İBRAHİM KURUÇ

 

 
 

 

‘’9 Şubat 1968 tarihinde Haseki semtinde doğmuşum. Cerrahpaşa’ya taşınmışız sonra. Bu semtte okumuş, bu semtte top oynamış, Cerrahpaşa’da yaşamışım kendimi bildim bileli.
 
Annem babam Yugoslav göçmeni, Arnavut kökenliyiz. Üsküplüyüz. Övünmek gibi olmasın Mehmet Akif Ersoy ile hemşeriyiz. Davutpaşa’da da, semtimde de Üsküplü sayısı çok. Rahmetli babam anlatırdı, bizim ailenin kökeni Konya Karamanoğulları’na dayanırmış.
 
Babam konfeksiyon işindeydi. Ben de küçüklüğümde ona yardım ederdim. Bana iyi davranırdı, çok dövmezdi. Bugün düşündüğümde, iyi insandı rahmetli, beni az dövdü diyorum. Çok iyi bir aileydik. Yetişmem iyi bir aile ortamında oldu. Babam eski usul bir babaydı, çocuğunu kucağına alıp seven bir baba değildi. Ama annem şefkatli bir anneydi. Böyle bir ortamda büyüdüm işte. Ablalarım büyüdü, evlendiler. Ev hanımı oldular, ben ise hem baba mesleğine devam ettim, hem de top oynadım. 
 
Hobyarlı Ahmet Paşa İlkokulu’nda ve Davutpaşa Ortaokulu’nda okudum, tahsil hayatım kısa sürdü. Beş kardeşiz. Üç ablam, bir de küçük erkek kardeşim var.
 
Benim çocukluğumda alt yapı, minik takım filan yoktu. Ben çok geç başladım top oynamaya. Böylece çok geç kaldım. Keşke Davutpaşa’da şu anda elimizde olan imkanlar olsaydı o günlerde. Yığınla yetenekli genç arkadaşlarımız vardı aramızda. Yoksunlukların, yoksullukların kurbanı oldu hepsi. O günlerde yeteneği olan gençler değil, arkası olan gençler kollanıyordu.
 
Çocukluğumda biraz yaramazmışım ben. Kendi çocuk ve yeğenlerime baktığımda yaramazmışım diyebiliyorum. Ama serseri filan değildim. Çocuğun yaptığı yaramazlıkları yapardım. Top oynarken cam kırmalar, komşulardan gelen şikayetler, ara sıra kavga etmeler filan. Bu günler için yaramaz, o günler için normal bir çocuktum işte. Ağaçlarda dutlar, incirler, bahçelerde köpekler vardı o günlerde. Hayvanlarla aram çok iyiydi. Mahallenin kedilerini biz beslerdik, kuşlara da bakardık. Ama şikayet ederdi komşular. Ben çocukluğumu çok iyi yaşadım. Gençliğimi de çok iyi yaşadım. Çok iyi bir arkadaş ortamındaydım. Yaklaşık on on beş kişiydik. Hala görüşürüz. Belki evlendik hepimiz, ekmek kavgasına düştük, ayrı düştük ama gençlik döneminde hepimiz kardeştik, kardeşten öteydik.Evet, çocukluğumda yaramaz bir çocukmuşum, terbiyeli bir çocukmuşum ama yaramazmışım. Büyüklerimize saygıda kusur etmezdik ama dışarıda haylaz bir oğlandım.
 
