta Fenerli öğretmeni Melih Yegül’den feci dayak yediğini unutamadı hayatı boyunca. Acısı üç gün geçmemişti çünkü.
 
Yaş on dörde geldiğinde, Aytaç Beyoğluspor’un genç takımına girmeyi başardı. Taksim, Kurtuluş ve Beyoğluspor takımlarının katıldığı Mecdiyeköy’de yapılan Paskalya turnuvasında genel kaptan NikoZervudakis’in iteklemesiyle takımda yer buldu. Çok çalım yapan Bulgar  Slavço’nun yerine girmişti ikinci yarıda. Ama ayakkabı bulurken çok zorlanmıştı.  Muhasebeci Barbet ona 45 numara bir çift ayakkabı uzatmıştı çünkü. Aytaç’ın ayakları ise 42 numaraydı. Sol iç oynamıştı sızlana sızlana. Kurtuluş’a dört gol çekmiş, günün kahramanı olmuştu. Bundan böyle Aytaç hep büyük pabuçlarla çıkacaktı sahaya. Yaş 14’tü ve genç takımın ası olmuştu.
 
15 yaşında masa tenisinde İstanbul şampiyonu oldu. Bu arada atletizme de merak sarmıştı. Uzun mesafeler koşmaya başladı. Aytaç futbolu bırakana kadar kros yapmaya devam edecek, üstün kondisyonunu buna borçlu olacaktı. 1948 olimpiyatlarına hazırlanan büyük atlet Osman Coşgül ile katıldığı Atatürk kır koşusunda da ikinci olmayı başaracaktı.   
 
Kasımpaşa Ortaokulu bitince Tophane Sanat Enstitüsü’ne girdi Aytaç. Bu arada bir boks hevesi başlamıştı. Beden eğitimi hocası Mustafa Türk onu teşvik etmişti. Kısa sürede ustalaştı, okullar arası 57 kilo birinciliği kazandı. Vurduğunu deviriyordu. Bu nedenle de sahalarda asla kavga ederken kimse görmedi onu. Korkuyordu çünkü vurduğu oyuncuyu yere yıkmaktan.
 
Aytaç Tophane takımıyla İstanbul şampiyonluğunu tattı. Finalde Galatasaray Lisesi’ni yenmiş ve kupayı almışlardı. Okul basket takımında da sayı kıralıydı. Hüdai, Yalçın Granit ve Mehmet Baturalp’liDarüşşafaka’yla kıran kırana maçlar yapıyorlardı.
 
Ama bu tempo öldürücü geldi genç topçuya. En çok sevdiği futboldu. Bu nedenle ölçtü, biçti, Beyoğluspor’da futbol oynamaya karar verdi. Bir yılın sonunda Tophane Enstitüsü’ne elveda diyecek, öğrenimini yarıda bırakacaktı.
 
Beyoğluspor genç takımında genç takımlar şampiyonlarının gözdesi oldu. Sahte lisansla iki yıl oynadı şampiyona maçlarında.
 
Yıl 1947. Aytaç 16 yaşındadır ve BeyoğlusporA takımına girmiştir. İlk resmi maçı Sarıyer’e karşıdır, iki gol bırakır rakip filelere. Koço, Karnik, Yafa, Maruli, Civelek’li takımın değişmezi olur. Yedi yılının geçtiği sarı siyahlı kulüpte mükemmel Rumca öğrenir, arkadaşlarıyla sürekli Rumca konuşur, herkes onu Rum sanır bu nedenle. Aytaç’lıBeyoğluspor iki yıl içinde ikinci kümeden birinci lige çıkacaktır.
 
Beşiktaşlı yöneticilerin dikkatini çeker Aytaç. Arap Sadri gelip ister onu Beyoğluspor yöneticilerinden. Böylece Aytaç Kartal kadrosunda Adana’ya konuk gider hazırlık maçları için. Adana Demirspor’a ilk maçta üç, ikinci maçta bir gol atarak göze girer. Beşiktaşlı idareciler ona bin lira verirler. Aytaç ellerini cebinden çıkarmayacaktır günler boyunca para kaybolmasın diye. Ama devamı gelmez bunun; altı bin lira söz veren Beşiktaşlılar nedense 3.500 lirayı aşmaz. Aytaç’ın onuru kırılır bu pintilikten. Ben bu kulüpte oynamam der ve basar gider. Avanak yerine konmaya gelecek biri değildir o.
 