Futbolla tanışmam Cerrahpaşa genç takımıyla oldu. Langa’daydı saha. Şimdi büyük kulüpler amatörlerin elindeki sahaları, tesisleri çalıyorlar. Langa sahasını Büyükşehir Belediye kaptı, haksızca ele geçirdi. Oysa Langa’dan sayısız topçu yetişti bugüne kadar. Cerrahpaşa’nın idmanları işte bu sahada yapılırdı. Mahalledeki arkadaşlarla gittik denendik. Altı yedimizi beğendiler. Ben genç takım için küçük yaştaydım. 1983 yılıydı galiba. Henüz 15 yaşında formayı kapmıştım. Fiziğim de küçüktü o günlerde. Ama şanssızdım biraz. Bir hastalık geçirdim. 1987 yılıydı. İstanbul’a korkunç bir kar yağmıştı. Biz çok çalışıyorduk o günlerde. Zehir gibi çalışıyorduk. Bugünkü nesil tembel diyebilirim. Az çalışıyorlar. Ben deli gibi çalışıyordum. Çok zorlamışım, ciğer zarımı yırtmışım. Yırtılan yerden göğüs kafesi boşluğuna hava girmiş. Konuşamıyordum bile. Konuşurken nefes nefese kalıyordum. Süreyyapaşa’da yattım bütün kış. Yoğurt getirirlerdi hastaneye. Bıçak sapıyla kırarlardı buzlarını. Müthiş karlı bir kıştı. Hiç unutamıyorum. Yedi sekiz ay yattım iyileşmek için.
 
Askere gittim sonra. Sene 1988Mayıs ayı. Ve yeniden başladım spor yapmaya. Acemi birliğim Çanakakale’deydi, jandarmaydım. Usta birliğim de Kastamonu’ydu. Ben askerliğimi çok iyi yaptım. Asker gibi yaptım. O zamanlar Doğu’ya da gitmek istiyordum. Bölük komutanıyla bir iletişimim oldu. Beni komutan postası yapmak istiyorlardı. Yüksek rütbeli subayların postası olmak rahatlık verir askerde. Ama ben kaçtım posta olmaktan. Bölük komutanı beni futboldan tanıyordu. Çağırdı beni yanına. Ne ayaksın, dedi. Ben askerliğimi posta olarak yapmak istemiyorum komutanım, dedim. Ben askerlik yapmak istiyorum, Güneydoğuya gitmek istiyorum, biz burada askercilik oynuyoruz, diye ekledim. Biz burada bir şey yapmıyor muyuz, dedi komutan, kızmıştı. Birilerinin burada bulunması gerekiyor, dedi.
 
İyi koşular yaptım askerde. Nöbetlerimi tuttum, sayısız göreve gittim. Turgut Özal’ın korumalığını yapan on askerden biriydim. Sporum çok iyiydi. Özal gelmişti Kastamonu’ya. Çok güzel bir stadı vardı. Milli maçlar oynanırdı burada. Özal bir helikopterle inmişti, hatırlıyorum beyaz bir takım elbise giymişti. Biz de stad dışında korumasını yapmıştık. Ecevit ve Türkeş’in de korumalıklarını üstlenmiştim seçim konuşmaları sırasında. Para sevklerinde de korumalık yapardım. Darphaneye bile girmişliğim vardı Ankara’da. Sözün kısası güzel bir askerlik yaşadım, yeniden yapmak isterim elimde olsa. Futbol da oynadım üstelik. Bölük komutanım ben teskereye giderken, Ne yap, ne et, sakın futbolu bırakma, dedi. Kavga etmiştim, ceza almıştım ama severdi yine beni. Fenerbahçeliydi, futbolu seven bir subaydı. Şu anki halinle rahat birinci ligde top oynarsın, dedi. Ama biraz kuvvetlen, biraz adale yap, üç büyüklerde bile oynarsın, dedi. Ama iş hayatım da vardı benim, futbolda o günlerde para akmıyordu. Oysa konfeksiyon atölyemizde kurulu bir düzen mevcuttu. On on beş kişilik bir kadro çalışıyordu. Babam yaşlanmıştı, biz duruyorduk başında.
 
Terhis olduğumda 1989 yılıydı. Kıştı, Aralık ayıydı galiba. Atölyeye başladım. Yerimiz Kocamustafapaşa’daydı. Eyüp’te Kapalıçarşı’nın seçmesine geldim üçüncü ligde. Ama verilen ücret amatörden azdı. Gitmedim bu nedenle. Yeni kurulmuş bir takım vardı Sultanahmet’te, İstanbul Adliyesi. İkinci amatör ligdeydiler. Bir idmana gittim. Hazırlık maçıydı daha doğrusu. Beni onlara tavsiye eden arkadaş, Harika topçudur, tek başına takımı kurtarır, diye çok övmüş. Oysa berbat oynadım hazırlık maçında, çok güçsüzdüm. Ayakta zor duruyordum. Hatta bir ara duydum kenarda konuştuklarını. Bu bitik oyuncu mu bizi kurtaracak, diyordu bir yönetici. Ama yine de aldılar beni. Ben onları birinci yapamadım ama birinci olan takıma transfer olmayı başardım. Gürselspor’du bu takım.
 
Kapalıçarşı üçüncü ligdeydi, çalıştırıcı İstanbulsporlu Kemal’di. Aramız çok iyiydi. Yaptıkları teklif bayağı cazipti. Ama haftada beş gün idman yapıyorlardı. Üstelik de çalışmalar gündüz yapılıyordu. Kamplar da cabasıydı. Babamın buna izin vermesi söz konusu bile olamazdı. Oysa bir amatör takımda çok daha az sayıda idman yapıldığı için iş ve futbol aynı anda yürüyordu. Futbol bugünkü gibi cazip bir meslek değildi o günlerde. Babam parayı anında görmek isterdi. O günlerde top peşinde koşanlar aylak, işe yaramaz adamlardı. Bu nedenle Gürselspor’u tercih ettim. Verdikleri para iyiydi. Harçlık yaptım bunu. Evdekilere çaktırmadım. Üç sene oynadım orada. Sonra başladım gezmeye. Birer ikişer sene oynadım Altınok, Beştelsiz, Çelik ve başka birkaç kulüpte.
 
Çelik’te bıraktım futbolu. Üç dört yıl geçirdim orada. Kulüp iş yerime çok yakındı. Ama artık yaşım kemale ermişti. Otuz beşe gelmiştim. Yeterliydi.Çelik’te sevdiğim bir yöneticim vardı, Aslan abiydi adı. Bana teknik adam olma düşüncesini o aşıladı. Yapabilir miyim diye merak ediyordum. Kendimi sınamak istiyordum. Onlar da bedava hoca arıyorlardı. Eşleşme mükemmeldi.
 
Futbolcuyken orta sahada yer alırdım. Ön libero da oynadım. Hep orta sahadaydım. Benim hem savunma yönüm vardı, hem de hücum yönüm. Ama ayırıcı özelliğimin final pasları atmak olduğunu söyleyebilirim. Yani kolayca asist yapabiliyordum arkadaşlarıma. Ayrıca iyi de oyun kurardım. Teknik bir oyuncuydum, fiziksel anlamda güçlü bir topçu değildim. Doğrusunu söylemek gerekirse, ben de, arkadaşlarımdan bazıları da çok iyi yerlere gelebilirdik. Bu yöreden söz ediyorum, yani sur içinde kalan semtlerden. Topkapı’dan filan. Ama bir yere gelemedik ne yazık ki, belki yeterince dışadönük ve atak değildik. Bu nedenle çalıştırıcı olduğumda kafamda tek düşünce vardı. Ben gelebileceğim yerlere gelemedim ama bazı çocuklara teknik adam kimliğiyle yardımcı olarak, onları çok daha iyi yerlere getirebilirim, diyordum. Bu nedenle çalıştırdığım takımlarda asla şampiyonluk kazanmak gibi bir amacım olmadı. Ben bu takımdan acaba bir oyuncuyu iyi bir yere taşıyabilir miyim amacını güdüyorum her zaman.    
 