Sene 1949. Beyoğluspor küme geçme savaşı verir. Çekişilen rakip Adalet’tir. Adalet Sarıyer ile oynanan maçta prim verir Boğaz’ın mavi martılarına.Ama asıl Rıfat Atakan yakacaktır sarı siyahlıları. İki uydurma penaltı vererek,  kurallara aykırı atılan gole göz yumarak. Ama her suçun bir cezası olmalıdır kuşkusuz ve bunu Kadri Aytaç kurnazlığıyla yaratacaktır. Anadoluhisar’da oynanan maçın ardından üzüntüyle yapılan vapur seferinde Aytaç’ın tam aşağısında oturan hakem kafasına yoğurt kabını yiyecek, bembeyaza boyanacaktır.
 
Ertesi hafta yapılan rövanş maçında Adaletliler para teklif ederler oyuncuya. 10 bin lira sayarlar. Aytaç kabul etmiş gözükür ilkin, sonra yakalatır polislere rüşvetçileri. Hemen hatırlatayım. Aytaç o günlerde 12.5 lira aylığını muhasebeci Kozma’dan beş taksitte alır.
 
O sene Aytaç 33 golle gol kıralı olur. Sene sonunda takım arkadaşlarıyla o taverna senin, bu taverna benim tek tek dolaşır.
 
Aytaç büyük takımların ilgisini çekmiştir. Bu kez Galatasaraylılar çalar kapısını. Efsane teknik adam Gündüz Kılıç Parmakkapı’daki Lale Muhallebicisi’nde allem eder, kallem eder, üç bin beş yüz liraya Kartallara hayır diyen topçuyu 750 liraya razı eder.
 
Büyük takım deneyimini yaşamaya başlar Kadri Aytaç ve şaşırır. Çünkü takımdaki deneyimli oyuncuların hükümdarlığı akıl almaz boyutlardadır. Söz gelimi trende deplasmana giderken oynanan pokerde bile çok açıktır bu baskı. Naci, Necmi, Muzaffer gibi oyuncuların yaptığı. Aytaç iki yediliyle rest çekip bütün parasını Naci abisine verir de kurtulur azarlanmaktan, sopa yemekten.
 
Muzaffer Tokaç ona tembih eder, altı ve on numaralı formalar benim tapulu malım diye. Giyerse kırk katır mıdır, kırk satır mı, bunu Allah bilir.
 
Aytaç Galatasaray’daki ilk maçında Fener’e karşı oynar ve 2-1 galip geldikleri maçta kafayla yazar bir gol. Sevdirmiştir bir anda kendisini camiaya. Ama maçın ardından Kılıç görevden ayrılınca gelen Necdet Erdem ile yıldızları barışmaz nedense.Aytaç kendini yedekte bulacaktır. Ama bir ay sonra Kılıç dönünce formayı kapar kolayca. 
 
Aytaç Galatasaray’a girdiği yıl düzenli bir evlilik ile daha düzenli bir futbol hayatı sürdüreceğini düşünür ve evlenir. Galatasaray Lisesi müdürü Selim Sırrı Tarcan’ın muavini Aziz beyin kızını ister ve alır. Mutlu bir birliktelik başlar böylece.
 
Sene 1953. Askerlik zamanıdır. Oldukça ilginç bir ordu takımı deneyimi yaşar Aytaç. Bu arada askerken, Fikret Kırcan’ınantrenörlüğündekiA milli takımda da forma giyer. İlk milli maçı olur bu. İtalyanlara karşı oynar. Gerçi 1-0 yeniliriz ama Aytaç çok başarılı bir oyun çıkarır.
 
Aytaç ardından bir dünya rekoru kıracak, ordu mili takımda tam beş yıl art arda oynayacaktır.
 
1956-57 mevsiminde ise tam Roma kulübü kendisini transfer etmek üzereyken annesini kaybeder. Askerliği bırakır, Roma’ya gitmekten vazgeçer.    
1952-53 mevsimi Aytaç’ın adını ülkeye ezberlettiği yıldır. Galatasaray’da en kritik maçlarda golleri leblebi gibi sıralar, Gündüz Kılıç’ın gözbebeği olur. Takım içindeki hizipleşmelere karışmaz. Penaltı atışlarını da üstlenmiştir.
 