Antrenörlük diploması için C kursuna gittim. Büyütmeyi düşünmedim hiç hedefimi. İlerde koşullar değişirse, belki büyütebilirim.Çelik’te alt yapıyı verdiler bana. İki binli yılların başlarıydı. 2003-4 mevsimiydi galiba. Bir önceki sene eksi averajla bitirmişlerdi. Ben ele aldığımda takımı düzelttim, iyi bir duruma getirdim. Ertesi yıl 14-16 yaş gurubunda şampiyonluk olduk. Üç dört oyuncu profesyonelliğe bile geçti, bu işten ekmek yiyorlar. İkinci, üçüncü ligde oynuyorlar. Biz alt yapıda şampiyon olduğumuzda A takımı küme düşmüştü. Bana A takımını verdiler bu kez. Ben de bayağı uğraştım A takımıyla. Bu arada yedi sekiz amatör takımı birden götürüyordum. Bu nedenle iki üç sene içinde sekiz on lig gördüm bir arada. Büyük deneyimdi. 14 yaş altı, A takımı, yıldızlar, gençler filan. Çelik’in A takımını çalıştırıyordum. Ama kulübe küskündüm. Çünkü yönetim hiç imkan sunmuyordu bize. Koşullar çok kötüydü. Çok yalnız bırakılmıştık. İdman sahamız bulunmuyordu, malzeme yoktu. Ben başka bir kulüp bulmak istiyordum bu nedenle. Kendimi ifade etmek için, bir tezgaha ihtiyaç duyuyordum.
 
O günlerde Salih hoca aradı beni, telefonda konuştuk. Bir kulüp aradığımı söyledim. Ben Beştelsiz’in alt yapısını aldım, sakın bir yere gitme, dedi. Önümüzdeki sene beraberiz dedi.İyi bir teklifti bu. Para önemli değildi benim için. Konfeksiyon işlerine devam ediyordum çünkü. Çünkü amatörlükten alınan para yetersizdi ve buna talim etsem aç kalırdım. Amatörden alınan paralarla çay ve çorba parası çıkıyordu ancak. Bu nedenle konfeksiyonculuğa büyük bir disiplinle devam ediyordum. Futboldaki disiplin kadar katıydı işteki disiplinim de.
 
Beştelsiz deneyimim umutlu başladı ama ne yazık ki umutlarım kısa sürede söndü. Çünkü maaşlar ödenmiyordu, yöneticiler ilgisizdi. Verilen sözler tutulmuyordu. U16’yı çalıştıracaktım ama üç hocaydık ve ben en çömezleriydim. Papazlar U16’yı alınca bana yıldız kalmıştı. Takım sahipsizdi. Ben de bırakıyorum dedim ve bıraktım. 2004-5 mevsimiydi.
 
Bu kez Merkezefendi’nin yolunu tuttum. 2005-6 mevsimiydi. Evliliğim de bu dönemde gerçekleşti. Sene 2005’ti. Biraz geç olmuştu. Çünkü iş derken, futbol derken evliliği, kendime bir aile kurmayı ihmal etmiştim.  2007 ve 2012 yıllarında iki kız çocuğum geldi dünyaya.
 