Takımda yaşlılar ve gençler iki guruptur. Kadri, Suat, Tayyar, B.Ali ve Kamil gençler, Muzaffer ve Necmi yaşlılar arasındadır. 1952-53 sezonu sonunda Galatasaray şampiyon olacak, ezeli rakibi Fener’i ikincilikte bırakacaktır. Lefter o sene 16 golle gol kıralı olurken, Aytaç 15 golle ikincilikte kalacaktır.
 
1953-54 mevsimine yüksek moralle girer, fırtına gibi eser ligde. Aytaç büyümüştür, daha bir gelişmiştir. Muzaffer abisinin korkusundan giyemediği 10 numaralı formayıtapulu malı yapmıştır bile. Lig maratonunda bu kez kara kartallarla çekişirler. Aralarındaki maç acı bir sonuçla, 5-4 yenilgileriyle bitmesine karşın, son gülen iyi güler ve Cimbom yine şampiyonlukla kapatır mevsimi.
 
Transfer mevsiminde Aytaç ücreti için idarecilere uysalca yaklaşır, verileni kabul etmeye hazırdır. Ama aylığının arttırılması konusunda da bir talepte bulunur. 480 liralık maaşı 500 lira yapın, der. Sen misin diyen! Amma şımardın ha, 480 lira neyine yetmiyor, diye kükrer yöneticiler. Bu da evlat acısı gibi oturacaktır içine genç topçunun.
 
1956 Şubat ayında yapılan ve 3-1 yengimizle sonuçlanan Macaristan zaferi unutulmazlarındandır Aytaç’ın. Şahane oynamış, ünlü Bozzig’e top vurdurmamıştır o maçta.
                     
1957 yılında yapılan İspanya maçında ise bu kez başka bir efsaneyi DiStefano’yu tutmuştur. Yapışmıştır adama Aytaç ve 76. dakikada oyundan çıkan ünlü santrfor tükürmüştr Kadri’nin suratına oyundan çıkarken. Ama bu kez 3-0 yeniliriz ne yazık ki.
 
Kadri Aytaç denmişken onun cinliklerinden söz etmemek kendisine  hakaret olacaktır. Galatasaray ile Zürih arasında oynanan üçüncü maçta iki taraf yenişemeyince turu geçmek para atışına kalır. Aytaç kaptanı Turgay Şeren’e, Para atıldığında ben sevinçle havaya fırlayacam, sen hemen atla parayı kap, der. Kadri bağırarak havalandığında rakip takım oyuncuları üzüntüyle çökerler. Ama kaptan ağır kalıp parayı kapamayınca hakem kükreyecek, kupadan elendiğimizi bildirecektir Zürihlilerin şaşkın bakışları arasında.
 
Ertesi yıl Magdeburg maçında da benzer olaylar yaşanır. Ama bu kez kaptanlıkta Aytaç vardır, sevinme taklidi yapan da Turan olacaktır. Ama paraya hamle yapan Kadri kazandığımızı görünce dokunmayacaktır.
 
1957-58 mevsimi büyük bir yıldızın Galatasaray’a gelişine tanıklık eder. Metin Oktay’dır bu. Gol kıralı B.Ali ikna edilir, savunmaya çekilir, böylece Metin Oktay’a yer açılır on birde. Metin, İsfendiyar, Suat ve Kadri’liforvet harikalar yaratır ve Cimbom şampiyon kapatır bu mevsimi.
 
Transfer ayında, Temmuz’da Aytaç yönetim ile terse düşer. 25 bin lira ister, Necdet Çobanlı tersler onu. 22 bin beş yüz lira verebiliriz der. Oysa bir yığın topçuya 30 bin, hatta 40 bin ödendiğini bilir Aytaç. Üstelik de babasının cenaze parası kulüp tarafından söz verildiği halde ödenmeyince iyice küser. Böylece Karagümrüklü yönetici Fahri Somer’in 72.500 liralık teklifini kabul eder. 
 
Karagümrüklü olur 1958/59 mevsiminde. Çok birbirine bağlı bir yönetim kurulu vardır kırmızı siyah camiada. Fahri Somer, İbrahim Sevin, Sedat Özcan, Tahsin Özan kenetlenmiş yöneticilerdir birbirine. Topçuların hemen çoğu yeni transferlerdir. Turan, K.Nedim, Gökçen, Nihat, Zekai, Orhan, Tamer, Sümer, K.Kadri, Ünal ve Fahrettin ‘hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için’ felsefesini benimsemiş saygılı ayaktopu neferleridir.
 