Merkezefendi Zeytinburnu semtinin takımıydı. Yeni kurulmuştu. İki üç hoca daha görevdeydi alt yapıda. Takım paralıydı ve hedefi büyüktü aslında. İkinci amatör ligde oynamak onlara pek anlamlı gelmiyordu. Başkan hedefi küçülttüklerini söylüyordu. Zaten şampiyon oldular hemen, üst lige çıktılar. Ben ilk idmana çıktığımda başkan çok beğendi beni. Disiplinli buldu. Aradığı hocanın ben olduğumu söyledi. Sırtımı sıvazladı. Alt yapının sorumluluğunu hemen bana verdi. 14-16 yaş gurubu benim olmuştu böylece. Sonra da genç takımın sorumluluğunu üstlendim. Lig bitti. Üç hocaydık. Futbol okuluna da çıkıyorduk sırayla. Yaz mevsimiydi. Yöneticiler, öteki iki hocayı göndereceklerini, yaz okulunu benimle götüreceklerini söylediler. Yüz yirmiye yakın öğrenci vardı, çok iyi hatırlıyorum. Üç dört saat, otuzar otuzar idmana alıyordum art arda. Tek başımaydım, yardımcısız çalışıyordum. Nasıl başarıyordum bilmiyorum. Merkezefendi çalıştığım kulüpler arasında en temiz yöneticilere ve başkana sahip kulüptü. Çok dikkatli ve özenliydiler. Maaşlar ayın biri ile beşi arasında ödenirdi. Bir keresinde yatırılmamıştı. Utana sıkıla bunu hatırlattığımda yöneticiler bin bir özür dilemiş ve paramı anında ödemişlerdi. Çok kıymetli insanlardı ama ben kendim bıraktım Merkezefendi kulübünü. Çünkü A takım kafaya oynuyordu ve benim idman saatlerimi elimden almışlardı. İdman saatlerimin azalması çok canımı sıkmıştı. Bir gün dayanamadım, Ben bırakacam, dedim. Akşam hemen yönetim kurulu toplandı. Amatörlerde bunlar olmaz. Ben bırakacam dediğimde, Bırakırsan bırak, derler, ilgilenmezler. Demek ki ben iyi intiba bırakmışım üzerlerinde. Yönetim kurulu hemen toplandı. Onlar da iyi insanlardı. Toplantıda açıkladım durumu. Ve sordum. Sizin alt yapıdan bir beklentiniz var mı? Yoksa amaç sadece bir üst lige çıkmak mı? Beklentimiz var, dediler. Peki, öyleyse bana idman saatleri vermelisiniz. Ben bir şey yapmak istiyorum, çalışmadan gençleri eğitemem. Doğru dürüst çalışmadan para da almak istemem. Mantığıma ters düşüyor, dedim. Biz sizden memnunuz, dediler. Ben de sizden memnunum ama bu koşullarda yararlı olamam, diye bitirdim lafı ve bıraktım.
 
Okan Buruk’un akrabası Hakan Buruk bu arada Göktürk’de bir futbol okulu açmıştı.Kemerburgaz’ın ötesinde bir semt Göktürk. İstanbulspor’da çalışmış olan Ahmet hocada vardı yanında. Sene 2007. İki buçuk yıl sürdü futbol okulundaki çalışmam. Maaş dolgundu. Paranın peşine gittim yani. Evlenmiştim, gereksinmelerimiz çoktu.
 
Derken Hakan Buruk ile Trabzon Futbol Okulu başlığıyla yeni bir okul açtık. Fatih’teydi yeri. Uzun Yusuf’a yakındı. Sene 2009. Galatasaray okulunu da birlikte götürüyordum. Ama Fatih’teki idmanlara geç kalıyordum Göktürk’ün uzaklığı nedeniyle. Bu nedenle Galatasaray’ı bıraktım bir süre sonra. Sonu yok diye düşündüm. Git git, nereye kadar gideceksin, dedim kendi kendime. Çünkü futbol okuluna yeteneklisi de geliyor, yeteneksizi de. Ticari bir etkinlik futbol okulu. Ama birkaç tane oyuncu kazandırdık yine de. Galatasaray alt yapısına, İstanbul Belediyesi alt yapısına, Eyüp’e. 98 doğumluydu çocuklar.
 
Hakan Buruk ile konuştum. Trabzon’u tek başıma götürmeye karar verdim. On beşe yakın oyuncu buldum. Yavaş yavaş para kazanmaya da başladık. Bu sırada atölyemi devrettim. Sene 2009’du. Çünkü Trabzon futbol okulu yetmeye başlamıştı. Yeni Bosna’da ikinci bir okul daha açtım ilk okulumla kazandığım başarıdan sonra. Bu da 2010 yılında oldu. Okullarda idmanlara ben çıkıyorum. Ticari zihniyete karşın okullardan memnunum. Şimdiden çeşitli takımlara oyuncu vermeye başladık. Ama okullara öğrenci getiren velilerin hemen netice almaya yönelik tutumları biraz rahatsız ediyor beni. Bunu ilkokula başlayan öğrenciye dört ay sonra ancak okuma yazma öğretilebilmesiyle karşılaştırıyorum. Öğrenciye şiir yazmasını öğretemezsiniz dört ayın sonunda, sadece okuma yazma öğretebilirsiniz. Bir de yetenek sorunu var tabi. Yetenek allah vergisi bir şey, doğuştan ya var, ya yok. Bir hocanın oyuncusuna bu yetiyi kazandırma olanağı sıfırdır. İyi bir hoca yetenekli oyuncusunun özelliklerini geliştirebilir ancak, ona yetenek aşılayamaz. Okulda sık sık karşılaşıyorum bu sorunla. Velilere hep söylüyorum. Sizden aidat alacam diye kandıramam hiçbirinizi.
 
Davutpaşa ile tanışmam çok doğaldı aslında. Fatih ilçesinin elli küsur takımından biri Davutpaşa, Davut Kılıç ise bu takımın çınarı. Sene 2010. Ben takım arıyordum çalıştırmak için. Ayrıca yaşı dolmuş oyuncular vardı elimde futbol okulumdan. Profesyonel alt yapılar için yaşlı topçulardı bunlar. Onlar ancak amatör bir kulüpte değerlenebilirdi. Çelik bunun için uygun bir kulüp değildi. Güzelhisar da olabilirdi ama olmadı.Davutpaşa bir çalıştırıcı arıyordu o sırada. Sıtkı Özcan ile Davut Kılıç teklif yaptılar. Karşılıklı el sıkıştık. 2010/11 mevsim başıydı bu.
 
Disiplinli bir çalıştırıcıyım. İdman devamlılığı istiyorum, işlerime kimse, hiçbir yönetici karışmamalı. Soyunma odasına olur olmaz kişiler dalmamalı. İlkelerimi çiğnetmedim kimseye. Çelik’ten ayrılmam böyle olmuştu. On birde zorla bir oyuncu oynatmamı söylemişler, ben de, Buyrun istediğinizi oynatın, ben gidiyorum, demiştim yöneticilere.
 
Davut abi tanıyordu beni, bugüne kadar da karışmadı işime. Ben onun engin tecrübesinden yararlanıyorum zaten. Ona bir şey sorduğumda da, İbrahimciğim ne yaparsan yap, ben senin işine karışmam, diyor her zaman. Yani onunla aramız çok iyi. Sınırlarımızı iyi çizmişiz en baştan beri. Baba oğul gibiyiz. Necati Savuran ile olan ilişkimiz de öyle.’’
2010/11 mevsiminde biz idmanlarımızı Balat’ta yaptık. Zor koşullarda çalıştık. Aslında bütün takımlar güç koşullarda çalışıyor. Özveri gerekiyor bütün amatör takımlar için. Büyük Şehir tesislerinde çalıştık, ama bizim için çok zordu koşullar. Soyunma odaları yoktu, oyuncular kulübelerde soyunuyordu. İdman dönemi kışa denk geliyordu. Saha denizin hemen yanındaydı. Esiyordu. Gece idmanları geç saatlere sarkıyor, oyuncular ancak gece yarısı evlerine dönebiliyordu. Anaları babaları beni arıyordu telefonla; çocuğum eve gelmedi diyordu.
 
İdman düzenimiz geçen yıl haftada üç kereydi. İlk maçımızdan son maçımıza kadar başarıya odaklanmamıştık. Amaç bugün için semtteki gençlere spor yapmaları için olanak sunmaktı. İçlerinden iyi olanları bir yere taşımak da vardı amaç olarak. Ama birincil hedef semt gençlerine spor yapma imkanı sağlamaktı. Demek ki yetenekli-yeteneksiz ayrımında keskinleşmeden bu doğrultuda ilerlemesi gerekiyorduDavutpaşa’nın da, öteki amatör kulüplerin de.
 