Yeni yükselmiş bir takımdır Karagümrük ama fırtına gibi eserler. Tam 19 maç yenilmezler. Milli takımda seçici olan Gündüz Kılıç, Necdet Erdem ve Vedii Tosuncuk üçlüsü Kadri’ye takar ve kadroya almak istemezler. Ama Karagümrük’ün başarısı ve basının müthiş tazyiğiyle Kılıç boyun eğecektir.
 
Ligin dumanını attırır genç oyuncu. Lig sonunda Galatasaray’ı 1-0 yenerler, böylece şampiyonluğu Fener’e hediye ederler. Onlar ise üçüncü olacak kulüp tarihinde müthiş bir başarıya imza atacaklardır. Mevsim başında Aytaç’ın kızı Güngör dünyaya gelecek, bu da başarılı topçu için ayrı bir güdülenme oluşturacaktır.
 
1959/60 mevsimine de iyi başlar Karagümrük. Ama çok geçmeden eski bir hastalık depreşir. Kendini dev aynasında görmek diye tanımlıyor bunu Aytaç anılarında. Bir türlü bu havadan çıkamaz oyuncular ve lig orta sıralarda bitirilir.
 
1960/61 mevsiminde Kadri Aytaç bu kez başka bir büyüğe, Fener’e transfer olur. Yanında da Vefa’nın ve Davutpaşa’nın efsane adlarından Hilmi Kiremitçi de vardır. Aytaç milli takımda da oynadığı o yıl, Lefter’li, Can Bartu’lu kadro içinde harikalar yaratır. Sarı lacivertlilere büyük emek sunar alınan şampiyonlukta.     
 
Ertesi seneye, 1961-62 mevsimine ise Lefter, Basri ve Naci çekişmesi damgasını vurur ve bu da hem Hilmi, hem de Kadri üstünde olumsuz etki yapar. Ama asıl olumsuzluk kaprisli çalıştırıcı Necdet Erdem’den kaynaklanır Aytaç’a göre. Takımı toparlayamayan odur. Kutsal üçlüye dokunamaz ama bütün gücü Hilmi ve Kadri’ye geçer. Onları yıpratır. 
 
Böylece canı sıkılan Aytaç yeniden Cimbom’a dönüş yapar. İkinci başkan Rüçhan Adlı’nın ısrarlarına karşı çıkamamıştır. Ama Gündüz Kılıç biraz tavırlıdır kendisine. Çünkü dolduruşa gelmiştir yalan yanlış laflar sonucunda. Epey dedikodu yapılmıştır Kadri’nin arkasından. Ama it ürür, kervan yürür, 1962-63 mevsimini Galatasaray hem ligde, hem de kupada şampiyon bitirir. Aytaç başarılı futboluyla yenmiştir dedikoducuları. Ama yine de takımın ağır üçlüsü arasında, Gündüz Kılıç, Metin Oktay ve Turgay Şeren arasındaki amansız çatışma çok canını sıkmıştır Aytaç’ın. Ayrılmaya karar verir. Başının ağrımasını istemiyordur. Onlar ise şart koşarlar, Gidebilirsin ama sadece ikinci küme takımına, diye.
 
Mevsim 1966-67. Aytaç Mersin’in yolunu tutar. Futbolculukta son yıldır, antrenör sayılır aslında. Beyaz gurupta şampiyonluk yaşatır takımına.
 
Sonra sayısız takım çalıştırır, hiç durmaz. 1975 yılında Oruspor, 1995 senesinde İstanbulspor’u birinci kümeye çıkarır. Tire, Rize, Denizli, Kayseri, Ankaragücü ve Karşıyaka çalıştırdığı takımlardan birkaçıdır sadece. 
 
Aytaç’ın bu kadar başarıyla taçlanmış yaşamı ne yazık ki pek mutlu noktalanmaz. Alzeymer’in pençesinde iki binli yıllar oldukça tatsız geçer. Ama en acıklı olan yanı bence Galatasaray kulübünün oyuncusunu sahiplenmemesi, dışlamasıdır. Haldun Taner’in bilgece ettiği sözü anımsarız böylece. ‘’Vefa kelimesi bozasıyla nam salmış bir semtin adıdır sadece.’’