Biz 2010-11 mevsiminde filiz oyuncularla yola çıktık. Filiz oyuncu demek, ilk defa lisans çıkartılmış oyuncu demek. Benim getirdiğim oyuncular hep filiz oyunculardı. Bu işte tecrübe çok önemli. Alt yapı oyuncuları lig gördü. 1971 doğumlu olan kaptan Ertan’ı saymazsak en yaşlı oyuncumuz Altan Kartal 1989 doğumluydu.
 
12 takımlı bir grupta yer aldık 2010-11 mevsiminde. 1990 doğumlu olan Mehmet Halıcı, Gani ve Burak gibi oyuncuları saymazsak genelde 1993-96 doğumlu oyuncularla mücadele ettik. Telsiz, Öztrabzon gibi takımlar vardı gurubumuzda. Biz beşinci olarak tamamladık ligi. On bir yengi, bir de beraberlik aldık yirmi iki karşılaşmada.Oysa lige berbat başlamış, transfer yapmış, sene sonunda üst lige terfi edecek Telsiz’e 5-0 yenilmiştik. On gol yemediğimiz için sevinmiştik maç sonunda.İkinci maçımızda biraz toparlanmış, kendi sahamızda bu kez 2-1 yenilmiştik ama başarılı bir top oynamış ve son yarım saatte tek kaleye çevirmiştik oyunu. Sonra iki buçuk aylık bir zaman dilimi yetti bize. Daha iyi, daha anlaşmış, daha güçlü bir takım olabilmemiz için. Son altı yedi maçta büyük form tutmuş, berabere kaldığımız takımları ezmiş, dört yediğimiz takımlara kafa tutup, dize getirmiştik.
 
Bu mevsim boyunca farklı bir savunma sistemi geliştirdik. Davutpaşa yıllardır libero-stoperli bir savunma uyguluyordu. Ben buna son verdim. Çünkü artık çağını tamamlamış bir anlayış bu. Küçük çaplı bir devrim gerçekleştirdim yani. İki stoper artık hareketli bir ikili oluşturuyor göbekte. Ama buna alışana kadar da epey güçlük çektik. Ama alışınca da iyi oldu. Ayağa pas yapmaya, oyun kurmaya başladık böylece. Belki çok puan kaybettik ama bunu pek önemsemiyorum ben. Benim amacım belli. Oyuncu yetiştirmek, yetenekli topçularımı üst liglere göndermek. Her sene sonuncu olalım, bu önemli değil, ama iyi kulüplere oyuncu gönderelim, bu çok önemli.
 
2010-11 mevsiminde kalecimiz Altan’dı; yetenekli bir kaleci kendisi. Libero gibi oynuyor ayrıca. Savunmayı çok öne çıkarıyoruz, bu özelliği önemli Altan’ın.
 
Sağ bek Furkan, sol bek ise Adem’di, ikisi de filiz oyunculardı. Ertanile yan yana oynayan iki stoper Göksel ile Yunus Emre’ydi.
 
Orta sahada Gani ile Barış’ı kullandık. Ama Gani’nin arka adalesi yırtıldığı için bir buçuk ay sakat kaldı. Gerektiği kadar verim alamadık kendisinden. Belki fizik gücü biraz zayıf ama çok iyi bir oyuncu. Transfer yapabilecek kadar iyi bir oyuncu. Barış 1993 doğumlu, filiz bir oyuncu. Orta sahanın yükünü neredeyse tek başına çekti. Çok yararlıydı. Erdi de katkıda bulundu orta sahaya.
 
Forvette santrforumuz Osman Kara’ydı. Geçen yıl biraz tecrübesizdi. Ama oynadıkça açıldı, gollerini sıraladı. Emrullah ve Emre adlı arkadaşlarımız da filiz oyunculardı. 1993 doğumluydular.